• isabel allende ilk romani ruhlar evindeki her karakter icin roman yazsa, yine cok severek okurdum. sili’de bir ailenin kadinlarinin uc kusak hikayesini buyulu gercekciligin tum unsurlariyla anlattigi romanin birbirinden renkli karakterleri var. ask, huzun, intikam, eglence, siyaset, tarih, hayaller, efsaneler ile cok surukleyici, oyle bir icine cekiyor ki hic bitmesin istiyorsunuz. sili'de yasanan aclik, sinifsal farkliliklarla gelen siyasi olaylar masalsi anlatimla ustaca anlatilsa da, ilerleyen sayfalarda darbenin toplum uzerindeki korkunc etkilerini okumak gerceklerle acitiyor. su sozde kendimi buluyorum: "oldum olası gururluyumdur. gururum yüzünden çoğu kimselere oranla çok daha büyük acılar çektim"
  • şahane bir roman demek zannederim ki abartı olmaz.

    bir ailenin neredeyse bir asırlık tarihini 3 kuşağın gözünden okuyorsunuz. trueba garcia'nın geçirdiği dönüşüm hepimizin sarsılmaz inançlarının belki bir gün yıkılacağını ve sevginin kutsallığını gösteriyor. fonda şili tarihinde önemli iz bırakan çalkantılı günler... tarihin nefretle anımsadığı pinochet... bir sistemin çöküşü, darbe günleri, insanlık dışı işkenceler, açlık, sefalet ve bir ülke tarihinde bir sayfanın kapanışı. darbenin ardından düşünceleri uğruna insanın insan olmaktan utandığı sonsuz işkencelere maruz kalan insanlar... kafası pislik dolu çukurlara sokulan, mezar boyutunda hücrelere tıkılan, kollarından asılan, bacaklarının üzerinden kamyonetle geçilen, vücudunun her zerresine elektrik verilen insanlar...

    insanlık tarihinin simsiyah sayfalarından birini anlatıyor bu roman. ve ne yazık ki ne kadar uzak bir coğrafyada geçerse geçsin türkiye yakın tarihinden de çok şey anımsatıyor.

    bu roman resmen boğazımda düğümlenen bir hıçkırık oldu. ama gel gör ki ne ki baştan aşağı propaganda yapan ne de insanı kasvetle dolduran bir roman bu. aksine gülümseyeceğininiz çok şey de var. sözgelimi ruhların sultanı clara'nın oynattığı tuzluklar uzun zaman hatırımdan çıkmayacak gibi gözüküyor.
  • sağcı bir orospu çocuğu olmayışımı borçlu olduğum kitap.
  • isabel allendenin ilk romanıdır. ailesindeki kadınlara itafen yazdığı çarpıcı bir kadın hikayesidir. olabildiğince kadınlara yönelik bir roman gibi gözükse de salvador allendenin seçildiği ve pinochet tarafından devrildiği dönemi, bu döneme nasıl gelindiği ile ilgili tarihi bir belge olarak da alınabilir. edebi açıdan gerçekten yazarın başyapıtıdır. ancak can yayınlarında çıkmış olan çevirisi hem yetersiz, hem de dizgisel olarak hatalarla doludur.

    beyaz perdeye uyarlamasında erçekten çok başarılı oyuncu kadrosunun varlığı ile kitaptan uyarlanan kısmın zayıflığı giderilmiştir. ikisini ayrı ayrı değerlendirebilene (kitabı kitap olduğu için, filmi de senaryodan ibaret olduğu için izleyebilen kişiler) bu yapım da gerçekten güzeldir.
  • (bkz: #8661085)
  • yüzyıllık yalnızlık* sonrasında okunursa gabriel garcia marquez okunuyormuş gibi hissedilir. isabel allende, marquez'den etkilenmiştir zaten ama bu kitap yüzyıllık yalnızlık'a göre büyülü gerçekçilik akımının etkilerini daha az barındırıyordu.

    --- spoiler ---

    özellikle son kısımlardaki siyasi olayların anlatımı çok etkileyiciydi. okurken türkiye'nin yakın tarihini takip ediyormuş gibi hissettim. iktidara sol'un gelmesi, sağ'ın sol'u devirebilmek için çevirdiği entrikalar, karaborsacılık, temel tüketim mallarına ulaşabilmek için girilen kuyruklar, karne sistemi, devlet başkanını gözden düşürmek için atılan cinsel içerikli iftiralar, zengin olan sağ kesimin medyayı satın alması, amerika destekli darbe, işkenceler...
    farklı coğrafyalarda her yüksek çıkan sesi bastırma eğilimi, her hak hukuk diyeni sindirme politikası...
    --- spoiler ---
    ağlattı hakikaten. olağanüstü bir kitaptı.
  • yarısından çoğunu okuduğum ve halen de okumakta olduğum kitap. isabel allande'nin 3 kitabını almıştım (paula, günlerin getirdiği) ama bununla başlayayım dedim.

