• bugün şehirler arası otobüste biri kadın, diğeri erkek olmak üzere iki kişiyi bu dili konuşurlarken duydum. başta sorun değildi, ama zaman ilerledikçe durumdan rahatsız olmaya başladığımı fark ettim. bir zaman sonra ise artık tamamen rahatsızdım. oysa rahatsız olmam çok saçmaydı! önce, anlamadığım bir dil konuşulduğu için rahatsız olduğumu düşündüm; ama bu koca bir yalandı. italyanca ya da ne bileyim, fransızca olsaydı bu diyalog, umurumda bile olmayacaktı. sonra acı içinde fark ettim ki o iki kişinin bir şekilde bana zarar vereceklerinden korkuyordum.

    tüm yol boyunca korktum. en ufak kıpırdanmalarından korktum, tedirgin gözlerle onları izleyip durmuşum yol boyunca kendim bile farkında olmadan. her an bir patlama sesi bekledim, hatta bir canlı bombanın hedef seçmesi için ne kadar uygunuz, onu hesapladım kendimce. belki de hiç düşündüğüm gibi değildir o işler; yabancısıyım, bilemiyorum. onlarsa yol boyunca o beni korkutan dilde konuşup gülüştüler. yani her insanın yapabileceği şeyler.

    erkek olanın annesi olduğunu düşündüğüm kadın, muhtemelen kürtçe dışında bir dil bilmiyordu. belki şehrinden dışarı bile ilk çıkışıydı. eğer öyleyse ne güzel bir karşılama yapmıştım içimden ona. tüm bunları düşündüğüm için kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar çok utandım kendimden. kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar çok canım yandı hissettiklerimden. bana göre hiçbir dilden korkulmamalıydı ya, ikiyüzlülüğümden utandım.

    oysa bana tüm bu mücadele, tüm bu dökülen kan saçma, aptalca ve hatta komik geliyor. önemsemeyi reddedeli çok zaman oldu içimde olan biteni. kimse düşmanım değildir benim, ben de kimsenin düşmanı değilimdir. bunlara rağmen yine de korkuyorsam bir şeyler her zamankinden de çok yolunda gitmiyor demektir bir yerlerde...
  • abd'de böyle eski kafa amerikalılar vardı. biz türkçe konuştuğumuzda bizi uyarır "burada ingilizce konuşacaksınız burası amerika!" derlerdi. demeye cesaret edemeyenler de garson aracılığıyla bize uyarı yollarlardı (bkz: arby's/@ssg). normalde varlığından haberimizin bile olmadığı bu insanlar bir anda gözümüzde cahil, ayrımcı ihtiyarlara dönüşürlerdi. aklımızda öyle yer ederlerdi. ama abd'deki fark oranın cahilinin baya yaşlı olmasıydı. biz ise türkiye'de o cahil ihtiylarların gençliğine denk geldik şansımıza. neyse iki üç kuşak sonra biterler herhalde.
  • biz zamanlar konuştuğum dil... evet. bir zamanlar bir coğrafyada bir sene * boyunca doktor olarak çalıştım. insanların derdine çare olmaya yeminli * olarak oradaydım (bkz: orası).

    dünyanın en sevimli odacısı, herhalde 60'ına yakın, ancak emekli olmamış arafat efendi sağlık ocağı polikliniğinde çevirmenliğimi üstlenmişti. gelen hastanın derdini bana o anlatırdı. ben de çare bulmaya çalışırdım. ama dedim ya, arafat sevimli ve bir o kadar da sosyaldi. hasta geldiğinde "sor bakalım nesi varmış arafat efendi" derdim. başlarlardı muhabbete. aradan geçen süre "neyin var" sorusuna yanıt olmaktan uzaklaştıkça, bir de kapıda bekleyen diğer hastaları düşünerek, araya girerdim "eee arafat efendi??" diye. sevgili dost, o an görevini hatırlayıp hastanın derdini sorar ve bana çevirirdi. en sonunda, "yok" dedim "bu böyle olmayacak... aradan aracıyı çıkarıyorum, hastalarla ben konuşacağım.." "ama nasıl olur doxtor bey" dediler ama inadım inattı. hasta muayane edecek kadar öğrendim konuştukları dili (bu ifade aşağılama olarak alınmasın, 50 kilometre ilerideki başka bir ilçede bu dilimin bir hükmü kalmadığını öğrenmem için çok zaman geçmesine gerek kalmadı).

