• ma nuit chez maud, tutunacak bir şey arayan insanın kaçınılmaz trajedisini anlatır aslında. bu noktada "kim tutunacak bir şey aramaz ki?" gibi bir soru sorulabilir. bu soru, trajediye mahkûm olan insanın kendini ele vermesi olarak görülmeli. çünkü belli ki bu insan tutunacak bir şeyleri aramaktansa onu kendi elleriyle yaratmayı hiç düşünmemiştir. éric rohmer'in büyüklüğü, söz konusu trajediyi insanın inançla ilişkisi üzerinden işlemesi, insanın inançla kurduğu ilişkiyi ise bir aşk ilişkisine benzetmesidir. bunları detaylandıracağız elbette ama şimdi neden bu filmin bir ahlak öyküsü olarak sunulduğuna değinelim. bunun sebebi tutunacak bir şeyi arayan, yaratmayan, arayan insanın "ben aradığım şeyi buldum," dedikten sonra kaçınılmaz olarak içine düştüğü ahlaki çatışmadır. çünkü bir sevgiliye bağlanır gibi bağlandığınız ya da bağlanmaya çalıştığınız şeye neden sadakat geliştirdiğinizi kendinize doyurucu bir şekilde açıklamanız gerekir, bu da zaten kişinin kendi kendisine yürüttüğü ahlak sorgulaması oluyor. şimdi detaylara girelim.

    --- spoiler ---

    film neredeyse bütünüyle jean-louis karakterinin tutunduğu şeyi açıklamaya çalışması ile yine tutunduğu şeye ne kadar sadık kalabildiği, yani herifin tutarlı olup olmayacağı üzerinedir. jean-louis dine tutunmuş değil, tutunmaya çalışan bir insandır ve biz aslında bir insanın inançla kurmaya çalıştığı ilişkiyi izleriz. maud, ateizmle geçirilen bir gecedir, vidal ise insanı ateizme sürükleyen şeytandır. burada çoğumuz allahla kitapla işi olmayan, dinlerin insanı nesneleştiren komedisi karşısında özgürleşmiş insanlarız. o yüzden filmi okumaya çalıştığımız şu anlarda geçmişe, hâlâ bir inanca sahip olduğumuz o kara günlere gitmemiz, o günlerdeki ruh ve zihinsel durumumuzu göz önünde bulundurarak düşünmemiz gerekmektedir. önce vidal'e bakalım: vidal tam da mahalledeki ateist abi gibidir, kendisi zaten felsefe hocası. size turan dursun kitapları getiren ve din zehrini kafanızdan sökmeye çalışan adamdır vidal. inançlı birisinin gözünde bir şeytandır yani. filmde de aynı şey olmaktadır: vidal, jean-louis'nin karşısına çıkmakta ve pascal tartışmalarının ardından başkarakterimizi ateizme, yani maud'ya doğru sürüklemeyi başarmaktadır. olayı tersten kuralım, aynı süreci bir müminin sizi abi evlerine ya da cuma namazına sürüklemesinde de görebilirsiniz. sonuçta baskın olan taraf gelir, sizi kendi inancına doğru sürüklemeye çalışır ve siz de "bir kereden bir şey olmaz, ne kaybederim," diyerek işte efendim cuma namazına ya da bir abi/abla evine gidiverirsiniz (jean-louis ile vidal'in hipotez a ve hipotez b üzerinden yürüttükleri pascal tartışmasına ilerleyen bölümlerde değineceğim, umarım unutmam).

