• herkesin bildigi gibi tahtadan yapilan, fakat onun kalitesi neden yapildigina degil, nasil yapildigina bagli olan ruh çağırıcısı (bkz: keman/@jeanluc) çalgıdır.

    dolayisiyla keman,bir mobilya degildir; olmamalidir. eski kemanlar, bilinenin aksine genelde daha kiymetlidir. kemanin bir lutie (lutie= keman yapimcisi/tamircisi) tarafindan elde yapilmis olmasi kiymetini kat kat arttirir. günümüzde teknolojiye uygun olarak da keman yapimi mevcuttur. fabrikasyon diye nitelendirdigimiz bu kemanlar genelde amatörler yada ögrenciler tarafindan kullanilirlar. bir de son zamanlarda çesitli yabanci müzik gruplariyla daha da ünlenen elektro kemanlar vardır. bu ayri bir mizah konusudur girmeyecegim ama bir kemanci için elektro kemanin faydalarini saya saya bitiremezsiniz (sahnede tek jackla, kemanin kendi prossesorüyle verilebilen effect, tonmeisterle kavga sonucu sonuna kadar açilabilen volume tusu vs) ama seyirci açisindan bakildiginda mizah devreye girer. bir düsünün, adam keman dinlemeye geliyor sahnede izban dutu gibi bir herif, elinde de kemana benzer birsey. oradan buradan teller sarkiyor üstelik yarisi var gibi diger yarisi da yok gibi [bu benzetmeler ben ve elektro kemanim düsünülerek yapilmistir (yamaha sv110)]

    yüksek kaldirimda dolasirken yedek mi teli almaya karar verip bir dükkana girdigimde basimdan geçen bir hikayeyi anlatmak isterim. birgün, ismini vermek istemem, camgöz müzige gittim. her ne kadar adamlara güvenemesemde yinede tüm ihtiyacimi oradan karsilarim. tam ihtiyacimi karsilamak üzere gitmistim ki, biri geldi ve keman sordu.(buraya kadar hersey normal gibi gözüküyor. aldaniyorsunuz!) keman soran adam, esini ve kemani çalacak amca çocuklarini ve hatta o amca çocugunun kardesini ve kardeşinin sevgilisini ve onun kankasini (bkz: dallas) getirdiginde anladim ki adam hiçbirsey bilmiyor. bunu anlamak için müneccim olmanin gereksizligine girmeden, keman soran sahisin bir süre sonra "kirmizisi daha mi iyi acaba?" seklinde görsel bir soru sormasi beni hayretler içinde düsürdü ki hemen aklima cem yilmaz'in bazi tiplere karsilik "aa bunun taba rengi bende de vaaar!" seklindeki vakurumsu genis haykirmasi aklima geldi...tabi söz konusu olan, bilgisizlik degil, konusu olan söz, alma düsüncesi ile kemana bakarken "kirmizi daha mi iyi?açti mi?yok yok ben yine eflatun olanini alayim.hem giysimle de uyumlu iyi çalarım; ayakkabılarım da yeşildi zaten..." seklinde bir düsünce tarzina yaklasik düsünce tarzidir... ama yinede sunu belirtmeliyim ki benim bu insanlari gözlemleme sürem 15 dakikayi geçmedi. yanlis izlenim edinmis ve yanlis aktarabilirim.hatam olduysa affola!

    simdi gelelim bu sansasyonel enstrumana...

    keman, ilk bakista ikiye ayrilir, ancak gücü ve kuvveti yerinde olan birisi onu dörde de ayirabilir tabi dörde ayrilmis bir kemanda odun-kömür sobalarimizda çok iyi yanar.bu amaçla kullanabilecegimiz enstrumanlar arasinda süphesiz en iyisi kontrabastir.çocuklara anlatirken "kemanin dedesi" olarak anlattigimiz, ama aslinda kemanin, teyzesinin ortanca çocugunun halasinin eski kocasinin dünürlerinden biri olan (bkz: yalan rüzgari) hantal ama duygulu enstruman, kemandan kat kat büyüktür.keman ailesine söyle bir bakip, kemana baslayalim...en büyük kontrabas, daha küçügü cello diye de adlandirilan viyolonsel, daha küçügü kemanin abisi viyola, ve en küçük keman...(yazik!) orkestrada kullanim açisindan bu dört yayli saz grubu, (ki biz kendi aramizda yaylilar deriz.) temeli olusturur.kemanlar 1. ve 2. olarak ikiye ayrilip, genelde temayi çalarlar hatta bazen oktavlı çalarak daha iyi tınlatırlar. kontrabas grubu bas sesleri, viyolonsel bazi ara sololar ve yine kontrabastaki bas sesleri çalarlar.viyolalarin görevide ara sololar ve armonideki bosluklari doldurmak ve bazı kontrşanları çalmaktir.

    su ana kadar, keman ve yayli çalgilar ailesiyle söyle bir tanistik.simdi gelelim bu keman denen enstrumana.

    keman bu son haline amati ailesi tarafindan xvii.yy’da getirildi. ondan önce kemanin sekli degisikti. viola da gamba ismiyle de arasira duyacagimiz kemanin asil gelisimi, ravanastron-rebab-rubebe-gique-viol-violin seklindedir. viola da gamba ve viola d’amore yine keman ailesinin diger üylerinin eski isimleridir. eski keman, kullanim olarak daha sinirliydi. sadece belli yerlerde belli tinilar için kullaniliyordu.mozart dahil tüm büyük besteciler o dönemlerde keman dahil bir çok enstruman çalabiliyordu.bunun nedeni belki tüm büyük bestecilerin "dahi" olusu, belkide o dönemdeki kemanin daha kolay çalinabilen, daha sinirli bir enstruman olusudur; kimbilir?.belkide egitim sistemi ufak yasta çocuga birçok enstrumani çaldirabilecek düzeyde bizden tabiiki daha ileri seviyededir?belki de adamlarin taa o dönemde bir sürü enstrumani ayni anda dehaca çalabilmesi, bizim su dönemde dogru dürüst çalamamamiz bizi bu bahaneye itiyordur...