    zaman geçti, o dilde espiri bile yapabilir hale geldim. tüm sağlık merkezi odacıları (ki hepsi o ilçeden ya da yakın mezralardandı) bana hayretle bakıyordu ben konuşurken. sayılı gün çabuk geçti. mecburi hizmetimin süresi sona erdi. gelirken, o dağları aşarken ne kadar gerildiysem, giderken de o kadar içim buruktu. dosttu terkettiklerim, ilçenin tüm halkıydı. bir daha göremeyeceğimi bildiğim dostlar. hasta olduğumda "doktor da hasta olur muymuş" demeden bana yardım eden, sağlık ocağına tanı ve tedavi için kazandırdığım çeşit çeşit edevattan hayretle yararlanan, sokaktaki ilk karşılaşmamızda bana ya da yanımdaki tıbbi sekretere serseri * dediklerini düşündüren, sünnetimden yıllar sonra bana sabırla at binme talimi yaptıran, hatta sağlık ocağına 10 dakika geç kaldığımda olağanüstü hal bölge valiliğine, il valiliğine ve ilçe kaymakamlığına şikayet dilekçeleri yağdıran, birinin ağrısını dindirdiğimde yanında iki arkadaşıyla birden gelip beni öven, gecenin üçünde doğuma kalkıp, ebenin epizyosuz yaptırmaya kalkıp maalesef yırtık oluşmuş vakayı dikmek zorunda bırakan, ve daha nice öğretici ve güzel anılar bırakan halkı bırakarak bambaşka bir dünyaya, ege'ye dönerken hep aklımda olan dostlar...

    ben ayrılmadan kısa bir süre önce benim yerime gelen doktorla yazıştım sonraları. o zamanlar e-posta yok elbet. bildiğin (ya da bilmediğin) zarf içindeki mektup... şu cümleyi görmek benim içimi eritti: "bu insanlara ne yaptın bilmiyorum, ama -onun gibisi bir daha gelmez- diyorlar" ...

    ben mi? ben atatürk aşığıyım. insanlık aşığıyım. bu memleketin dünyanın en güzel yerlerinden biri olduğuna inanıyorum. insan sevgisinin herşeyi, ama herşeyi aşacağına inanıyorum. öyle safım, öyle salağım işte...
  • anadili kürtçe olan türkçeyi okulda öğrenmiş olan iki kişi tanıdım. ikisi de öğretmen arkadaşım. şimdi adamın dili dönmüyor bi tuhaf türkçe konuşuyor. böyle olduğu için kro keko deniyor bu insanlara ve bu konuşma şekli eğlence unsuru olarak dizi ve filmlerde kullanılıyor. ben senin dilini öğrenicem sora sen benimle dalga geçiceksin vay bee konuşmam ne halin varsa gör derim daha iyi. bi arkadaşımın ingiliz bir arkadaşı var da sık sık türkiyeye geliyor. ingilizce konuşmya çalışıyorum onunla anlaşmaya çalışıyorum dalga geçiyor burun kıvırıyor. en sonunda kırık ingilizcemle bastım fırçayı. biliyosun mecbur değilim senin dilini öğrenip seninle anlaşmaya çalışmaya istersen susayım sen türkçe öğrenene kadar konuşmayalım nasıl olur dedim de kendine geldi. şunu bilmesi lazım çünkü burada ben lütfediyorum ve çaba harcıyorum onunla anlaşmak için. neyse ben öğretmen arkadaşlardan ikincisine döneyim. onda şive yok bir sürü diksiyon kursuna falan gitmiş düzgün türkçe konuşabilmek için. fakat o da kelimeleri bilemiyor. kaç kere denk geldi hani hamurdan yapılıyor ya küçük peynirli filan diyor. ben poğaça diyorum yani adam bildiğin turist. tango kursuna gitmiş kavalyeye klavye diyor. düzeltiyoruz filan. çocuklar böyle şeyleri hiç affetmez tabi onun sınıftaki durumu öğretmenler odasına göre çok zor. yani bu insanların nineleri anaları kürtçe konuşuyor kürtçe türkü söylüyor sen tek millet tek dil tek tek tek dedin diye kendinden geçmişinden hafızasından kimliğinden mi kopsun. ha şiddet çözüm mü. bana sorarsan değil çünkü ben "şiddetle hiçbirşey çözilmemeli insan hakları vb vb" deme lüksüne sahip rencide olmamış öfke biriktirmemiş bir geçmişten geliyorum. türkçe konuşmayacaksın ömrünce ama şu adamı geç, şu tavuğu kesersen konuşabilirsin deseler gene kesmem o ayrı öyle de yufka yürekliyim. ama tekrar söylüyorum belki koşullar beni sert biri yapacaktı bilmiyorum. şu var ki kürt sorununun önemli bir parçasını oluşturuyorsa artık bu mesleleri halletmek gekermez mi mantıklı olan bu değil midir. karşında herşeyi göze almış insanlar var bu zaten yeterince korkutucu. onların da yaptığı zaten korkutmak öldürmek ölmek dahil herşeyi yaparak kendilerini ortaya koymaya çalışmak. ama onlar istiyor muydu bakalım doğuştan itibaren böyle bir mücadelenin içinde olmak. bir kimlik mücadelesi sözkonusu artık onun dışında kalamazsın ki..