    maud tam da kurguya uygun olarak ateist ve bağnazlara göre şırfıntı, bağnazlığa karşı özgürleşmiş aklı başında insanlara göre ise mis gibi bir piliçtir. rohmer'in özgün tezi de bu kurguda ortaya çıkmaktadır, insanın din de dâhil olmak üzere her türlü inancını aşk üzerinden okumakta ve/veya anlamlandırmaktadır herif. bugüne kadar usandırıcı derecede fazla din/inanç muhabbeti yapmışızdır ama kaçımız olayı aşk mefhumu üzerinden temellendirmeye çalıştı? işte rohmer bunu yaptığı için kıymetli ve özgündür. devam edelim: evdeki ortamda vidal yılışığının tavırlarına dikkat edin. babaaanemin tabiriyle, vidal muhteşem piliç maud'ya "sırnaşıp" durmaktadır amına koyim. bu detaylar niyedir, nedendir? bu detaylar teistin, yani bağnazın sekülerlere bakıp "ne de yozlar, ne de hayasızlar!" diye düşünmesi için vardır. evet, jean-louis karşısındaki ateistlere bakmakta ve bunlar gibi olacağıma cumaya giderim, hayayı edebi elden bırakmam gibi bir düşünceye kapılmakta, yani tutunmaya çalıştığı şeyin militanı olmaya itilmektedir. bu konuyu yüce kitabımda da ele almıştım: onur yürüyüşünde çırçıplak soyunup dans eden bir kadın vardı, geçmiş yıllarda yaşanan bir olaydı bu. o kadın kendince çok ilerici bir eylem yaptığını sanıyordu. oysa tam tersine, o eylem bir gericinin eyleminden bile daha gerici bir zemine hizmet etmişti. o sırada yoldan geçen sade bir türk vatandaşı karının hâllerine bakmış, "anam coştu lan bunlar," demiş ve barbarlığın militanı olmaya itilmişti. "böyle götü başı dağıtacağıma kültürümüz, milli değerlerimiz, dinimiz diye sayıklayıp kafa sikerim daha iyi," noktasına sürüklenmişti o vatandaş; ilerici bir eylem yaptığını sanan kadın tarafından üstelik. işte vidal'in ona bakan her erkeği başkası adına utandıran yılışıklığı ve sırnaşıklığı da jean-louis'de aynı etkiyi yapıyor. ortamdaki gerilim unsurunu bizim harika rohmer'imiz işte bu değişmez yasadan yola çıkarak yaratıyor: jean-louis tutunmaya çalıştığı inancın militanı olmaya itiliyor ve o akşam vidal de ortamdayken jean-louis'yi kendi inancını ateşli bir şekilde savunurken görüyoruz.

    kurgu gerçekten nefis: muhteşem bebek maud tam zamanında yatağa giriyor, vidal daha gitmemişken. sonra bütün erkekler olarak hepimizi nefis bir şiir gibi titreten o cümleyi söylüyor: ben cıbıl yatarım babaerenler. vidal ondan sonra gidiyor ortamdan. bu, bağnazın tanrının ondan talep ettiği perhizlere karşı ateizmin düşsel vaadi karşısında tırnakları yemeye başladığı andır. nedir? dinler gelir ve otuz bir çekmeyeceksin, zina etmeyeceksin, şu bu diyerek sana bir perhizi dayatır. yıkıcı bir perhizdir bu. zihnen her şeyden ama her şeyden vazgeçme olgunluğuna erişememiş biri iseniz ruhen hastalanırsınız ve tutunabildiğiniz tek şey de dinsizlerdeki yozluk olur, böyle olacağıma dinde kalayım gibi çocukları bile güldüren bir aptallığı dal diye tutarsınız işte. neyse, böyle bir ortamda ateizmin vaat ettiği şeyler büyüleyicidir. ateizm, orada bir yerde var olup olmadığı kuşkulu tanrının size dayattığı perhize karşı özgürleşmenizdir. niye allahın belası teistler bir ateiste bakınca ahlaksızlık, yozluk görmektedir sadece? çünkü tanrılarının dayattığı perhiz zihinlerini sikip atmıştır, ateizmdeki ahlak dikkatlerini çekmemektedir, o ateiste bakınca özgürce otuz birini çeken, zinasını yapan birini görmektedir, uzatmayalım, bu neredeyse değişmez yasayı da hepimiz az çok biliyoruz. maud'nun ben cıbıl yatarım beyanının ardından vidal'in ortamı terk etmesi jean-louis'nin ateizmin bir teiste vaat ettiği şehevi özgürlükle baş başa kalmasıdır. daha doğrusu, rohmer, teistlerin ne mal olduklarını bildiği için şehvet temasını özellikle seçmiş, dinin en yıkıcı perhizlerinin şehvetin alanına denk düşmesinden hareketle, ateizmin düşsel vaadini şehvetle ilgili vaatlerle sınırlamıştır. jean-louis, karşısındaki nefis bebek maud'nun geceleri çıplak yattığını bilmektedir, kaldı ki maud yatağa girmeden önce hepimizi aşkla titreten bir bacak şov da yapmıştır ve jean-louis başta olmak üzere hepimizi eritmiştir amına koyim. jean-louis, az önce vidal götünün yılışıklığı ve sırnaşıklığı yüzünden militanı olmak zorunda kaldığı inancıyla ateizmin ona vadettiği düşsel maud arasında kalmış zavallı bir teisttir artık. ulan rohmer, gerçekten de bir filmin her detayı bu kadar mı incelikle düşünülür: jean-louis'nin maud'yla konuşurken girdiği hâllere dikkatinizi çekerim, adam kadına bir yanaşmakta bir uzaklaşmaktadır. bu siksem mi sikmesem mi ikilemi olarak da ifade edilebilecek bir kafayı yemedir. göklerde olduğunu ve kendisini izlediğini sandığı tanrısı jean-louis'yi bir taraftan ezmekte, diğer taraftan ise karşısındaki düşsel maud aynı işlemi elemanımıza yapmaktadır; nefis bacakları, az sonra soyunacağı gerçeği vesaire ile. jean-louis'ye o yüzden, babaannemin de dediği gibi "bir afat yapışmıştır." adam ondan şehirli kız görünce götü başı dağıtan taşralı bir oğlan gibi elini kolunu nereye koyacağını bilemez bir hâldedir.

