• hikayeler ilk başta kopuk gibi gözükse de bütün hikayelerin bir araya gelip, aslında norah jones'un oynadığı lizzie karakterinin "kendini tanıma ve aradığı aşkı bulma" döngüsünü çok net biçimde tamamladığı film. hikayeler farklı yerlerde karşılaşılan enteresan kişilikler üzerine döndüğü için bu karakterler üzerinden açıklamaya çalışacağım.

    --- spoiler ---

    jeremy

    filmin başında lizzie, aldatıldığını öğrendikten sonra kendini birden bire bir boşlukta bulur, "onsuz asla olamayacağını düşündüğü" kişinin kendisinden vazgeçtiğini anladıktan sonra hiç bir şey demeden kaçacak kadar da şaşkındır. yine de bir ümit olarak muhtemelen insanların anahtar bırakmak suretiyle birbirini bulması konusunda etrafta ün yapmış olan jeremy'nin (jude law) mekanına gider. jeremy ile kısa süre içerisinde muhabbeti ilerleten lizzie, jeremy ile dertleşirken aradığı şey için herhangi bir şekilde yolculuğa çıkması gerektiğini anlar, çünkü geri dönmeye çabalamasının bir anlamı yoktur, örneğin jeremy, anahtarlar kapıları açsa bile karşılaşacağı kişilerin bildiği kişiler olmayacağını söylemiştir. lizzie jeremy'ye güvenmektedir çünkü jeremy de benzer bir yolculuktan geçmiş gibidir aslında; zaten jeremy'nin genel melankolik havasının yanı sıra duruş, hal ve tavırlarında bir rahatlık, bazı şeyleri geride bıraktığına dair bir takım ipuçları vardır. abd’ye geldiğinde hayalleri olan ve katya isimli birine aşık olan jeremy’nin güzelim hayallerinin hepsi suya düşmüştür, fakat o yine de minicik bir cafe işletmekten çok mutlu görünmektedir, jeremy’nin bu duruşu seyircileri meraklandırmaktadır.

    bunun üzerine lizzie her şeyi geride bırakarak "yolun karşı tarafına geçmeye" karar verir. zaten daha sonra katya ile konuşmasında jeremy, aslında kendisinin de yolun karşı tarafına geçtiğini anlar, hatta bunun üzerine eskiye ait olan anahtarlardan kurtulur, özellikle kendisininkinden. muhtemelen yolun karşı tarafına geçtiğinde tek ihtiyacı olan orada kendine eşlik edecek biridir; pastanede kimsenin yemediği yaban mersinli pastayı yiyen, herkesten bambaşka, bir tane olan lizzie gibi birisidir. yine de lizzie daha yeni gittiğinde jeremy onun da buevrimi geçirmesi gerektiğini anlayamaz ve onu özler, bağlantıyı koparmamak ister. memphis’teki her dandik diner’a tek tek telefon eder, hepsine kartpostallar yollar belki lizzie’ye ulaşabilir diye. onu gizlice öperken hissettikleri doğru hislerdir ve güvenlik kamerası kayıtlarını sürekli izleyecektir o anı unutmamak için. sonuçta jeremy, lizzie’ye neden bu yolculuğa çıkması gerektiğini anlatan insan olmuştur, bir yandan da kendisine eşlik edecek birini bulduğu ümidi içinde beklemekte, halen belki bir gün gelir de yer diye yaban mersinli kek yapmaktadır.

    arnie ve sue lynne

    memphis’te lizzie’yi çok hareketli bir hayat beklemektedir, çünkü çok uzun sürmesini tahmin ettiği yolculuğu için bir araba gerekmektedir ve bunun için de elbette para biriktirmesi gerekecektir. lizzie gündüzleri diner ayarında bir yerde, akşamları ise bir barda çalışmaktadır, zaman içinde iki yerde de arnie isimli alkolik bir polis görmeye başlar. arnie (david strahairn), artık görüşmedikleri eski karısına saplantılı biçimde tutkundur fakat bir araya gelmeleri imkansızdır, bunun için de kendini “içkiyi bırakışını kutlamak” için içki içecek kadar hırpalamaktadır. lizzie kısa zaman içinde kendi yaptığının da arnie'nin alkol bağımlılığından çok farklı olmadığını anlar, kendini 24 saat işlerle güçlerle meşgul ederek aslında kaçmakta, yaşadığı yıkımı hatırlamayacak kadar çok çalışmaktadır. sonunda çektiği acılara dayanamayan arnie’nin, kendi arabasını çarparak hayatına son vermesi, lizzie’ye ve seyircilere gösterir ki bunalım, hayal kırıklığı ve unutmaya çalışmaya yönelik bağımlılık en sonunda daha büyük yıkımlara yol açacaktır; işte, bütün bunlar arnie’nin hayatına mal olmuştur. arnie, lizzie’nin aslında istediği yolculuğu yapmayıp, kendisini oyalayarak yerinde saydığını gösterir ve lizzie’yi uyandırır.