    ilk imzali ve tarihli keman, gasparo da salo tarafindan, xvi. yüzyilin ilk yarisi, 1536’dan önce italya’nin brescia kentinde yapilmistir. az önce kemani gelistirerek son seklini veren, amati ailesinden bahsettik. kemanin tarihinde amati ailesi çok önemli yer tutar. inatla aile olarak belirtmemin nedeni, o ailenin fertlerinin neredeyse hepsinin lutie olmasindan kaynaklaniyor. aile içerisinde daha çok nikolai amati kemanin gelisimde önemli yer tutsada, keman açisindan büyük sans olmustur amati ailesi.amati ailesinde andrei amati’de ilk ünvanli lutiedir. keman, ton bakimindan en begenilen ses kalitesine, nicolai amati ve ögrencisi a. stradivarius tarafindan getirilmistir. neredeyse herkesin kulaginda "stradivarius" vardir. evet gerçektende çok çok sinirli olan bu orjinal stradivarius kemanlar, bir çok kereler taklit edilmis ve bir bölümü basarili olmuslardir. ama su ana kadar gördügüm en ilginç kopya “strad”dan bahsetmek istiyorum.beyoglu’nda ikinci el enstruman satin alabileceginiz, kaset,cd çekebilecegimiz bir dükkan vardı bir zamanlar. mcdonalds’in sokagindan girince ilk solda biraz ileride olan bu dükkanda bana gösterilen kemanin içerisinde orjinale çok çok benzeyen antonio stradivarius anno 17** (hatirlamiyorum) hafif sarimsi bir etiket ve etiketin hemen altinda hiç istif bozulmadan daktilo yazisiyla yazilmis bir “made in chekoslavakya” (tabi bu güzide ülkenin nasil yazildiginida tam animsamiyorum,özür!) ibaresi yazılı duruyordu. iste bu komedi unsuru barindiran aniyida anlattiktan sonra yaziya devam edelim.. bugün birçok kemanci taklit stradivarius keman çalmaktadir.hatta bir dönem bir sinava kemanimda olusan bir ariza sebebiyle bir gün önce ödünç alabildigim taklit bir stradivarius'la girmek zorunda kalmistim...onun disinda ilk kemanimda bir "le marquée de laliee" kopyasiydi.yani kaliteli yapilinca, taklit pekde önemsenen birsey degil.neticede her keman, sahibinin imzasini tasir.taklit olarak nitelendirdigimiz keman aslinda taklidi oldugu kemanin modelindedir sadece..taklit olarak asagilamamak gerekir aslinda...

    her kemanci, stradivarius kemana sahip olmak ister (ahh ulan ahhh!) oysa bunun zorlugu, imkansizligina yakin bir noktada bize el sallamaktadir.arada bir burnuna götürüp “nanik” yaptigida görülmüstür...

    keman, uzaktan bakildiginda iki parça olarak görülür.kemanin kendisi ve çalmak için muhtaç oldugumuz yayi.biz yaya arse diyoruz.arse, keman yapiminda özel bir yeri olan mese agacindan yapilmis, killari özel olarak yetistirilmis (genelde beyaz) at kilindan imal edilmistir.en ucunda fildisi, sap kisminda sedef ve deri parçalar bulunabilir. arse iki türlüdür. biri yuvarlak, digeri oktagonal (sekiz köseli).yapim esnasinda seçilen tahtanin özgül agirligi istenilen agirlikta degilse ( bitmis arsenin agirligi: 57-64.5 gr) oktagonal olarak yapilarak, daha az hafif olmasi saglanir. sunu da belirtmeliyimki, bir keman sanatçisi için arse, neredeyse keman kadar önemlidir. çünkü bir keman sanatçisinin sag eli, sol elinden daha önemlidir derler. sag el, yorumu, tonu, kisinin kendine özgü tinisini belli eder.sol el nasil olsa çalisarak ona ayak uydurur (hayir hayir, bu kadar kolay degil!). bu yüzden bir keman sanatçisi için arse çok çok önemlidir.

    konu arse iken, gelin size bazi hilelerimizden söz edeyim.

    bazi keman sanatçilari, özel yapim arse kullanirlar. bu arselerin özelligi, daha kolay spiccato (yayi siçratarak çalma teknigi) yapabilmesi yada daha iyi, daha forte (gür) ses çikarabilmesidir. degisik agirliklarda, içerisine eklenen ve siçramayi kolaylastiran metal bir parçayla saglanan bu küçük hile, keman sanatçisinin becerisi dogrultusunda isini kolaylastirir. kaliteyi yükseltir. ama sunu unutmayin ki hiç bir zaman böyle bir hile doping olarak nitelendirilmez. tüm bunlar legal seylerdir.

    simdi tekrar gelelim kemana. bu uzaktan bakildiginda tek parça gibi görünen enstruman, aslinda 70 parçanin birlesiminden olusmaktadir. tüm bu parçalari açiklamalariyla birlikte az sonra hep birlikte görecegiz........ (haftaya sınavsınız) keman için en elverisli malzeme, arka yüz için kelebek agaci (acer pseudo platanus) ön yüz için ladin agaci (picea excelsea)dir (latince karsiliklari 20 puan). kemanin gövdesinde bu agaçlar kullanilirken, çok daha sert ve yipranmasi bir o kadar güç olan abanoz agaci, keman tellerinin akordunu yapmakta kulandigimiz mandallarda ve kemancinin santim santim ezberledigi, üzerinde parmaklarinin gezdigi tusede kullanilir. bu kisimlar, yapiminda kullanilan abanoz agacindan dolayi siyah renktedirler. bazi kemanlar, çesitli nedenlerden dolayi bu kisimlari da gövde yapiminda kullanilan agaçlardan imal etmis, üzerilerine siyah boyayla boyanmistır. belli süre çalisma zamanindan sonra parmaklar ügzerinde hos (!) siyah lekeler birakmaktadirlar... çogu kemanci için keman bir sevgili, bir hayat arkadasi gibidir. zaten kemancinin kemanina bakis açisi bu sekilde olmazsa kemanci, yeterince kemani ile zaman geçiremeyebilir. evli bir kemanci bile esi ile geçirdigi zamandan daha çok zamani kemani ile geçirmek durumunda kalmaktadir. düsünün; evlisiniz, ve esiniz enstrumaniyla günde 10 saatin üzerinde çalisiyor. 6 saat uyuyor, ve diger zamanida gündelik islerine ve size ayiriyor. buna dayanabilir misiniz? iste gerçek sanatçilar, günlerinin neredeyse tamamini islerine adiyorlar.

    simdi sizlere, kemancilarin sevgililerinin vücut ölçülerini verecegim (bu iyiligimi de unutmayin :p) 1/4 keman=29.7 cm (gövde boyu) 2/4 = 32 cm, 3/4=33.5 cm, 4 /4= 35.5 cm. 4/4 kemanda sap boyu 130 mm. a. stradivarius modeli 4/4 kemanin, tel boyu: 32.7 cm (bazen 32.5 ile 32.8); köprüde tel araligi (köprü üzerinden geçen tellerin arasi) 11.3-5 mm. kisinin kol ve parmak boyuna uygun olarak 4 ayri boyda üretilen kemanlar, 1/4, 2/4, 3/4 ve 4/4 olarak siralanir. kendimden örnek vermem gerekirse, 7 yasinda ilk kemana basladigimda 2/4 boyutunda, yarim keman diye de anilan kemanla baslamistim. biraz büyüyünce 3/4 kemana geçmem gerektigini söyledi keman hocam. su an bile - 4/4 boyunda kemana yillari önce geçmis olmama ragmen - hala bende olan ve arada bir kutusundan çikarip tozunu alip bakimini yaptigim 3/4 kemanim, daha önce de belirttigim gibi bir le marques de lale kopyasiydi. ama bu kopya o kadar basarili bir kopyadi ki tipki diger ögrenciler gibi su an dünya çapinda isim olmus o zamanlar okulumuzda ögrenim gören atilla abimiz tarafindan da çogu kez akort etmek vaadiyle elimden alinip bir süre verilmedigini hatirlarim...taaki ben tiz seslerden zirlayana kadar...

