• kimse anadan doğma marksist, anadan doğma devrimci, anadan doğma şu bu değildir. bu nitelikler yaşanıla yaşanıla, çelişkiler görüle görüle, okuyup düşünülerek kazanılır. slogan atarak bu kelimeleri mundar eden birçok insan mevcuttur bittabii.
  • bilgi nesnesi degildir.
    skolastik bir teori degildir.
    bir kimlik degildir.
    hayata mudahale etmektir.
    iktidar gerektirir.
    politik bir kollektivite gerektirir.
    bu nedenle devrimci bir politikadir.
    ve hayattaki her soruya ya da soruna cevap vermekle yukumlu degildir.
  • sınıflar üzerinden yola çıkarsak, en basit haliyle şöyle özetlenmelidir:

    dünyada iki ana sınıf vardır, işçiler ve patronlar (sermaye sahipleri, yöneticiler vb.)

    bütün üretimi işçiler yapmasına rağmen, kazancın büyük bölümüne patronlar sahip olur ve işçileri köle/efendi tarzında yönetirler, onlarla ilgili kurallar belirlerler, gücü kendilerinde toplarlar.

    aslında tüm bu işçiler, asıl gücün kendilerinde olduğunu ve üretmezlerse kimsenin kazanamayacağını anladıkları zaman isyan edeceklerdir.

    marks, işçi ve patron gibi ayrımların olmadığı, herkesin eşit hak, maaş, kazanca sahip olduğu, herkesin eşit söz hakkına (üretenlerin) sahip olduğu bir sistemin en adaletli ve doğal olan şey olacağını savunur.

    ona göre; birgün tüm üretenler, işçiler bu yanlış giden kölelik düzenine baş kaldıracaktır ve komünizm gelecektir.
  • bir değer olarak kabul eder iktisadı. çünkü bütün çağların kendisine özgü başat bir değerler silsilesi vardır. marks'ın gösterdiği ise çağımızın tamamen iktisadi bir yapı olan kapitalizmin çağı olduğudur. bu nedenle de kapitalizm eleştirisini ekonomik düzlemden yapmıştır. şimdi kalkıp da marks'a her şeye ekonomiden bakıyor demek komik gerçekten. kapitalizmin doruklarında yaşıyorsun sevgili insan. çıkar parayı hayatından, ne kalır geriye, hiç. ölürsün. bunu söylüyor marks. zaten paradan nefret ediyor, sistemin pezevengidir diyor para için (shakespeare'e göndermedir ayrıca bu). üstelik tüm tarihi (edebiyatından felsefeye kadar) bir birikim malzemesi kullanarak yapıyor bunu. marks okumak için illa da marksist olmak gerekmez ama marks okumadan yaşamak, hayatı eksik bırakır.

    marksizme gelince, marksizmi sadece marksla anmak yanlış. çünkü ardıllarının oluşturduğu literatür, örneğin gramscinin hegemonya kavramı, marks'ı da aşan, marksizmi sosyal bilimler için de bir zorunluluk haline getiren kuramlardır.

    (bkz: gramsci) (bkz: althusser) (bkz: birmingham okulu) (bkz: frankfurt okulu) ve devamı...
  • 1910'li yıllar.. marksizm öldü...
    1920'li yıllar.. marksizm öldü...
    1930'li yıllar.. marksizm öldü...
    1940'li yıllar.. marksizm öldü...
    1950'li yıllar.. marksizm öldü...
    1960'li yıllar.. marksizm öldü...
    1970'li yıllar.. marksizm öldü...
    1980'li yıllar.. marksizm öldü...
    1990'li yıllar.. marksizm öldü...
    2000'li yıllar.. marksizm öldü...

    2008 yılı itibarıyla son durum: marksizme öldü diyenler öldü...
  • 19. yüzyılın başlarında fransa'nın neredeyse tüm avrupa'yı fethettiği o yıllarda, düşük rütbeli bir fransız memuru bir davete katılmış. üst düzey kurmayları etkileyebilmek için edebiyat, sanat, kültür her telden konuşurken napolyon'un dikkatini çekmiş. imparator bu arkadaşın yanına yaklaşıp ispanyolca biliyor musunuz mösyö diye sormuş. memur bilmiyorum ekselansları deyince napolyon sırtını dönüp uzaklaşmış. memurun karısı adamın başında dırdır etmeye başlamış hemen. "neden bilmiyorum dedin, kardeşini ispanyol tahtına oturttuğuna göre sana da sarayda iş verecekti belli ki, hızlıca öğrenirdin ne var ki ispanyolca öğrenmekte, ispanyol büyükelçiliği boşmuş belki de büyükelçi atayacaktı seni, önceleri tercüman tutardık, tüh kaçırdık fırsatı" diye diye memuru iyice bunaltmış. memur takip eden yıl iyi derecede ispanyolca öğrenmiş. napolyon'un katıldığı bir davet için bütün yıl fırsat kollamış sonunda yine bir baloda imparatorun karşısına dikilmiş. kendini hatırlatıp "ispanyolca öğrendim ekselansları" demiş. napolyon adamı hatırlayınca "artık cervantes'i orijinalinden okuyabilirsin" demiş. sırtını dönüp uzaklaşmış.