    bence filmin en güzel ve en komik ve en dayanılmaz sahnesine gelelim şimdi de: jean-louis ateizmin ışıl ışıl parlayan dünyasına adım atmamaya direnmeyi başarmıştır ve sarındığı battaniye ile koltuğa uzanmıştır. orada muhteşem muad yine her erkeği titreten bir cilve ile "stupid" (aptal) demektedir. sanki havaya şehvetle üflemektedir bu kelimeyi. teistleri mahveden bir gerçeklik vardır burada: çünkü bu elemanlar hayatları boyunca kendilerini mahkûm ettikleri perhizin tanrının ve dinlerin yalan olması ihtimali doğar doğmaz bir aptallıktan da öte aptallığın ta kendisi olacağını iyi bilmektedirler. "öbür dünyada daha mutlu olmak için bu dünyada hiç otuz bir çekmedim, hiç kadın götürmedim ve sonra da ölüp yok oldum amına koyim!" ha ha ha, maud, jean-louis'ye "aptal" diye üfürürken işte bu kurgudan söz etmektedir.

    peki sonra ne olmuştur? jean-louis daha fazla direnemeden kadının yanına yatmıştır ama eşşoğlueşşek, ben bu inancın militanıyım militanı saplantısı yüzünden yorganın altına girmemiştir. zabahınan kalkmış, muad'nun uyuduğunu görmüş ve tam bir numaracı götveren gibi, "gece uyku hâliyle yorganın altına girivermişim derim," şiarıyla yorganın altına girmiştir usulca. işte ahlak buradadır, işte puştluk buradadır, işte insanın tutarlı olup olmadığı buradadır. met-üst'ün muhteşem sorusunu hatırlayalım: "kimse sizi yakalamadı diye hırsız değil misiniz yani?" her neyse, kaçınılmaz sonuç olarak böyle bir numaracılığa başvuran her zavallıyı ziyaret edecek olan "bahtsızlık" tam da o anda yaşanmış, maud herife sarılmıştır. al sana jean-louis, böyle sikerler adamı, şimdi ne yapacaksın? ha ha, işte jean-louis'nin pili buraya kadardır, bütün bir gece boyunca sürdürdüğü direnişini sonlandırmaya karar vermiş, yani teslim olmuştur. iyinin, doğrunun ve güzelin yumruğu da maud vasıtasıyla yüzünde şöyle patlamıştır: "ne istediğini bilmeyen heriflerden tiksinirim." bir aslan ve bir kaplandır bizim maud'muz. koçtur bu kadın. yine ve yeniden, bu yumruk ahlakın yumruğudur aynı zamanda. ahlak sahibi bir insan ne istediğini bilen ve neyi niye yaptığını kendisine açıklayabilmiş birisidir. sürünceme yoktur onun hayatında. çünkü her eylemden önce kendisiyle bir kişisel toplantı yapıp kararını vermiştir o ve demiştir: "ben bunu yapmam." ya da "ben bunu yaparım." konu kapanmıştır. rohmer, sanki şunu demektedir: inanç, ahlaksız kılar. aslan bu rohmer, kaplan. koç gerçekten. ne istediğini bilmeyen, bir şeye yapmam dedikten sonra onu gerçekten yapmayacak kadar dirayetli olmayan, yani erişkin bir zihin seviyesine ulaşamamış hiçbir insan din karşısında özgürleşemez, yani ateizmle yatağa giremez. mesele budur. jean-louis erişkin olamamış bir zihne sahiptir.