    kemanin agirligindan söz etmek gerekirse, en fazla yarim kilo olmalidir. kemanci için bir keman ne kadar hafif olursa o kadar iyidir. kemanci arkadaslara bir ögüt (bu ögüdü lutiém ve çalgi bakimi hocam sayin ecevit tunali’dan edindim) tel degistirirken, sirasiyla sol-mi-re-la degistirmelidir.bunun gerekçesi, tel degistirilirken bir önce takilan telin yerinden oynamamasi veya akordunun bozulmamasi içindir.

    kalite sirasina göre keman ekolleri siralanacak olursa en iyi kemanlar, italyan, sonra fransiz ve en son alman ekolü’dür.tabi orjinal ve kaliteli alman kemana sahip olan bir kemancinin da köse oldugunu belirtmeme gerek yok...gerisini siz hesabedin...

    keman bahsinde geçilmesi gereken konulardan biri de, reçinedir. reçine, bildiginiz gibi çam agaçlarinda bulunan bir maddedir.bu madde, islenerek kemanin arsesine sürülecek hale getirilir.ve böylece arsenin keman teline daha çok sürtünmesini saglar ve dogal olarak daha gür ses çikmasinda önemli rol oynar. keman ögrenmek isteyen bir insanin, yasi çok önemlidir. konservatuvarlarda 12 yasinda (ilkokul sonrasi) baslayan, 8 yillik zorunlu egitimden sonra kesin durumunu bilmedigim keman eğitimine, çok büyük keman sanatçilarimizin özgeçmislerine bakildiginda 3'lü, 4'lü yaslarinda başladıklarını görebilmekteyiz. bunun nedeni, "agaç yasken egilir"dir. çevremizde müzik bölümü açilan üniversitelerde (bu ne kadar gerekli? ne kadar yararli ayri bir tartisma konusudur), üniversite yillarinda bile keman egitimine baslamis insanlari görebilmekteyiz. fakat unutulmamasi gereken bir sey, bu yillarda baslanilan keman egitiminden profesyonel bir sonuç çikma olasiliginin çok çok düsük olmasidir. ama neticede son sözü kisinin sabri söyler. kisi istekli ve sabirliysa 15-16 yaslarinda bile (belki 17-19 olamasa bile) keman egitimine baslayip, daha sonra bu egitimi konservatuvar ortamina tasiyabilir. geç yasta keman egitimine baslamak için kisinin önünde iki seçenek vardir. kurs ve özel ders. iyi bir kurum oldugu sürece, kurs faydalidir. özel derse nazaran biraz daha ekonomik olmasinin yani sira mezun olundugunda bir sertifika veren kurslarda mevcuttur. fakat özel ders, eger isinin ehli birisi tarafindan verilirse, kisiye özel program yürütüleceginden dolayi, daha iyi olabilir. keman bir gönül isidir. okul atmosferinden uzakta (belki) daha faydali bir çalismaya çevirilebilir. ama kiminle olursa olsun keman egitimine baslayan birine en iyi hatirlatma, sabirli olmasi gerekliligidir. zira keman çok sabir isteyen nankör bir enstrumandir.

    ünlü bir kemancinin bir sözü: "bir gün çalismazsam ben, iki gün çalismazsam esim, üç gün çalismazsam komsularim, bir hafta çalismazsam seyircilerim anlar"... bu sözden keman egitiminin ne kadar ciddi oldugu anlasiliyor. her ne kadar iyi bir keman sanatçisi adayi olarak örnek teskil olamasamda (!) kendimden örnek verecek olursam; su ana kadar olan 18 yillik keman hayatim boyunca, en fazla 1,5 ay keman çalismamis oldugumu söylemek isterim. bunun nedeni, sol kolumun sinav öncesi çalismaktan dolayi geçici bir sakatliga ugramis olmasi idi. bu sakatlik olmasaydi hayatimdaki en uzun keman çalismama süresi 2.5 hafta olacakti...
    biraz durup yazının şu noktasında bir geriye baktim ki ne göreyim?keman gibi çok narin, çok hassas bir enstrumani tanitirken size sakatliktan, kemani güç yardimi ile dörde bese bölmekten bahsetmisim.“bu ne biçim kemanci?” diye sorabilirsiniz içinizden ama sunu belirteyim, sakatlik devresinde doktora gittigimde doktorun bana ilk söyledigi sey “bak jeanluc, insan keman çalmak için yaratilmadi” oldu. ister inanin, ister inanmayin... (inanmayanlar “türker yilmaz, amerikan hastanesi” gidip sorabilir. müzisyenler ve özel sorunlari üzerine ayrica ihtisas yapmis bu doktoru müzisyen olan herkesin bilmesi, tanıması gerektiğini düşünüyorum……

    keman...kimi zaman seytani duygular uyandiran, müziklerde ölüm-seytan-iskelet simgeleriyle bir anilan (saint-säens dance macabre); kimi zaman doğayı, dört mevsimi canlandiran (a. vivaldi mevsimler); kimi zaman imkansizi basarmanin zorlugunu (paganinni 24 caprices); kimi zaman temiz ve saf aski, güzelligi, iki üç notayla kadini-erkegi simgeleyen (çaykovski romeo juliet); kederi akla getiren (j. williams schindler’s list) ve yediden yetmise herkesin dinlediginde bütün duygularini harekete geçiren, alip baska diyarlara götüren keman...
  • kutusundan çıkarırken ve kutusuna koyarken trt 2'nin pazar konserlerinde orkestranın yerlerine yerleşişinin sesinin aynısını veren güzeller güzeli enstrüman, konser başlangıcı simülasyonu.