    bu vesileyle şunu belirteyim kürtçeyle bağlantılı olarak kürtlerin ve diğer kendini türk olarak değil başka şekilde tanımlayan unsurların anayasaya girmesi haklarına kavuşması bu kadar mı zor anlamakta zorluk çekiyorum. (sen de kardeş açlık grevi yapıyorsun başbakanın keyfi gelirse ölmeyeceksin öyle mi? bu nasıl akıl onu da bilmiyorum)
  • babam benden çok nadir bir şeyler isterdi. evin en küçüğüyüm zaten, oldum olası babamla iletişimim orta halli olmuştur. benden önce büyükler vardı hep. ama her kız çocuğu gibi babamı idol aldığım konular mutlaka vardı. kültürüne hayranımdır mesela, bilgiye açlığına, sürekli okumasına. pek fazla konuşmaz, bir şey söyleyeceği zaman can kulağıyla dinlemem gerektiğini öğrendiğim ise 17-18 yaşlarıma denk gelir. geç tanıştık. çocuklarıyla anadilinde konuşamıyor olmasının bunca sene sonra sorun olacağını elbette düşünmüyordum.

    küçükken babamın ailesiyle görüşüyorduk. hep birlikte soba etrafına oturduğumuzu, hele o çayın tadını unutmam mümkün değil. benim yaşım 4-5 bu arada. salçalı ekmek- nane ikilisi, kuzenlerle daracık yokuş sokakta koşturmamız, köy hikayelerini dinlemeye çalışmam hafızamda yer etmiş. kürtçe benim için o evdi işte.
    annem "anlıyorum ama konuşamıyorum" diyordu, biliyorduk çok iyi anladığını ama sevmiyordu, canları yanmıştı babam kürt olduğu için. böyle anlatmadılar tabi, "zaman kötüydü, olaylar oluyordu, iş yerine geldiler, ifadesine başvurdurlar", kitaplar yakıldı falan filan. ara ara lafı geçtiğinde söylenirdi, babam hiç konuşmazdı, sadece şahit olduğunu biliyorum, öyle aktivist falan değildi. ama annem kürtçeyi sevmedi. biz de öğrenemedik haliyle. babamın baba ocağına gittiğimizde çat pat türkçe konuşuyolardı, muhabbet koyulaştıkça bi anda bakmışsın kürtçeye kaymış oluyordu. pencere kenarına sinip ne dediklerini anlamaya çalışıyordum. kafamda dublaj yapıyordum.
    babam yurtdışına gitti geldi bu arada, türkçesi haliyle daha da bozuldu. kafasında üç dile çevirerek konuşuyo, neler yaşadığını şimdi daha iyi anlıyorum. sonra baba tarafıyla görüşmemiz kesildi, kürtçe ile iletişimim de kesildi haliyle. gerçi annemin çok kızdığında söylediği şeylerin başında gelen kuzzulkurtun kürtçe olduğunu yeni öğrenmeseydim, böyle düşünmezdim.