    devamındaki detayları kısaca geçip asıl meseleye gireceğim: françoise, anlaşılacağı üzere dinin bir simgesidir ve jean-louis onu seçmiştir. sonradan ortaya çıkmayan ama alık değilseniz hemen anlayacağınız sır ise şudur: françoise, maud'nun eski kocasının metresidir. işte yine ve yeniden rohmer dehası: maud kocasını anlatırken onun çok saygın biri olduğunu söylemişti, yani herif esaslı bir burjuvadır. françoise ise geçmişte onunla yatağa girmiş bir metrestir. bu ortaçağ'a yapılmış efsanevi bir atıf ve hıristiyanlığa sokulmuş izah edilemeyecek kadar güzel bir çomaktır: bu din, ortaçağ'da halkı sikip atan zenginlerle aynı yatağa girmiş, onların metresliğini yapmış bir dindir demektedir rohmer. işte jean-louis bunu seçmiştir. senin yozluktan korkup da tutunmaya çalıştığın inancın budur işte jean-louis. ne güzel, ne sade, ne sessiz ve ne vurucu bir anlatımdır bu. jean-louis ile françoise'nın "bir daha bu konuyu açmayalım," demeleri, hıristiyanlığın asla silinmeyecek utancının üzerinin örtülmesidir. bugün aynı şeyi türkiye'de islam da yaşamaktadır, bu dönemde islamın muktedirin neyi olduğu gerçeği hiçbir zaman silinmeyecek ve bu kara leke iyi ki sonsuza dek onun alnında kalacaktır.

    şimdi o girişte sözünü ettiğim trajediye ve hipotez a ve hipotez b tartışmalarına gelelim. maud neden vidal benim tipim değil demiştir? cevabı vidal'in hipotez b'yi seçmesidir. vidal de ne kadar ateist geçinirse geçinsin zihnen erişkin olamamış biri olduğunu hipotez b'ye "inanmak zorunda olduğunu" söyleyerek ortaya koymuş birisidir. jean-louis dine sarılmakta ve samimi olmayan bir yarraklığı kucaklamaktadır, vidal götü de aynıdır, jean-louis'nin dine sarıldığı gibi o da samimi olmayan bir biçimde hipotez b'ye sarılmaktadır. maud, hem ateizmin hem de saf ahlakın simgesi olan maud vidal'i bu nedenle sevmemiş, sevememiştir. evet, onunla yatmak gibi bir hata yapmıştır ama o kadar, bir daha elemana yanaşmamış, onu yatağına almamıştır. aslan bu maud.

    son sahne: maud ile jean-louis'nin plaj yolunda karşılaşmaları. orada muhteşem bir detay var: "hiç değişmemişsin," muhabbeti dönüyor uzun uzun. rohmer'in söylemek istediği şey şudur: insanın aptallığı ve buna bağlı olarak gelişen trajedisi asla değişmemektedir, değişmeyecektir. ben rohmer kadar umutsuz değilim ama burada bir film okuyoruz, rohmer efendi o son sahnede bunu söylemektedir. ardından jean-louis tam da bir eşşoğlueşşeğe yaraşır bir biçimde karısına yalan söylemektedir ve bu salaklar çocuklarının da elinden tutarak denize koşmaktadırlar. işte bizim orada burada örnek gösterdiğimiz "mutlu aile tablosu"nun ne olduğu budur. görüntü yanıltıcıdır, derininde iki tane pisliğin yuvasıdır o yuva, inancın ahlaksız kıldığı bir çift var o tablonun özünde.

    trajedi: zihnen erişkinleşememiş her insan varoluş sıkıntısı karşısında bir şeylere tutunmaya çalışan insandır. aynı insan tutunacak bir şeyi kendi elleriyle yaratmayan, arayan insandır. eğer bir şeyi kendi ellerinizle yaratmamış, arayıp da bulmuşsanız siz belirleyici değilsinizdir. sözgelimi bir insana tutunmaya karar verdiniz, sizi o insan belirler. ona dal dediğiniz anda siz kendinizi ona göre yeniden kurgulamalısınızdır. oysa tutunacağı şeyi kendi elleriyle yaratan insan öznedir, o belirlenmez, kendi tarihini kendisi yazar ve belirler. insan onurundan gücünü alan ve bu onur üzerinden inşa edilen ahlak da buradadır; işte o başta açtığım trajedi bahsi.