    ayrıca babamın ben lisedeyken üniversitede iyi bir bölüm kazanırsam bir adet alacağına söz verdiği, sonra yıllarca "derslerine çalış da bir ara bakarız, zaten enstrümanların var," diye geçiştirdiği, üniversitede ilk evime çıktığımda konservatuvar öğrencisi olan ev arkadaşımın çaldığı, böylece bir süre ev arkadaşlığı ettiğim, arada bir çekinerek elime de aldığım; hayalimden kendime ait ve çalabildiğim bir versiyonu hiç eksik olmayan ve sonunda tam otuz beş yaşımda bir adedine kavuşup kursuna başladığım, çalmayı öğrendiğim enstrüman. aşık oldum, şimdiye dek çaldığım her şeyden çok farklı, çok nazik, çok görkemli bir alet, kibar ve nazlı... hiçbir hayal için de asla geç değildir.
  • zor, çok zor bir enstrüman.

    altı yıl boyunca, alt katımdaki çocuğun yay çekmeyi başarmasını diledim muhtelif tanrılardan.

    başardığı sene taşındı.
  • iyi gunume renk katan, kotu gunumde teselli eden, ara sira basli basina stress kaynagi olan, artik parcam haline donusmeye baslayan yoldasim.

    onunla tesadufen kesisti yollarimiz. aslinda piyano caliyordum, bir kac senedir... ama oyle super profesyonel bir temel olusturmus falan degildim. 11 yasinda okulun* sinavina girdim, kulak sinavi bitti, sira bolum belirlemeye geldi.
    kendimi bir at gibi hissediyordum: kalabalik komisyon agzima, dudaklarima, dislerime, ellerime, parmaklarima, boynuma, omzuma, kollarimin uzunluguna bakiyordu tek tek...
    ve yumusacik bir ses geldi solumdan:
    "keman calmak ister misin? bak parmaklarin, ellerin, cok uygun butun vucudun keman calmaya..."
    yuregimin hopladigini hatirliyorum. bir hevesle "isterim tabii!" demistim.
    "o zaman eylul'de gorusuruz" demisti yumusacik sesiyle sonradan mahir cakar oldugunu ogrendigim ogretmen.

    eylul geldi catti, bana keman alindi, hevesliyim, bir an once ogrenmek istiyorum nasil calinacagini. ve ilk hayal kirikligi: korkunc sesler, o denli korkunc ki, kedim bile kaciyor ben calisirken...
    hic aliskin degilim boyle seylere, piyanodan ilk dokunusumda bile anlamli bir ses cikarmistim ya, keman da oyle olacak saniyordum.

    sonra ilk guzel sesin verdigi mutluluk, teknik oturtma cabalari, vazgecisler, "kemani birakiyorum" diye aglamalar, birakamamak, arada derede kalmak yuzunden dokulen gozyaslari, tam bir ne seninle ne sensiz iliskisi.

    keman, zor sevgili... oyle bir kenarda duracak calgi degil. bunu hazmedemiyor, ilgi istiyor, daima...
    her seyin bedelini istiyor. hic bir seyin garantisini vermeyen, kafasina eseni yapan sevgili gibi o. asla "cok iyi caliyorum" dedirtmez, hep acik kapilar vardir, hep bir seyler eksiktir, her an ucup gidebilir sanki, terk edebilir, oyle ucari, oyle basina buyruktur ki. onun kurallari gecerlidir hep. ama adildir. ne kadar onemsenirse o kadarini verir, ne kadar ekmek, o kadar koftedir yani tam.

    ben bir bedel odedim.
    keman calan diger insanlar gibi...
    hayatimi ona gore sekillendirmeyi kabul ettim.

    karsiliginda bana sadece sesini verdi. sicacik sesini... sesinin yarattigi ve sadece calan kisinin boynunda hissettigi titresimleri...

    ve oturduk, sohbet ettik saatlerce, kendi dilimizce...
  • kısaca anlatmak ya da tanıtmak vs gerekirse.

    keman dediğimiz alet perdesiz klavyeli ve yay (arşe) kullanımı gerektirdiğinden dünyada çalınması en zor çalgılardan biridir.çünkü her notanın yerini bulmanız ve her defasında o doğru notayı bulmak için ezber ve bol bol pratik ister.ilgi ister,sevgi ister her isteyen yapabilir diye bir olay söz konusu asla değildir.

    bu güzel aletimizin fiziksel olarak her bir parçası efendi gibi bir ses tonu vermesi için türlü türlü ağaçlardan elde edilir.bundan ötürü kaliteli bir kemanın fiyatı el yapımı olarak az çok 1.000tl den başlayıp 100.000tl ye kadar çıkabilir,sınır yoktur.

    efendim, aletimizin sol-re-la-mi (g-d-a-e) notalarından başlayan 4 teli vardır. bu teller, çelik,gümüş,alüminyum bazen altın alaşımlı olabilir.profesyoneller ise genelde sentetik bağırsaktan yapılmış diye bilinen teller kullanırlar ki en iyi sesin bu tellerin verdikleri söylenir ve ömürleri biraz daha kısadır ilk söylediklerime göre. zaten kemanın ilk yapıldığı zamanlarda tellerin kedi ya da koyunun bağırsağından yapıldığı efsanesi vardır.tam net bilmiyorum o hikayeyi.

    ve bu 4 tel paralel durmasına karşın aynı seviyede bastığınız la telinin 1.tam nota noktası yani si çıkarken mi telinin 1.belirli noktası la ya göre biraz daha yukarıdadır. detay isteyenler için : http://img153.imageshack.us/…nap200702262033ud0.jpg

    notaları ve yerlerini öğrendiniz, sıra yay çekmeye geldi. yayın duruşu, tutuluşu, çekilişi hakkında epey bir vakit harcanıyor alışmak adına. sonra herşey tamam notaları biliyorum yay çekebiliyorum yani düzgün ses çıkarabiliyorum derken size vibrato denen bir kavram karşımıza çıkıyor. (bkz: vibrato) teli titreştirmek dediğimiz bu mevzu çok farklı şekillerde yapılabildiği gibi çok emek,sabır,istek ve yaratıcılık istediğine inanmaktan. titremeye göre çok farklı sıcaklıklarda sesler elde etmeniz ve çalışınıza renk katmanız mümkün.malum kemanda notaya zart zart basarak odun bir ses dizisi,şarkı çalmak ve dinlemek istemezsiniz.bu güzel cihaz işte insanlara bunu sağlıyor.akıp giden ses damlaları ve sizin sayenizde bu damlalar farklı şekillerde damlayabilir.

    son olarak keman için bolca reçine çeşidi vardır.malum arşemize reçine sürmezsek tellerin adam gibi titreşmesini sağlayamayız. gelelim çeşitlere, en bilindik olanlar açık renk (sarı) ve koyu renk (siyah) reçinedir fakat bunların da en az kendi aralarında 20-30 çeşidi vardır ki size sıcak gelsin,sizin istediğiniz,sevebileceğiniz tonlar olsun. ben mesela pirastro oliv evah kullanıyorum. bazen de pirastro red.bunları deneye deneye siz keşfedeksiniz.