    sonra 90'lar. araba yolculuklarında dinlediğimiz kürtçe kasetler de ortadan kalktı. ben hala küçüğüm tabi, ama ortalık karışık belli. ilkokula başladım. şaka gibi gelecek ama ben 6 yaşımdan beri kimseyi herhangi bir kimliğiyle yargılamadım. o zamanlar faşizmin adını bilmiyordum, ama sadece faşistlerden hoşlanmıyordum. 5. sınıfta 4-5 kız otururken ben aleviyim diyen bi arkadaşa söylenenleri duyduğumda fark ettim bunu. sünni müslüman ve türk olmak, o dönem yaşadığım yer olan güneydoğuda bile revaçtaydı, aııyyy inanmıyorum kürt müsün seen?!? lafını duymam o vakte denk gelir işte.

    ortaokul dönemi, ben ekseriyetle edebiyat ve felsefeyle ilgileniyorum. böyle çok afili gibi oldu ama son raddede ergenlik yaşıyorum. global düşünüyorum ve güncel konularla ilgilenmiyorum. yok sayıyorum büyük başarıyla. savaş oluyor burnumuzun dibinde, ve ben neden olduğunu görmek istemiyorum. aklım almıyor, almak istemiyor. kendi kimliğini, kökünü reddetmiş o kadar fazla insanla karşılaşıyorum ki... sülalenin bi kısmı araştırma yapıyor misal, soyağacının selahaddin eyyübiye dayandığını söylüyorlar gururla bir gün. aradan fazla zaman geçmeden oğuz boyları diye değişiyor bu bilgi, selahaddin eyyübi kürtmüş çünkü. ara ara arkadaşlarım arasından, o ergenlik döneminde hani vardır ya farklı özelliğini öne çıkarırsın, böyle ana akımdan farklı olduğunu vurgulamak istersin, o zaman ara ara duyuyorum "biz kürdüz olm" laflarını. sonra azalarak bitiyor.

    şahsen ben kürt olmakla ilgili sorun yaşamadım, yeterince asimile olduğum ve bu kimliği benimseyecek kadar çok tanımadığım için belki de. çalışanlarından biri çerkez, biri tatar, biri yunan, biri özbek, biri de girit göçmeni olan ve kendisi de aşırı milliyetçi olan, adeta bir fıkra kahramanı eski işverenim özgeçmişimde memleketi görüp "kürtlük falan yok dimi? gerçi sizin oralarda olmaz kürt" dediğinde ehm mehm tabi dediğim için belki de.

    her neyse, geçenlerde babam benden kürtçe sözlük istedi. trt şeş falan var artık, adam o kadar hasret kalmış ki kürtçe pop şarkıları bile dinliyor. artık emekli oldu sayılır, zevkine çalışmak istiyor yahu, anadilini öğrenmek istiyor. işim gereği sözlük nerde satılır, nerelerden alınır biliyorum sanıyordum. gittim kızılaya, karanfil girişinde bir pasaj var. bikaç dükkana sordum kürtçe sözlük var mı diye. bi bana baktılar, bi tipime baktılar, bi daha baktılar. yok dediler. uzay geminizin anahtarını verir misiniz demişim gibi hissettim. başka bi dükkanda adam lazımsa ben tercümanlık yapayım abla falan dedi, yok sağol dedim. zafer çarşısının o tarafa gittim, bi kaç yere daha sordum, buralarda olmaz dediler. vatanınızın yarısını almak istiyorum verir misiniz demişim gibi hissettim. bugüne kadar 5-6 ayrı dilin, birisi epeyce özellikli olmak üzere bi ton sözlüğünü almışımdır. arkadaş kürtçe yahu? bir dil. memleketinizin ortasına nerdeyse başka ülkelerin bayrakları dikilmiş ses çıkarmıyorsunuz, bir kürtçe sözlük sordum diye sopalarla kovalanmadığım kaldı. neyse, bi yerde aklıbaşında birini gördüm, yok ama getirtiriz dedi, eyvallah dedim, geldiğinde gittim aldım. babama gönderdim, adam o kadar mutlu oldu ki ya. oturup kelime çalışıyor bu yaşta. bilmediğim ne çok şey varmış diyor. yanlış bildiklerini öğreniyor. imkanı var, çalışabiliyor. ne güzel değil mi?