    sue lynne (rachel weisz) ise kocası arnie’den bir hayli genç, alabildiğine özgür ruhlu fakat zamanla bir taşr polisi olan kocasının aşırı ilgisinden bunalan, bu nedenle de yırtmaya çabalama yolunu seçmiş ve bu uğurda kasabanın en yavşak genciyle sürtmekte karar kılmış yırtık bir kadındır. muhtemelen arnie ile olan evliliği nedeniyle kasabadan çıkış şansı bulamamıştır, hayatı boyunca kös bir hayat ile asi olmaya çalışan zibidi bir hayat arasında gidip gelmiştir. her ne kadar yıllar boyu istediği tek şey kocasından kurtulmak olsa da, o öldüğünde kendisini hep rahat hissedeceğini düşündüyse de, arnie öldüğünde derin bir kedere kapılır ve fark eder ki aslında tek istediği, tek ihtiyaç duyduğu kocasının onu yalnız bırakmasıdır, tek başına bırakmasıdır. lizzie, sue lynne için “bu kasabayı terk etmek onun için ölüm olmalı” der. aslında kasabayı terk etmek, boğucu hayatlara hapsolmuş sue lynne’in ölmesi ve istediği gibi özgür olmak isteyen sue lynne’in doğuşu anlamına gelmektedir. bu, lizzie’ye 7/24 delicesine çalışmak yerine aslında ne yapması gerektiğini gösterir: kendini tanımaya devam etmek, çıkmaya baş koyduğu yolculuğunu sürdürmek.

    leslie

    otobüs yolculuklarına kaptırıp kendini nevada’ta bulan lizzie, ufak bir kumarhanede çalışmaya başlar ve kısa zaman içinde buranın müdavimi olan küçük çaplı kumarbazlarla muhabbet kurar. bunlar arasında özellikle leslie (natalie portman), iğrenç güneyli aksanıyla olsun, white trash’liğin sınırlarını zorlayan zevksizliğiyle olsun, muhteşem bir kumarbaz oluşuyla olsun hayli dikkat çekici bir karakterdir. kendine ileri düzeyde güvenmekte olan leslie, bunun aksine kimseye güvenmemekte ve daha sonra lizzie’nin de öğreneceği üzere kumarda olsun olmasın muhataplarını kazıklamak için her türlü çakallığı yapmaktan zerre gocunmayacak bir yapıya sahiptir. lizzie’nin tam zıt karakterinde olan leslie, lizzie ile bir anlaşma yapar ve lizzie’nin araba almak için biriktirdiği bütün parasıyla oyuna girmesine izin verirse, kazanırlarsa kazancı bölüşecklerini, kaybederse de lizzie’ye cillop gibi arabasını vereceğini söyler. lizzie teklifi kabul eder, leslie kumarda sıçtığını söyleyerek lizzie’ye arabayı verir ama borç para için daha sonra babası olduğunu söylediği birine gitmeleri gerektiğini söyler ve zıt ikili las vegas’a doğru yollara düşer. yolda leslie’yi las vegas’taki bir hastaneden ararlar, babasının durumunun kritik oldğunu söylerler fakat hiç kimseye güvenmeyen leslie bunu da sallamaz çünkü babasına güvenmiyordur; özellikle de kendisini daha önce bu konuda çok kandırdığı için, şimdi babasına hiç güvenmemektedir. vegas’a gittiklerinde leslie babasının gerçekten de öldüğünü görür, gerçekle yüzleşen leslie, lizzie’ye onu kazıkladığını, aslında son oyunu kazandığını ama ona kaybettiğini söylediğini, dolayısıyla ne arabanın ne de paranın lizzie’ye kalacağını anlatır. garibim lizzie de bu sahne ile istemeden de olsa o anki gerçekle ve kendisinin leslie ile gerçekten de ne kadar zıt olduğu ile yüzleşir ve leslie’yi en azından ihtiyacı olan arabayı almada yardım etmesi için ikna eder. arabayı aldıktan sonra herkes kendi yoluna gidecektir, leslie elbette kumar oynamaya devam edecektir, babasının ölümü onu sarstıysa da kim olduğunu değiştirmeyecektir, leslie bildiğimiz leslie olmaya devam edecektir. tamamen zıddı olmasına karşın bir ayna niteliği taşıyan leslie’ye bakan lizzie de belki sadece yollara düşmesinin yeterli olmadığını, artık kendisi ile ilgili yeterli farkındalığa ulaştığından dolayı artık kendisini tanıdığını ve kendisi olmaya devam etmesi gerektiğini anlar, yolculuğa devam etmesine artık gerek yoktur.