    ruşen çakır'ın da dediği gibi: evet, söyleyeceklerim bu kadar iyi günler.
    --- spoiler ---

    edit: imla.
  • fransız sinemasının şaheserlerinden biridir.ayrıca katoliklik üzerine çekilmiş belki de en güzel filmdir.
    rohmer üstadın ahlaki hikayelerinin bu üçüncü bölümü kanımca kadın-erkek ilişkileri ve hristiyanlık üzerine yazılmış bir 19. yüzyıl romanı nefasetindedir,ama 1960'larda geçer.
    (françoise fabian ile marie christine barrault da 60'ların fransasındaki kadınlar bu kadar mı güzeldi dedirtir filmi izleyenlere.)
    filmdeki başkarakter jean louis trintignant 'ın oynadığı jean louis karakteri,hayat konusunda kafasında soru işaretleri olan,hafiften depresif bir katolik mühendisi oynar,diğer başkarakter ise filmde oynamamasına rağmen her üç cümleden birinde adı geçen blaise pascaldır.dönemin klasiği olarak bir de komünist ahbap var ki onu da antoine vitez oynamakta,bol bol tanrı,peygamber,katoliklik,jansencilik sohbeti tabii.
    ve jean louis'nin kadınlarla olan ilişkileri de kendine has bir ritmi olan bu dingin filmin temel olay örgüsünü oluşturuyor.
    filmlere dair yazılmış yazıların hası spoiler vermeyenidir felsefesinden hareketle yazıyı burada kesiyor,avrupa sineması denen (ki pek doğru bir tabir değildir bu satırların yazarına göre) deryaya dalmak isteyen herkesin bu filmi mutlaka görmesini tavsiye ediyorum,ayrıca dvd'si de orta dünyada mevcut...
  • ne istediğini bilen ama çelişkilerle dolu katolik bir adamla açık sözlü ateist bir kadının geçirdikleri yaklaşık 24 saat. oyunculuklar ve senaryo çok iyi, fransız sinemasının 60’lı yıllarda ne kadar başarılı olduğunu hatırlatır. bu dönem filmlerini ve uzun diyaloglarla karakterlerin (belki de kendimizi) sorgulandığı sahnelerin büyük yer tuttuğu filmleri sevenler için ideal.--- spoiler ---

    aslında film iki gece; jean-louis bir gecesini ateist maud çıplakken onun yatağında, diğer gecesini ise kendi kalıplarına uyan katolik sarışın françoise’in kaldığı öğrenci evinin bir odasında geçiriyor. filmde bize gösterilen bu iki farklı duruma karşın maud alabildiğine açık sözlü ve dürüst; françoise’nın ise inandıklarından farklı bir geçmişi gizlediğini görebiliyoruz. bu da inanç/ahlak kavramını yeniden sorgulamamızı sağlıyor. sonunda bunu jean-louis de anlıyor ama yokmuş gibi davranmak belki françoise’yı gerçekten sevdiğinden belki de inandıklarını gölgelememek için işine geliyor.
    --- spoiler ---
  • tövbe etmiş, püriten bir adamın baştan çıkarılmayla mücadele etmeye çalıştığı film.

    --- spoiler ---

    jean-louis'nin prensipleri inancın ve aşkın önüne geçmiş durumda. fransa'ya dönüp kırsalda yeni bir hayat kurmaya çalışır. eskinin günahlarını geride bıraktığını sanar ve tövbe eder. hayatını prensipler üzerine kurmuştur. ne kadar varsa, o kadar da sınır vardır. ne kadar sınır varsa, o kadar da bu sınırı aşma arzusu vardır.

    jean-louis, maud'un kendisini baştan çıkarmasına izin verir. zoru oynamaya çalışsa da oynadığı bir oyundur aslında ve en sonunda maud, o yataktan çıkmasa jean prensiplerini yıkmaya hazırdır.

    françoise'ın evine gitmeden önce maud'a delice aşık olduğunu düşündüm ancak maud'un tam tersi iffetli görünen ve baştan çıkarmayla hiçbir alakası olmayan françoise'a da yakınlaşmaya çalıştı jean.

    hiç kimseyle tek gecede yatmadığını söyleyerek övünen jean iki gün içinde iki kadınla yatmaya çalıştı. etrafımıza çizdiğimiz sınırların genişliği hayattaki tutarsızlığımı belirliyor. sınırı dar bir bölgeye çizersen, o kadar sınır aşımı yapıyorsun.