    bunu neden 60 yaşından sonra yapıyor peki? neden çocuklarıyla anadilnde konuşamıyor? yani benim hayatımda böyle bir örnek olmasaydı ben de bu kadar safça bakamayacak mıydım? bir dilin bir ülkeyi bölebileceğini mi düşünecektim?

    izin vermediğiniz daha doğrusu izin hakkını kendinizde görmenizin bile garip olduğu durumlarda, baskıladığınız isteklerin gitgide masumiyetten uzaklaşabileceğini görmüyor musunuz?

    anı entrisi gibi oldu, özet geçeyim. kürtçe yaşayan bir dildir. bu ülkede konuşulan bir dil. gelişimi sekteye uğramışsa, edebi alanda çok yetkin eserler verilemiyorsa, konuşan kişiler yazmayı bilmiyorsa bu kürtçenin suçu değil bu düzenin suçu.
    her ne kadar genellemeden hazzetmesem de görüyorum ki türkçe bilen kürtler bu sebepten adeta birer ardıl çevirmen olarak yetişiyor.

    eğitim sisteminin ne kadar sıkıntılı olduğuna kafa yoracak kadar içinden geçtim, ana dilde eğitim ya da anadil eğitiminin korkulan sonuçları vermesinden ziyade mevcut sıkıntıları büyük, çok büyük ölçüde azaltacağına inanıyorum. eğitilmemiş, düşünmeyen bireyin daha vahim sonuçlara gebe olduğunu hangimiz söylemiyoruz?

    bu kadar korkmayın kendinizden. bu kadar ötekileşmeye gerek yok. bugün bu toplumda yaşayan herhangi bir bireyin ermenice ya da kürtçeye ingilizce ya da arapça ile aynı mesafede olmaması bizim suçumuz. bu mesafe eşit düzeye gelmedikçe bir arpa boyu yol almayı beklemeyelim lütfen.
    insanın kolundan bacağından nefret etmesi, midesinden tiksinmesi ya da ne bileyim herhangi bir uzvunu yabancılaştırması ne kadar garipse ve kötü sonuçlar doğurursa, toplumun onu oluşturan etmenlere yabancılaşması, ötekileşmesi ve dahası nefret etmesi o kadar gariptir, kötüdür. etmeyin.
  • bir sözlükteki herkes filolog olabilir mi? eğer konu kürtçeyse olabiliyormuş kardeşim. artık türkiye'deki dil bilimcilerinin bile tartışmadığı, dil olarak kabul ettiğini adam öğrendiği 3-5 kelimeyle çürütmeye çalışıyor.

    o yüzden en iyisi şu: kürtçe bir dil olsa bile kürtler, bazı kardeşlerinin kalbi kırılmasın diye buna "tam olarak anlaşılmayan sesler bütünü" demeli. bu sanki biraz uzun mu oldu, öyleyse lehçe desinler evet, tek kelime daha kolay hangi dilin lehçesi diye soran olursa zaten farsçanın dersiniz bu net. "oğlum farsçanın olsa, farslar bunu dile getirmez mi?" diye sorup itiraz eden olursa kesin o teröristtir bu da net. başlıktaki birçok entryiden de anlaşılıyor ki kardeşleriniz sesler bütünü demekten vazgeçmiş ve lehçe demeye başlamışlar bile bu kürtler için büyük bir şeref. ve artık kendi aralarında konuşanlara da saygı duyuyorlarmış vay be! amaaa yine de kürtler çok şımarıp her yerde konuşmamaya dikkat etmeli. buna saygı duyan hassas kardeşlerini kullanıp abartıp kürtçe bir dildir dememeli.