    son olarak önerim,yazı biraz karmaşık olduysa kusura bakmayın ayrıca. keman alırken haşırt diye 1000liralık kemandan almayın ki daha az kaliteli alette hem zorlukla başedebiliyor musunuz kendinizi test edin (belki vazgeçeceksiniz,dayanamayacaksınız,paranız çöpe gidecek) ve çaldınız,aleti sevdiniz diyelim.sizin için ömürlük bir alet olacağı için heves edip de 100liralık kemanı çalıp 3000tl lik almayın seviye seviye atlayın ki yolun sonuna binbir zorlukla geldikten sonra o 10.000 liralık kemanın hakkını verin.her kaliteden keman çalın,uğraşın,zorlayın kendinizi.aklıma geldikçe editleyeceğim bu entry mi.
  • çalabilmek için tek gereken sağlam bi kulaktır. 40 yaş üstü, 1 yıldan az bir sürede gayet iyi çalabilir seviyeye gelmiş öğrencilerim oldu oradan biliyorum ki yaş vs o kadar da önemli değil. geç kalmış sayılmazsınız.
  • bir kadin aksesuari.. ya da aksesuari kadin olan bir calgi.
    herneyse, birbirine bu kadar yakisan iki sey daha bulmak zor.
  • en güzel solo enstrüman.dinledikçe dinlenir.
  • kalindan inceye telleri: sol, re, la ve mi'dir.
    perdeleri yoktur. "calicam lan ben bu aleti" diye adamin anasini aglatir.
    kemani tutmayi becerdikten sonra la telinde sol el pozisyonu diye baslar hayat.
  • dün gibi hatırlarım. açık kahve küçücük bir kutusu vardı. elimde sallaya sallaya taşırdım. mahalleden okula giderken ve akşam üstü gelirken arkadaşlarım ters ters bakarlardı. biraz merak, bazen alaycı tavırlarla.. onlar büyüyünce doktor, mühendis, astronot olacaklardı. ben ise kemancı. utanırdım bazen o bakışlarından.

    hatta bir gün dolmuştayken (o zamanlar dolmuşlar ford transit minibüs değildi) orta koltukta zar zor kemanımla sığmıştım, annemin tembihlediği durakta inecektim. neticede büyümüştüm, kocaman olmuştum. annem götürüp getirmeyecekti beni okula... dolmuş ilerlerken tıkış tıkış, yanımdaki adam, olanca düzlüğüyle "büyüyünce ne olacaksın?" diye sordu. dönüp suratına bakıp, "kemancı" dedim. gevrek gevrek gülerek "başka bir şey bulamadın mı?" diye güldü.. üzülmüştüm... şimdi bazen düşünür dururum, karşıma çıksa o adam.. hatırlasa beni.. ne enteresan...

    bazen sinemaya gidiyordum annemle. sadece üniversite öğrencilerine "öğrenci indirimi" yapan as sineması vardı harbiyede. gişedeki kadına kimliğimi göstermek suretiyle dumur ederek indirimli izlemiştim filmi. öyle ya, 12 yaşında o kimliği taşıyorsan ya geniussun, ya da konservatuvar öğrencisi. neden? çünkü konservatuvarın ortaokulu da, lisesi de üniversitesine bağlı..

    keman öğretmenim okul müdürüydü. çok sert adamdı. yolda karşılaşıp selam verdiğinizde selam vermez, gözüyle, eğer çok neşeliyse başıyla hafif bir tebessüm ederdi. 1 saat olması gereken keman dersleri, araya iş güç, ziyaretçi ve telefonların girmesiyle bir saati geçiyordu brüt haliyle.. bir gün sana yeni keman lazım dedi. büyüdün. elimdeki keman, ilk kemanımdı. 2/4. yarım keman olarak da adlandırılıyordu.kemanımı alıp yeni başlayan başka bir çocuğa verdiler.bana yeni keman geldi. fransız bir keman. 3/4 halk arasında 3 çeyrek de denilebilen, "le marques de lali" kopyası harika bir keman. abilerimizden rica ettiğimizde bizi kırmayıp akordunu yapmak için alıyorlar, ama her nedense o akord yarım saati geçiyordu.. biraz daha büyüdükten sonra tam kemana geçtim. rahmetli babam, bir çek yapımı kemanla geldi bir gün eve.çok heyecanlanmıştım. şimdi gerçek kemanım olmuştu sanki.. (hala da bu kemanı kullanırım, bir ufak boyu da evde korunur) ortaokul, lise, üniversite derken büyüdük, kocaman olduk. lise yıllarındaki haytalık dönemim boyunca bile keman çalışmayı hiç bırakmadım. sadece sol kolumdan sakatlandığım dönem, 1.5 ay kadar bir süre kemandan uzak kaldım, haricinde hayatımda hep keman oldu. hayatımda keman oldu cümlesi garip geldi biraz. kemanı yaşadım demek belki daha doğru.. bazılarına arabesk de gelebilir. sorun değil. geldikleri gibi giderler..

    yaz tatillerinde bodruma giderken yanımda hep kemanım oluyordu. mutlaka öğle saatlerinde odada kalıp keman çalışıyordum. bazen de akşam üstleri yemek öncesi.. kemansız tatilim geçmiyordu. gerçi yaz tatillerim 15 günü geçemiyordu. çünkü istanbul'da okulda hoca beni bekliyordu. sabah 9'da okula çağırır, bir oda seçtirir, akşama kadar çalışmamı sağlardı. arada kontrol eder, ders yapardık.bütün yaz bunu yapardı öğrencilerine. tabi öğrencileri bu disiplinde tutmak için kendisi de bütün yaz istanbul'da kalırdı. allah rahmet eylesin, büyük adamdı...

    şimdi düşünüyordum da, gerçekten hayatımı vermişim kemana. o 4 telin, belirli uzunluklarını titreştirerek değişik frekanslarda ses çıkartmak, bu sese sol kol ve bilekle yumuşaklık katarak evrene yaymak düşüncesi çok ruh hastasıca bir fikir... ama güzel !. güzel ve ulvi.. hem, bu neydeki ulvilik gibi de değil. ney çalan insanın "çalarken bir huşu içerisine giriyorum usta" sını, "yazık tansiyonu düştü yine" "e tabi kandaki şeker de yerlerde.." diye yorumlayan adamım. düz değil, realist.. çünkü gerçek sebebi budur. ama kemanda öyle bir şey yok. fiziksel kaslarınızın zorlanması haricinde (ki bunu da "ağaç yaşken eğilir" mantığıyla henüz çok sertleşmeden eklemleriniz, çocuk yaşta eğmeye alıştırılıyor) sağlıksal bir sorun yaratmıyor.. sağda solda "verem yapıyormuş diyolla" lafını kaale almıyorum. kemandan çıkan ses, direkt olarak kulağınızdan kalbinize iniyor...