    leslie’ye bakarak kendisini artık tanıyan lizzie’nin bu noktada yapması gereken, yolculuğu sona erdirmek ve kendisini gerçekleştirmektir. lizzie, filmin başında aşka sonuna kadar inanan, güvenen bir insandır, zaten kendisini sorgulaması da aşkın bittiğini görmesi sonucu olmuştur. artık yıkımın nedenlerini bilen ve kendisini tanıma şansına erişmiş olan, yolun karşı tarafına tam olarak geçiş bulunan lizzie, ne istediğini bilerek tekrar aşka inanabilir ve güvenebilirdi, ihtiyacı olan tek şey ona eşlik edecek biridir. yolculuğunu tamamladığında ise karşısında jeremy vardır, çünkü onu bu yolculuğa jeremy başlatmış, hatta belki de bu yolculuk sonunda lizzie’ye kendini, veya kendisi gibi olmayı vaad etmiştir. artık eski ile ilgili bir şey hissetmeyen lizzie, jeremy’nin mekana döndüğünde değişmiştir, jeremy de bunun farkına varmıştır. jeremy lizzie’nin sonunda döngüyü tamamladığını anlar, artık jeremy için uzun bekleyiş sona ermiştir, çünkü ne kadar değişse de lizzie halen o yaban mersinli keki çok sevmektedir, hala jeremy’nin bildiği lizzie’dir. döngüyü tamamlayan lizzie, gerçek aşkı jeremy ile bulmuştur, çift öpüşür ve film biter.

    --- spoiler ---
  • görüntüleri, karakterleri ve iç dinamikleri ortalamanın çok çok üzerinde olan, imdb'de daha şahane bir rating i hak eden film. ayrıca senaryosu ile beni benden almış, bazı sahneleri başa aldırıp aldırıp izletmiştir.

    ---spoiler---

    kavanozdaki anahtarlar diyaloglarından bir tanesi:

    j: those belonged to a young couple few years ago. they were naive enough to believe that they were going to spend rest of their lives together.
    e: what happened?
    j: life happened. things happened. time happened. its pretty much always the case more or less.

    ---spoiler---
  • zaten sevdiceğinden ayrılmı$, neden ayrılmı$ olduğunu merak ededurduğun vakitlerde (o vakitler neden bir türlü bitmiyor?) izlenildiğinde insanı ters düz edip, yabanmersinli turta yemeye yönlendiren film. aklımdan geçen her "neden benden ayrıldı? neden beni değil, onu seçti?" sorusundan sonra "yabanmersinli turtaa" diye dört döneceğimi anladım bu filmle. ve bilemediğim bir sebeple film boyu aklımda "thinking about you" çaldı.

    film arasında arka koltukta oturanların diyalogu ise duymaya değerdi:
    - ay ne biçim film bu hiçbir $ey anlamadım valla.
    - sanatsal filmmi$ bu canım.
    - ke$ke recep ivedik'e gitseydik..

    tanım: bir ili$kinin bitimi, yol, gitmek, anahtar, kapatılan kapılar.. hiç bu kadar bir arada olmamı$tı. anlam kazanmamı$tı. güzel anlatılmamı$tı...
  • senaryosunu yönetmen wong kar wai ile birlikte ünlü amerikalı dedektif romanları yazarı lawrence block yazmıştır. sanırım senaryonun çarpıcılığı buradan geliyor.

    pek bir sevdiğim film olmuştur. epey bir melankolik ve depresif bir havası olsa da içerdiği hikayeler mutlu son ile bitmiş, herkes kendi içinde bir yolculuğa çıkmış ve nihayetinde mutlu sona ulaşmıştır.

    çekim teknikleri gerçekten değişik, özellikle klasik filmlerden farklı. bunlara alışık seyircileri sıkabilir, hatta filmin içine girmelerini imkansızlaştırabilir. çünkü ön plandaki görüntü (yani konuşan kahramanlarımız, aksiyonlar) ile araya yer yer bardaklar, camlar, kapılar, pencereler bile giriyor.