    normalde daha yarısını okuduğum bir kitap hakkında yorum yapmayı sevmem.fakat kendime not olarak düşüyorum bunu daha çok.

    kitaptaki karakterlerin hayatlarına dair çok fazla -şimdilik bana öyle geliyor da olabilir- gereksiz detay anlatılıyor. 300 küsür sayfada "bu gerçekten gerekli miydi" dediğim bir çok olay anlatılıyor. eğer bu olaylar bir yere bağlanmayacak da sırf sayfa doldurmak için yazıldıysa kitap bitince müthiş hayal kırıklığı yaşayacağım. yok bu noktadan alıp toparlayacaksa da sırtıma isabel allende dövmesi yaptırıp, kendisini jose saramago sevgimin yanına ekleyeceğim. ya da ne bileyim bir carlos fuentes, mario vargas llosa muamelesi yapacağım kendisine.

    sabırla bekliyorum.
  • adı ingilizce'de the house of the spirits ve türkçe'de ruhlar evi olan kitabın orijinal ismi, çok güzel bir kitap. sanki garcia marquez'den esintiler gördüm bu kitapta, sadece magic realism ile bağlantılı olmayan esintiler...
  • yüzyıllık yalnızlık tadında, kimi zaman eğlenceli olduğu kadar vurucu ve iç burkan, kurguyla gerçeğin birbirine karıştığı, özellikle son yüz sayfasını boğazımda bir düğümle, yer yer gözlerim dolarak okuyup henüz bitirdiğim, beni latin amerika ve edebiyatına daha da bağlayan kitap. olayların bize hiç de yabancı olmayışından belki, etkisinden kurtulmak biraz zaman alacağa benzer.

    --- spoiler ---

    sanıyorum kitaptaki "büyülü gerçekçiliği" clara'nın ölümünden önce ve sonra olarak ayırabilirim. hikayenin "büyülü" kısmı daha çok clara ve çevresinde döndüğünden başta çok da karamsar bulmamıştım. kasvetli "gerçekçilik" kısmıysa onun ölümünden sonra daha baskın çıkıyor. şili'nin seçimle gelen sosyalizmden*, gringo destekli darbeyle gelen diktaya* geçişi de bu ikinci kısımda anlatılıyor.

    başkan'ın* halkına son sözleri, alba'nın gördüğü işkenceler, esteban trueba'nın yakıp yıkan öfkesi, esteban garcia'nın intikamı... ve daha pek çok kısım içinde sanırım içimde en çok yer edenlerden biri de zavallı jaime'nin öldürülüşüydü:

    "...hepsinin elleriyle ayaklarını dikenli tellerle bağladılar ve bölmelere yüzüstü attılar onları. burada jaime ile ötekiler aç susuz, kendi pisliklerinin, kan ve korkularının içinde çürüyerek iki gün geçirdiler. sonra bir kamyonla uçak alanı dolaylarında bir yere götürüldüler. burada, boş bir arsada, artık ayakta duramadıkları için yerde yatarken vuruldular, sonra cesetleri dinamitle uçuruldu. patlamanın zangırtısı ve insan artıklarının leş kokusu uzun zaman havada kaldı.

    köşedeki büyük evde senatör trueba, öylesine dişiyle tırnağıyla cebelleştiği rejimin devrilmesini kutlamak için bir şişe fransız şampanyası açmıştı. tam o anda oğlu jaime'nin hayalarının ithal malı bir sigarayla yakılmakta olduğu aklının ucundan bile geçmiyordu. ..." (s.424)

    not: müzisyen pedro tercero karakteri de, darbede parmakları kırılan, elleri kesilip katledilen müzisyen victor jara'dan esinlenilmiş olsa gerek.
    --- spoiler ---
  • aslında konuşulacak çok şey var; ama ben yazar ısabel allende ile en genc karakterimiz alba arasındaki benzerliğe değinmek istedim. sanki o karakter uzerinden kendi yaşamına isik tutmuş yazar. bilmeyenler icin ısabel allende, marksist baskan salvador allende'nin yeğenidir ve okuduğum kadarıyla o da alba gibi bu donemde arananlar listesindeki insanlar icin güvenli geçişler düzenliyordu. ancak alba'nin aksine yazar, kendi adi da arananlar listesine eklenince ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. her ne kadar sonralarda sili'yi terk ettigi icin mutlu oldugunu ifade etmiş olsa da sanırım derinde bir yerlerde ülkesinden göçmek icine yer etmiş olsa ki alba karakterine bunun tam tersi, ülkede kalıp savaşmaya devam eden bir tutum uygun görmüştür.
    bir "fun fact" olarak da yazarın, ıngilizceden ıspanyolcaya ceviriler yaparken kadın kahramanların diyaloglarında, onları daha akilli hale getirmek icin yetkisiz degisiklikler yapmaktan kovuldugunu ekleyelim.
hesabın var mı? giriş yap