    bazen canım sıkkınken kemanımı elime aldığımda enteresan şeyler hissederim. ağlarken çaldığımda olmuştur, çalarken ağlattığımda.. e tabi yaş 37 olunca, bunca yıl çalışılagelmenin getirisi olarak birçok albümde, tvde, dizide, filmde, sosyal medyada izleriniz oluyor.. enteresan bir duygu... hiç tanımadığınız birisi, sizin fii tarihinde kaydetmiş olduğunuz bir albümü sosyal medyada paylaşıp size hayranlık duyabiliyor. yolda birisi çevirip, "aa sen yaşar'ın kemancısısın" veya "şu grupta keman çalıyordun" diyebiliyor. sokakta yürüyemiyoruz canım! hatta bir videonuzu izleyip evlilik teklifi alabiliyorsunuz. ben de aldım çokça.. eskişehirde bir yaşar kurt sahnesi sonrasıydı bir keresi.. bir diğeri bir televizyon programı kaydının sosyal medyaya düşüşünden sonra facebooktan geldi. "hem sağ el hem sol elle çalan adama aşık olunur, benimle evlenir misin?" diye.. cevabım çok netti oysa.. "ayna o canım..."

    bazen kutuyu açıp çalmayacaksam bile bakıyorum. siliyor, dokunuyor ve kokluyorum.. evet kokusu çok enteresan.. hafif kekrek, sert. iz bırakıcı ve nankör. dokusu bazen yumuşak, bazı yerleri net ve keskin. bana güvenme diyor sanki.

    birkaç gün dokunmadığım zamanlar elbette olmuyor değil.. her ne kadar hayatımı ondan kazanıyor, profesyonel kemancı mesleğimi icra ediyor olsam da, belli dönemlerde kutuyu nereye koyduğumu bile unuttuğumu utangaç bir dürüstlükle söyleyebilirim. ama ilk elime aldıktan sonra geçen özürler dolu 10-15 dakikadan sonra barışıyoruz. yani şu ana değin hep öyle oldu.

    teknolojiye ilgim, merakım ve yeni şeylere açık olan bakışım nedeniyle 4 telli 5 telli elektro derken 6'ya kadar çıkarttım keman sayımı. klasik kemanımın yanı sıra, 4 telli elektro, o bozulduktan sonra 5 telli elektro, 5 telli elektroyu almadan önce kafaya koyduğum ama bulamayınca diğerini almak zorunda kaldığım 5 telli akustik, 5 telli akustiği alırken "aa bu negzel" diyerek kaptığım 4 telli elektro akustik derken iş çığrından çıkmış.. ha kurum dolabımda katar filarmoniyi kazanıp giden arkadaşıma ait viyolayı da katınca hayli yaylı sazlar evi oldu. bir dönem kız arkadaşımın (şimdi eski) yedek cellosunun aylarca bende emanet kalmasını ve gerek merak gerek diğer sebeplerden aldığım diğer enstrumanları saymıyorum.

    ne işe yarıyor diye soranlara hemen cevaplayayım. sahnesi küçük, davullu gruplarla genelde elektro sazlarla sahne alıyorum. zira akustik enstrumanla o kadar yüksek soundlu olan sahnede feedback olmadan mikrofonlamak mümkün değil. albüm vb gibi kayıtlarda, klasik işlerde klasik kemanımı götürüyorum. çok nadir sahneye çıkarttığım 5 telli akustik kemanım, genelde evde hakimiyet arttırmaya çalışıyor, bazen de keman kayıtlarına götürüp, viyola partilerini de çalıyorum. elektro sazlarla çeşitli prosessorler eşliğinde sesi değiştirdiğim de oluyor tabi. gençken çok yapardım hatta. gitardan basa geçmiş bi arkadaşım vardı grupta. gitar prosessorlerini bana vermişti. işe giderken koskoca boss pedal board ile gidiyordum. enjoy the silents'ı elektro kemanla dinleyeniniz olmamıştır muhtemelen. daha sonra ipade geçtim. yazılımlarla irig kullandım. hatta ayşe saran'ın ilk albüm lansmanında kab (kasım-aralık bunalımları) isimli şarkıyı 5 telli elektro keman-ipad ile çalmıştım jolly joker'de. oysa antalya'daki jolly joker xl'da özlem tekin'e 4 telli elektro kemanla eşlik ediyordum. o zaman ipad yoktu, zoom prosessor kullanıyorduk. sonra alesis io doc2 alınca elektriği icat etmişcesine sevindiğimi anımsıyorum. merak eden bakabilir internetten, mesaj atarsanız da yardımcı olmaya çalışırım düzenekler hususunda...

    ama bir süre sonra elektrodan sıkılıyor insan.. çıkan ses plastik geliyor. oysa klasik kemanda öyle değil. (bu arada klasik diye tabir ettiğimiz keman, bildiğimiz keman. bazen akustik de diyebilirim, bunu elektrodan ayırmak için kullanmışımdır. oysa gitardaki gibi akustik-klasik ayrımı kemanda yok.) klasik kemana dokunduğunuzda heyecanlanıyorsunuz.. çıkan sesinde tahta soundu var.. siz çalarken boynunuzda nefes alıp veriyor... bazen hissediyorsunuz. yıllar yıllar önce hatta belki yüzyıl önce bir ustanın köhne atelyesinde aylarca uğraşarak, milimetre milimetre yontarak, onlarca parçayı tek tek imal edip birleştirerek, sadece kendisinin bildiği, formülünü sır gibi sakladığı özel cilası ile elde ettiği eşsiz enstrumanı, yıllarca siz çaldınız, siz korudunuz, siz ona birşeyler hissettiniz ve hissettirdiniz... sizinle birlikte yaşadı.. hiç bir zaman o keman bir mağazada vitrinde durmadı. hiç üzerine indirim etiketi yerleştirilmedi. (hatta etiket bile yerleştirilmedi) hiç bir ibibik, aa bunun bi koyu tonu olsa daha güzel olurdu diye almayı düşünmedi o kemanı. sadece eline alıp, çalanlar ulaştı ruhuna... tıpkı ben gibi. tıpkı yıllarca özenle koruduğum, birlikte güldüğüm, ağladığım, sınav kazandığım, bütünlemeye kaldığım, kadro aldığım, konsere çıktığım, rock çalıp kafa salladığım, kayıt çaldığım kemanımın ruhu gibi...

    bazen düşünüyorum kemancı olmasaydım neci olurdum diye.. belki mimar, belki bilgisayarla alakalı birşey.. belki pilot. ama iyi ki kemancıymışım diye de ekliyorum kendi kendime. her ne kadar müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışsak ta...