    özet: kürtlerin tarihi, konuştuğu dili, müziği, partisi, kültürü ve hatta tuttuğu takımdan sevdiği renge kadar kardeşlerini rahatsız eden ne varsa onlardan uzak durmalı ya da kardeşlerinin uydurduğu tanımlamalarla hareket etmeli. çünkü kardeş olmak bunu gerektirir!

    bu aşağıdakilerin hiçbirine gerek yok aslında ama yine de bazı kardeşlerimiz eğlensin diye ekliyorum:

    ama sayıları yok:
    (bkz: #19687654)

    edebiyatı yok kardeşim:
    (bkz: #80849955)

    lehçeleri nerede:
    (bkz: kurmancî)
    (bkz: soranî)
    (bkz: zazakî)
    (bkz: hewramî)

    kendi aralarında anlaşamıyorlar ya:
    (bkz: #114158163)

    ama bu bildiğin farsça:
    (bkz: #33633485)

    tamam da kardeşim devlet olmamışlar:
    (bkz: #117747670)

    ben sana niye inanayım ki beni türk tarihçilere emanet et:
    https://youtu.be/mt2njrxemgm

    ben sayılardan anlıyorum bana sayılarla gel:
    (bkz: #120335340)

    iyi de peki şuna ne diyeceksinciler için:
    (bkz: #112879311)
  • üniversiteye, yani istanbula ilk gittiğimiz yıllardı. üzerinden bayağı zaman geçmiş, belki bilmeyenler vardır, 80 ve 90'ların başında "kürt" diye bir milletin olmadığı resmi dille iddia ediliyordu.

    taksimdeki mc donalds'ın önünde otobüs bekliyoruz.. birden, bir tezgahtar ile bir adam tartışmaya başladılar. adam (ki 25 yaşlarındaydı) para üstünü alamamış tezgahtardan, yani çok basit bi mevzu, doğrudan polise gitmiş memurla dönmüş geriye. polis ikisini önce barıştırdı, ama adamın dediklerine ikna olamış ki, para olayını çözmedi. adam alamadığı para üstüyle kaldı.

    barışmaları zorakiydi, polis zoruyla birbirlerini öptüler, sonra tezgahtar arkasını döndü, herkesin duyabileceği şekilde okkalı bir "amına koyım" çekti... parasını alamayan adam da yürüyordu söylene söylene, birden hiç bizim anlamadığımız dilde birşey söyledi (evet kürtçeymiş.. bir insan sinirini nasıl başka dilde ifade eder ki.. kendi dilinde 2-3 kelimelik bir küfür etti muhtemelen )

    sonrasını biraz kabus gibi, belki anlatmamak en iyisi.. ama olayı izleyen kalabalıktan "aa kürt'müş" tepkileri yükseldi birden, olay yerinden uzaklaşan polisin kulakları dikildi, koşarak geri dönüp adamı kollarından yakaladı... iki polis arkadaşı daha bu yabancı dili duydukları gibi koşmuşlardı. adamı herkesin gözü önünde, o sırada dizili dükkanların arkasına sürüklediler, tek duyduğumuz adamın "türkçe" yalvarışları ve 2 dakika sonra gelen haykırışlarıydı..

    herkes kafasını öne eğdi birşey demeden gitti.. kürtçeyle ilk tanışmamız pek hoş olmamıştı..

    bu yaşananların üzerinden 15 yıl geçmesine, birarada yaşadığımız insanların anadilleri resmi olarak kabul edilmesine rağmen, hala bazılarını rahatsız eden dil-miş..
  • filolojide (türkoloji) olan biri olarak söylemeliyim ki kaba bir dil değildir. en azından diyarbakır, van gibi bölgelerde konuşulan dil yöreye göre nispeten daha naiftir, çünkü ırak bölgelerine geldikçe arap seslerinin yapısı görülmeye başlar. buralarda yaşayan türkmenlerin de türkçelerine bu arap sesleri yansımıştır, bu yörenin etkisidir. tabi esasen her gırtlaksı yapı da arap fonetiği demek değildir, bunu da belirtelim. türkçenin kıpçak lehçelerinde de sert ses yapıları bulunur, ha keza farsçanın kendisinde de çeşitli gırtlak yapıları mevcuttur, bu ayrı bir konu. bu ağızda seslerin nerelerden şekillendiklerine göre fark edilir.

    ben azerbaycan türkçesinin ses özellikleriyle kürtçenin sesleri arasında da bazı benzerlikler görüyorum yöre etkisiyle. mesela azerbaycan türkçesinde e ünlüsü daha baskındır a sesine göre, bu durum van, diyarbakır bölgelerinde de var gibi. ülkemizde batman, şanlıurfa gibi bölgelerde konuşanlar daha gırtlaksı konuşurlar, arap fonetiği kendini göstermeye başlar, bu da yöre etkisidir. benim şahsi olarak gözlemlerim bu kadar. bu dilin konuşuru değilim, yapısı hakkında da bilgim yok. farsçanın yapısını az çok bildiğim için oradan bazı tahminlerim var, o kadar.