    --- spoiler ---
  • maud'la bir gece, dini bütün bir katolik olan jean-louis ve güzel, entelektüel, rahat kadın maud ile marksist arkadaşları vidal arasındaki açık, etkili, nükteli, tam rohmervari ilişkinin öyküsünü ele alır. bu üç kişiden hiçbiri göründüğü gibi değildir; aralarında tümüyle dürüst davranan tek isim, önüne gelenle yatağa giren maud'dur * sade bir anlatım, çarpıcı bir son * kadın-erkek ilişkilerinin 'üçüncü kişisi din' bakış açısıyla çekilen "ma nuit chez maud", rohmer'in başyapıtı olarak biliniyor. bu filminde de yine bir aşk "üçgeni" denilebilecek bir ilişki üzerinden hristiyan ahlakını odağına almış. iyi de yapmış.

    kadın-erkek ilişkilerinin 'üçüncü kişisi din' bakış açısıyla çekilen "ma nuit chez maud", rohmer'in başyapıtı olarak biliniyor. çekimleri fransa'da yapılan film, her pazar günü kiliseye giderek ibadetini yerine getiren jean louis adındaki bir adamın kadınlarla yakınlaşmasını konu ediniyor.uzunca bir zaman yurt dışında yaşamış olan jean louis, nihayet ülkesine dönmüş, kendine sakin ve düzenli bir yaşam kurabilmiştir. sıkı bir katolik olan jean louis, her pazar gittiği kilisede gördüğü sarışın bir kadından hoşlanmış ve onunla evlenmeye karar vermiştir. ancak genç adamın bu planı, eski okul arkadaşı vidal'ın onu maud'da kalmaya davet etmesiyle alt üst edecektir.
  • rohmer'in "6 ahlak hikayesi"'nin üçüncüsü. maud karakterini oynayan hanım taş gibi. sarışın hanım da ayrıca güzel. mühendis, doktor, felsefeci bir odada oturup konuşuyorlar, bunlar aynı zamanda katolik, kadın ve ateist'ler. mühendis başta kendisini iyi savunsa da sonra gardı düşüyor, sahtekarlığı açığa çıkıyor. le genou de claire deki gibi kadın bizim katolik mühendise ders veriyor diyebiliriz. güzel bitiyor, fin yazıyor ve film siyah beyaz.
  • film değil sanki felsefe dersidir. vidal'ın bir tiradı vardır ki beni uzun uzun düşündürmüş, insanın kendini inandırabilme ve gerektiğinde kandırabilme gücüne aydırmıştır. gerçekten de hepimiz, hayata devam edebilmek için bir şeylere inanmak zorundayız.

    --- spoiler ---
    hipotez a, toplum ve siyaset anlamsızdır. hipotez b tarih anlamlıdır. ancak b'nin a'dan daha doğru olduğuna pek emin değilim. muhtemelen tersidir. b hipotezinin doğru olma olasılığı yüzde 10 diyelim, a da yüzde 80 olsun. bununla beraber, b hipotezini seçmek dışında bir şansım yok. çünkü yalnızca tarihin anlamlı olduğunu savunan hipotez hayatıma devam etmemi sağlıyor. diyelim ki ben a'yı seçtim ancak oranı az olmasına rağmen b doğru çıktı. bu durumda hayatımı heba etmiş olacağım. bu nedenle hayatımı ve eylemlerimi haklı çıkarmak için b'yi seçmek durumundayım. yüzde 80 yanılma olasılığım var, ama bunun hiçbir önemi yok. matematiksel beklenti. olası kâr bölü olasılık. b hipotezinin olasılığı az olmasına rağmen olası kârı sonsuz oluyor.
    --- spoiler ---
  • mubi'de gösterimde olan filmdir.
    "aşırı tevazu kibirdendir."
  • eric rohmer sevdalısı bir insan olarak bu filmi sonlara bırakmıştım. filmi yeni bitirdim ve çok rahatlıkla rohmer filmleri arasında top 3'ümde yer buldu.

    yine farklı karakterler. bu farklı karakterlerin düşünceleri, ahlaka bakışları, dini düşünceleri, inançları ve duyguları birbirleriyle çatışıyor, uyuşuyor ve birbirine karışıyor.

    üniversite ikinci sınıftayken, belli başlı dini inanç ve prensiplere sahip ben, maud kadar güzel olmasa da, yine oldukça çekici bir kızın evinde bulmuştum kendimi. jean-louis'in hissiyatını o kadar iyi anlıyorum ki...
  • maud'un evindeki aşırı tüylü battaniyesine hayran olduğum film.
hesabın var mı? giriş yap