    bazen dışarı çıktığımda canlı müzik dinlemeye giderim. bana göre müzik zaten hep canlı olmalı.. iyi gruplara denk geldiğimde (ki maalesef çok nadir olur) "keşke ben de içlerinde olsaydım" diye iç çekerim. güzel projelerde hayıflanırım; "keşke önce benim aklıma gelseydi" diye. o an sol elimin parmaklarının uçlarına bir şey olur. o abanoz ağacın yüzeyini hissetmek ister kendince. krom teli ince ama sert yüzeyini parmağın tam ortasında hissedip çukur yapmasını... beyin, "sen olsaydın şu müzik cümlesini nasıl çalardın?" düşüncesiyle yorum yapmaya başlar. kalp hızlanır. hiç hareket etmeden keman çalmaya başlarsın kendi düşünde.. işte bu içe ağlamak gibi bir şey. eller cepte keman çalmak. parmaklar basmaz belki, sağ el ileri geri hareket etmez ama çalarsın gayet..

    bazen de sosyal medyada, orada burada karşılaştığın kemancıyı kıskanırsın. muhteşem bir eser çalıyordur, kalabalık bir konserde sahnededir. orada olmak istersin. bazen orada olmayı belki ondan daha çok hak ettiğini hissedersin. bir keresinde bir hanım kızımız, büyük bir projede bir film müziğinin çigan keman solosunu harbiye açık havada çalmıştı. o eser filmin vizyon tarihinden beri aklımda ve yüreğimde. hala da ahdım var. "kayda değer bir kalabalığa onu çalmadan gidersem bu dünyadan, gözüm açık gidecek" diye... üzülmüştüm. heba etti zira. çigan ruhu bu değil, o öyle çalınmaz, çalınmamalı... esere yazık, esere hakaret.bu arada belirteyim, gerçi bilenler bilir, ukalalıktan uzak bir karaktere sahibim, öyle olmaya çalışıyorum. ama ne yazık ki, kişisel ilişkiler, sahnedeki kadın faktörü, herkese mavi boncuk dağıtmak tandansı derken, çalan çalamayan bir çok hanım kızımız, boyundan büyük ve kalın (!) işlerle kendilerini rezil etmeye devam ediyorlar. ama işin enteresan yanı, farkında bile değiller. belki de eğlenceli kısmı budur... hiç unutmam, bir gün jingle kayıtlarını çaldığım bir besteci arkadaşım aradı. benden "bond kızları" gibi bir kuartet kurmamı, kızların mini etekli vs düzgün vücutlu, güzel ve seksi olmaları gerektiğini söyledi. sanırım bir ödemeli tv firmasının spor kanalının kurumsal kimlik jingle'ı idi. tamam dedim, ama beni tekrar arayacaksın, görüşürüz dedim kapattım telefonu. kızları yolladım, çekim yapıldı, tekrar telefon çaldı. tekrar aradığında görüntüyü çektiklerini, yönetmenin çok beğendiğini, ama reklam jingle'ını çalamadıklarını söyledi. benden sağlam bir kuartet kurmamı istedi. ben de kendimle beraber bizim ekibi ayarladım. ama bir tane de isteğim vardı. aktüel kamera istiyordum stüdyoya. neticede kurumsal ve bu kadar büyük bir işin kamera arkası enteresan olurdu. ekrandaki o kadar güzel ve seksi kadınlardan oluşan kuartetin ses kaydını bildiğin "15 sene içeri girmiş, çıkınca 3-5 adam daha doğrayıp kendi teslim olmuş meksikalı uyuşturucu kaçakçısı" tipinde full sakallı, göbekli, kanter içerisinde 4 herifin kaydediyor olması komik ve enteresan bir olaydı.. stüdyo günü geldi. önceden yollanan notalara (ki normalde yollanmaz, ama challange büyüktü) biraz bakmış biçimde stüdyoya girdik. aktüel kamera ekibi ile çok eğlendik. ara verince kebaplar da geldi, iyice bozuldu sinirler ama sonuçta güzel bir iş çıktı. beklemeye koyulduk yayına girmesini.. yıllar geçtikten sonra firmanın kimlik değişikliğinden ve yeni projelerden vazgeçtiğini öğrendim. besteci arkadaşımla hala karşılaştığımızda yad eder, üzülürüz...

    en unutamadığım an, şebnem ferah 10 mart 2007 konserinde perde kapalıyken çalmaya başlayıp, coşku ıslıkları ve çığlıklar eşliğinde perdenin açıldığı andı. zibilyon dolarlık ses sistemleri ile donatılmış sahnede müzik namına hiç bir şey duymuyordum. ben böyle bir kalabalık, böyle bir çığlık kıyametle karşılaşmadım. bir süre sonra serci kitlesinin heyecanı dindi ve daha sakin izlemeye/dinlemeye başlayınca biz de normale döndük. konser tek kelime ile "muhteşem"di, muhtemelen iki kelime ile de "çok muhteşem" olurdu.. bir de pişmanlığım var tabi o konserle alakalı. konser bitip, bisler de çalınıp şebnem'in güle güle demek için seyircilerin arasına kurulan platforma doğru yürümesine başladığı anda, arkasını dönüp, "isteyen gelsin!" davetine icabet edemeyişimizdi. o an, salisenin 10'da bilmem kaçı ile şunu düşündüm. "kemanla gitsem, o kalabalık esnasında kemanı koruyamam; kemanı bırakıp gitsem, sahne küçük ve dar, bizimkiler sahneyi boşaltırken çarpıp düşürebilirler; onlar düşürmese acele acele iş yapmaya alışık sesçiler mutlaka düşürürler..." sonuçta ben bunları düşünürken grup ve şebnem o yola çoktan girmiş, seyircilerle selamlaşıyorlardı. ben de "bir dahakine artık.." diye kendimi avutarak kulise girdim.

    kadro sınavından 4 gün önce rock&coke sahnesindeydim. sınav, benim için çok önemli bir sınav olmasına rağmen, başarılı olmam durumunda bütün hayatımın değişecek olmasına rağmen, kendime verdiğim bir söz ile ve özlem'i kıramadığım için o konsere katıldım. oysa 2 önceki sene açılan kadro sınavından 1 ay önce her projeden elimi eteğimi çekmiş, uyku düzenim, yeme düzenim dahil her şeyi düzenlemiş hatta haftanın 3 günü sahne aldığımız gruptan bile ayrılmak zorunda kalmış olmama rağmen, o sene yapmamıştım. o da ayrı komik; ben gruptan ayrılınca, nasıl bir boşluk olduysa hem saksafon hem klavye çalıyorum diye ortalıkta gezinen bir bomba uzmanı emniyetçiyi almışlar. gerçi belliydi böyle olacağı, yıllar sonra hakan aysev'den ayrıldıktan sonra da yerime yaylı kuartet almışlardı.. e anca boşluğu dolduruyor belki...