    ülkemizde kürt dili bölümleri var, onlar karşılaştırmalı dil bilimi çalışmaları yapıyorlardır muhtemelen. bu çalışmalar yapılmalı da. bunları biz yapmazsak, elin yabancısı yapar. bunun örnekleri türkçenin kendisinde bile var. orta asya'daki çalışmaların çoğu ingiliz, alman, rus bilim adamlarının yaptığı işler. hala da yapmaya devam ediyorlar. bilimin her alanında çalışmalar üretmeliyiz, kendimizi, çevremizi tanımak zorundayız.
  • bu dilin türkçe'nin bir lehçesi olduğunu düşünmek ya da bunu bilimsel bir iddiaymış gibi savunmak zaten başlı başına bir dingillik örneği ortaya koyar. türkçe sondan eklemeli bir altay dilidir ve mensubu olduğu ailenin çok tipik özelliklerini taşır. o nedenle biri kazakça konuştuğu zaman kelimeleri değil ama şahıs eklerini, çekimleri, cümlenin şimdiki zaman mı yoksa geçmiş zaman mı olduğunu anlarız. oysa kürtçe'de anlayabileceğimiz kelimeler ortak kelime dağarcığıyla sınırlıdır ve şaşırtıcı olan o kadar benzerliğin türkçe ile tacikçe arasında bile bulunmasıdır.

    kürtçe'nin farsça olduğunu düşünmek ise kırgızca'ya kırgız türkçesi demek gibi güdük bir anlayışı ortaya koyar. dil, yek dü se diye saymaktan ibaret bir büyü değildir. dil, ortaya koyduğu maddi kültür varlıkları, edebiyatı, sesletimi, dilbilgisel özellikleri itibariyle benzerlerine oranla dahi çok tipik özgünlükler taşır. farsça ve kürtçe çok önemli benzerlikler taşırlar. çünkü bu aynı ailenin aynı koluna mensup iki dilin kaçınılmazıdır. farsça, şehnamesiyle, bostanı, gülistanı, mesnevisiyle bambaşka bir dildir. kürtçe ise kendi edebiyatını, kendi dilbilgisel ve dağarcıksal özgünlüklerini kazanmış başka bir irani dildir. bir iranlıyla bir kürdün anlaşması bir hintliyle bir iranlının anlaşmasından daha kolay değildir.

    kürtçe bir dildir. kendi özgün sınırlarını belirlemiş her dil gibi dildir. elbette "yan köyden olup da birbirini anlamayan" kürtler vardır. çünkü kürtler çok geniş bir coğrafi alanda çok farklı kültür ve inanç gruplarıyla tarihi çok eskilere dayanan ilişkiler kurmuşlardır ve nehrin iki yanında bile aynı dil farklı özellikler taşıyabilirler.

    memnun olunsun ya da olunmasın. bu bir dildir ve canı yandığında kürtçe "anneciğim, anneciğim" diye inleyen son insan da ölene kadar, canlı bir organizma gibi yaşamaya, değişmeye ve ölmeye devam edecektir.
  • aşağıdaki iki cümle arasında bir fark göremiyorum:

    'almancayı kaba buluyorum, kulağa hoş gelmiyor.'

    'kürtçeyi kaba buluyorum, kulağa hoş gelmiyor.'

    bundan ötesi, tamamen şahsi kompleksler, ezilen ırk geyikleri falanlar filanlar. birisi 'türkçeyi kaba buluyorum' dese, iyi derim, ne yapayım yani, kaba geliyomuş kulağına? niye ısrarla 'hayır, en iyi dil o bikerem' modunda savunulduğuna anlam veremiyorum.
hesabın var mı? giriş yap