    ne marks'tan ne de marksist bir yazardan tek kelime okumadan, yalnızca marksizm hakkında söylenenlerle marksizm eleştirisi yapanların dediklerine kulak asmayın. ezilenlere, tarım devriminden beri yani yaklaşık 10.000 yıldır süre gelen mülkiyetçi ve sınıflı iktidar ilişkilerini en derinden sarsan entelektüel cephaneyi marksizm hediye etmiştir. egemenlerin uykusunu kaçıran bu dünya çapındaki en büyük halk hareketlerinin elbette ki ajitatif propagandaya kurban gitmemesi beklenemezdi zaten. marksizm ile ilgili yüzeysel olarak duyduğunuz her sözcükte 150 yıllık bir tarafgirliğin dezenformasyonu olduğunu unutmayın. karl popperları ile, milton friedmanları ile, von hayekleri ile, isaiah berlinleri ile iktidar sahiplerine methiyeler düzen entelijansiya 150 yıldır bir yalanı ve iftirayı köpürtüyor. markszim ve sosyalizm hiç savunmadığı iddialardan, hiç yapmadığı uygulamalardan, hiç dile getirmediği söz ve düşüncelerden yargılanıyor. buna psikolojide saman adam safsatası denir. önce karşı tarafa aslında ona ait olmayan bir nitelik bir davranış izafe edersiniz. sonra da o nitelik ya da davranışın ne iğrenç olduğuna dair algıyı şişirirsiniz.

    size ilginç bir örnekten bahsedeceğim. ücret fonu teorisine göre örgütlü hareket etmek, sendikalaşmak ya da greve gitmek ücretleri bir kuruş bile artırmaz. belirli bir dönemde belirli bir ekonomide ücretler için ödenebilecek belli bir miktarda tutar vardır. çalışmaya hazır yetişkin nüfus da belli olduğuna göre ne yapılırsa yapılsın ücretler değişmez. ya yeni yatırımlarla iş sayısı artmalı ya da nüfus azalmalıdır. bu ekonomi bilimi açısından tartışılmaz bir yasadır. 19. yüzyıl boyunca en saygın liberal ekonomistler bu "bilimsel" iddiayı savundular. burjuva bilimlerin tüm argümanlarına koşulsuz teslim olmadan önce kimin bilimi diye sormak gerek belki de. işçiler 19 yüzyıl boyunca yaptıkları tüm grevlerde ücretlerinin somut olarak yükseldiğini tecrübe ettikleri için bilimsel teoriyle falan uğraşmadılar. greve gittiler. bir sendika liderinin söylediği şu söz sanırım durumu anlatıyor. "ekonomi politik işçi sınıfına karşıysa, işçi sınıfı da ekonomi politiğe karşıdır o halde"

    edit: imla
  • 150 yılı aşan tarihinin haritasını çıkarmak müşkül olan praksis. bitimsiz bir dinamiği var, iki marksist bir araya gelse ortaya üç akım çıkıyor.
  • "marksizm herşeye kadirdir, çünkü hakikattir." v.i. lenin
  • kendi ürettiği model dışında alternatiflerde işçi sınıfın selametine inanmaması çok doğal olan öğreti. zira "işçileri en iyi koruyan yasaların en kapitalist bilinen ülkelerde yürürlükte olması" sömürünün ucuz emek/güvencesiz çalışma koşullarına sahip çevre ülkelere kaydırılması sayesinde merkez kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfına sus payı verebilmeyi mümkün kılan mevcut sistemin eseridir.
  • marksizm bir ideolojiden ziyade değişen ve gelişen dünyayı diyalektik yöntemle yorumlama, anlamlandırma ve değiştirme üzerine kurulu olan bir bilimdir. şöyle basitleştireyim olayı: insanlar kusursuz varlıklar değildir. her insan, söz gelimi, miyop, hipermetrop, astigmat, katarakt gibi göz hastalıklarından muzdariptir. ideolojiler bu insanların koluna girip onları gitmek istedikleri yerlere götüren yardımcı insanlardır. marksizm ise insanların aldığı gözlüktür. insanlar gözlüğü takıp dünyadaki kötülükleri ve değişime ihtiyaç olduğunu gören bireyler haline gelirler. başka bir insanın sizin kolunuza girip sizi bir yerlere götürmesi her zaman daha kolaydır tabi ki. ayrıca nasıl tek bir göz hastalığı ve numarası yoksa, toplumlar da coğrafi, sosyoekonomik farklılıklarından ötürü, temelinde aynı prensibe dayanan farklı gözlükler kullanmak zorundadırlar. marksizmin leninizm, stalinizm, troçkizm, maoizm, enver hoxazim gibi yüz bin çeşit fraksiyonun olmasının sebebi de budur.
hesabın var mı? giriş yap