    daha önce de belirttiğim gibi türkiye'de zor. aşağılamak veya hor görmek değil. "şöyle olsaydı böyle olurdu"ya da girmeyeceğim ama, zor olduğu kesin. "çiçek pasajında içiyorduk, masamıza kemancı geldi, ulan biz de çalarız dedik karar verdik" diye öğrenci gelebiliyor. veya "ne var canım biraz daha çalın, biz daha yeni geldik" diye sahneyi uzatmanız istenebiliyor. "aaa o şarkıyı bilmiyormusunuuuuz?" serzenişlerine girmiyorum bile hiç. eline 3-5 sene kemanı alanın kendini "virtiöz" ilan ettiği topraklarda ben ne yapıyorum, inanın ben bile bilmiyorum. bilen varsa beri gelsin. bir çocuk vardı kemancı. kendini "türkiye'nin en genç keman virtiözü" olarak nitelendiren genç bir karakter (çizgi film karakteri). bir dönem sosyal medyada karşı karşıya geldik. ailesinin siyasi networküyle orada burada iş yapıyor olmasını büyüte büyüte aktarıyor kamuoyuna. beyoğlu'nda ofisi varmış. çağırdı, gel çay ısmarlayayım diye. yazık, aklı sıra ezmeye çalışıyor. ama bilmiyor ki, müzisyen adamın ofisi olmaz. olsa olsa stüdyosu olur, onda da çay içmez, filtre kahve içer... ona anlatmaya çalıştım hızlı nota basınca birşey olmadığını, keman eğitiminin salt keman enstruman dersinden ibaret olmadığını, yanı sıra sanatı, estetiği, kültürü, ritmi, armoniyi, solfeji ve müzik tarihini de almak gerektiğini. ona konservatuvar yıllarında oda sıkıntısı yüzünden tuvalette mandal eşliğinde (hayır burun) çalışmak zorunda kalmamızdan, yine oda sıkıntısından 4-5 kişi aynı odada, aynı anda çalışmak zorunda kalmamızdan bahsettim. hatta kompozisyon bölümünde okurken (çift dal) resmi armoni final sınavımızın 24 saat, kontrpuan final sınavımızın ise 48 saat süresi olduğundan bahsettim. kendimizi güzel piyanolu bir odaya kapatıyor, kapısına önceden bilgisayarda özenle hazırladığımız "sınav var-jeanluc" yazısı asıp, idareden odanın anahtarını alıyor, yemek ve ihtiyaç molası verdiğimizde odayı dışarıdan kilitliyor, sınav kağıdını idareye teslim ediyor, işimizi hallettikten sonra piyanomuzun başına dönüyorduk. cuma akşamları erken biten derslerimiz sonrası hemen eve gidip sokağa top oynamaya çıkmayıp, akşama kadar okulda oyalanarak akşam devlet senfoni orkestrasının konserine gittiğimizden; hatta bedava girmek için (şimdiki jenerasyon ne olduğunu bilmeyebilir) atatürk kültür merkezi'nin kulis girişinden girip, sahnenin yanından veya kantin katına çıkıp, koro odasının oradaki kapıdan ışık catwalk'unu yürüyerek 2. balkonun lobisine gittiğimizden bahsettim. cemal reşit rey konser salonu'na gidip, klasik veya jazz farketmez, konser sonunda mutlaka solistten imza almamızdan. ama işte. hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? olmuyordu ve ne kadar bilirsen bil, senin anlattıkların, onun anlayabileceği kadardı. bu karakter, hala piyasada, hala kemancıyım diye dolanıyor. hala ailesinin bağlantılarıyla iş yapmaya çalışıyor ve özgeçmişi hala net bilgilerden çok sıfatlar içeriyor... neyse.

    yıllar sonra, hayatımı yoluna koyduktan sonra, kemanı bir miktar geri plana (en azından mental anlamda) atarak başka bir ulvi şeye yöneldim. (yazar burada ukalalık olmasın diye detay vermekten kaçınıyor) bu minvalde eğitimler, kurslar, yarışmalara katıldım. konserler verdim. son 10 senemde ciddi bir birikim elde ettim diyebilirim bu meslek hakkında. ve halen aktif olarak da kemanla birlikte yürütüyorum. ve bazen düşünüyorum. keman mı, bu mu diye.. bu elbette müziğin daha tepe noktası. elbette daha yetkin, daha bilgili ve daha sorumluluk gerektiren bir unsur. ama diğeri de keman.

    henüz karar verebilmiş değilim. bu hayatımın challange'ı olabilir. elbette bu ilerlediğim şeyde daha da ilerlemek, daha da sesimi duyurmak istiyorum. ama kemanımı da küstürmemem gerektiğini anlıyorum sanırım. yoksa mutsuz olacağım...

    öte yandan bir başka düşüm de, eğer kemanı bir gün bırakır diğerine yönelirsem, mutlaka arkamda sosyal medyadan daha başka izler kalmalı diye düşünüyorum. enstrumantal bir albüm de keyifli olabilir, içindeki her enstrumanı sevabıyla günahıyla benim çaldığım bir single da...

    37 yaşındayım. hayat hengamesinde belli bir pozisyonda yaşıyorum. belki gençken daha komik, daha eğlenceliydim, ama şimdi de fena değilim (giderim var). hayata hep bakılan açıdan farklı baktığım söyleniyor. hobilerim, hayata karşı duruşum vb hep bi enteresan. bir gün evlenir, çocuk sahibi olursam onu da kemancı yapar mıyım bilemiyorum ama, müziği solumasına yardım edeceğim, imkan tanıyacağım kesin...

    hala okuyorsan okuyucu, teşekkür ederim. bu entry, keman hakkında bir profesyonel kemancıdan tecrübeler, bilgiler, anılar, duygular içeren bir yazı oldu. eğer başlamak için araştırıyorsan bu enstrumanı, 5-10 sene sonranı düşün. başlamadığın için pişman olacaksan mutlaka başlamalısın. ama mutlaka iyi eğitimli, iyi bir kurumda çalışan, işinin ehli, google'a yazınca birkaç yüz site çıkan, youtube'da hatrı sayılır video sahibi olan bir kemancıdan eğitim almalısın. iyi eğitim alırsan, tabi eğer müzik kulağın keman çalmaya uygun ise, yetenekliysen, sabırlıysan ve elbette kemanı takıntı derecesinde seviyor, keman sesi duyduğunda ilk kez erkek/kız eli tutuyormuş gibi heyecanlanabiliyorsan, başarmaman için bir neden yok. kolay gelsin...
hesabın var mı? giriş yap