    --- spoiler ---
    filmin anafikri sanırım saplantılarımız, özellikle aşk ile ilgili saplantılarımız, ve herkesin her daim kendi içinde bir yolculuk içinde olduğu. saplantılarından vazgeçemeyenlerin sonu polis memuru arnie gibi olabilir. bunu da unutmamak lazım.
    --- spoiler ---

    filmin isminin nereden geldiğini yazayım ben de.

    --- spoiler ---
    elizabeth sevgilisinin onu aldatmasını bir türlü kaldıramamaktadır. umutsuzca jeremy'nin kafesine gider gelir, ve onunla dertleşir. der ki bunun nedenini bilmek istiyorum (yani neden beni bıraktı da diğer kızla beraber şimdi) jeremy bunun bir sebebi olması gerekmediğini, bir sebebi olsa bile bunu bilmemenin kendisi için belki daha iyi olabileceğini söyler. ve bunu bir örnek ile açıklar. der ki dükkanda satılan pastalardan cheesecake ve elmalı turta hemen biter, çikolatalı olan ve limonlu olan de hemen hemen biter, ancak akşam olduğunda yabanmersinli turtaya (blueberry pie) hiç dokunulmadığını görürüm. şimdi yabanmersininin (blueberry) bir suçu var mı burda der. cevap hayırdır. insanlar bir seçim yaparlar der. bunu anlattıktan sonra elizabeth dondurmalı bir dilim yabanmersinli turta yemek istediğini söyler, ve kalan turtayı da tabağından jeremy yer. mutlu olurlar. daha sonra yazışmalarında elizabeth ona yine yabanmersinli turtadan bahseder. en son geri döndüğünde ise yine aynı şekilde karşılıklı yabanmersinli turta yerler ve mutlu son.
    --- spoiler ---

    öpüşme sahnesi de çok güzel bence. son yıllarda filmlerde seyrettiğim en romantik sahne diyebilirim. keşke her aşk ve öpücük bunun gibi saf olsa diyor insan.
  • jude law'un tezgaha oturup ayaklarını karşısındaki dolaba uzatmasıyla chungking express'te ananas konservelerini yiyen çocuğun oturuşunu hatırlatan film. bu oturuş hüzünlü bi oturuş demek. wong kar wai sevmiş.

    ayrıca restoran tezgahtarlığı da wkw'nin hazzettiği bir iş olsa gerek.
  • norah jones, jude law, natalie portman, rachel weisz, ed harris ve muhteşem kevin spacey'in rol alacağı söylenen wong kar wai filmi..
  • harika sahne geçişleri olan -özellikle yollar ve renkler(i) müthiş- ve insanın canını fena halde turta çektiren filmdir; işin ilginci, hiç turta yememiş olsanız da daha önce, bunu başarıyor olması!*
  • tüm film boyunca bizi özel hayatları 'dikizleyen' izleyiciler olarak kodlamıştır. çekimlerin büyük çoğunluğunun surveillance kameradanmışcasına olmasınının (eksik kare) yanı sıra bunu senaryoya literal olarak sokup kamera tamir etme sahnelerinde seyirciyle göz göze getirmiştir oyuncusunu. sadece çekim tarzı olarak değil kamera yerleşimi kadraja alınan dekorlarla da seyirci dikizliyor hissini yoğunlaştırmıştır. dahası kendi özel hayatına surveillance kamerasından bakan karakterini ağlatmıştır. geçmişine anılarından değil gözetleme kamerasından baktırmıştır. nitekim abla ne zaman bardan yani kameradan kurtulur yollara düşer o zaman kendini bulur döner gelir. ben bilmem. hastası oldum bu filmin.
  • "how do you say goodbye to someone you can't imagine living without? i didn't say goodbye. i didn't say anything. i just walked away. at the end of that night, i decided to take the longest way to cross the street."
    "it took me nearly a year to get here. it wasn't so hard to cross that street after all. it all depends on who's waiting for you on the other side."

    http://www.imdb.com/title/tt0765120/quotes
  • film müziği albümü* muhteşem olan film.

    albümdeki şarkılar,

    norah jones - the story
    cat power - living proof
    ry cooder - ely nevada
    otis redding - my little tenderness
    ruth brown - looking back
    ry cooder - long ride
    mavis staples - eyes on the prize
    chikara tsuzuki - yumeji s theme
    amos lee - skipping stone
    ry cooder - busride
    cassandra wilson - harvest moon
    hello stranger - devils s highway
    gustavo santaolalla - pajaros
    cat power - the greatest
hesabın var mı? giriş yap