• izmirde alsancakta* bir gece yürürken sokakta müziklerini duyup etkilendiğim, yarım saat kadar sonra oturduğum bardan* fırlayarak yanlarına gittiğimde onlarla çalma isteğimi kırmayıp darbukalarını benimle paylaşan, çalmayı bilmediğim halde bir 10 dakika kadar yere oturup birlikte müzik yaptığımız, sonrasında da bana cdlerini hediye eden güzel insanlardan kurulu güzel topluluk.
  • her şey tophane'de başladı.
    nargile kahvelerinin önünden geçen fareli köyün kavalcısı misali bir klarinet, bir darbuka... müdavim satıcı çingene kadın gökyüzü parlağı mavisi üzerine kırmızı çiçekli desenli eteğinin saramadığı o enfes göbeğini öyle bir atmaya başladı ki duramadık yerimizde. kısa süreli bir cümbüşten sonra herkes yoluna gitti. karanlıkta kayboldu klarinetci ve arkadaşı karaköye doğru. ama ses içeri girmişti. taksim yapsak, belki nevizade. taksim. aranmaya başladık. klarinet sesi arıyorduk sokaklarda... ağızda bir şarkı, sen kimseyi sevemezsin sevmeyeceksin... cepte az para. nevizadeye baktık. zengin masalara çalıyorlar kemanlar. ilişip yanlarına bir bira içsek. yok, mekan istemiyorum seni bu akşam diye bağırıyor. belki selim abiyi görürüz, araf'ta, badehane'ye mi baksak acaba. oralarda da bir numara yok. asmalımescit'in ara sokaklarından birinde, bir klarinet sesi duyduk aniden. koştuk tabi. izbe bir sokak... bir takım güzel insanların ortasında, bizim tophane'deki klarinetci ve darbukacı... ne çabuk geldiniz yahu dediler gülerek... insan ararsa bulurmuş efendim. çaldılar abiler. dinlemez miyiz. dinledik. evet. kara güneş, klarinetci abilerin yanındaki bize patlamış mısır veren güzel insanlardı. biraz muhabbetten sonra yola giderken, santur çalıyormuş ati, bir cdlerini armağan etti bize. bazı sokakların en güzel yanı, bir köşeyi dönünce, beklemediğin bir güzellikle karşılaşmaktır ya. eski bir ağaç, hala ayakta duran yaşlı bir bina, bir salkımsöğüt, bir şey işte. o köşeyi dönmeden bilemeyeceğin göremeyeceğin bir şey. cdyi takıp dinleyince, bir sokağın köşesinden kıvrılıp, güzel bir şey görmüşüm gibi oldu. sokağın tozu, dumanı, gelenin geçenin takip edemediğin tonlarca hikayesinin yükü, yolda olmanın gücü, öyle güneş altında ısınırken asfalt, yağmurla yıkanırken sokaklar, insanlar gelip geçerken...devam ediyor müzikleri. klüp ışıklarının altına, kulislerin aynalı odalarına, makyajlara sığmayan, kimseye eyvallahı olmak zorunda olmayan bir müzik. işte tam da bu nedenle, eyvallah demek geliyor içimden. eyvallah.
  • sıradan bir beyoğlu gecesinde, tünel meydanını rüyalar alemine çevirebilecek güçteki müziyenlerin grubu.
  • "başındaki yazmayı" türküsünü en güzel bilgekiz söyler, sonra bu adamlar. buyrunuz:
  • kesinlikle çok içtenler, tanımadan sanki yıllardır tanıdığın insanlarmış gibi. hem yaptıkları müzik, hem kendileri. sanki hep var, sanki hep olacak, sokaklar bizim oldukça.
  • müziğin sokakta olması gerektiğinin ispatı aslında. yaptıkları iş hasebiyle sokaktan geçen insanların dikkatini çekiyor ve kulak kesilen insanları mutlu ediyorsa öyle milyonluk satacak albümler yapmalarını gerektirmiyor. büyük rakamlar ve mesnetsiz işler peşinde koşan gösteriş budalalarına kalsın o bir yerlerine sokacakları şöhret soytarılığı. bu akşama doğru yine sokakta ekibin üyeleri enstrümanlarıyla hemhal olurken minik bir kız çocuğu müziğin ritminin başlamasıyla annesinin elini bırakıp önlerine geçip ufacık parmaklarıyla eteğinin ucunu tutup sevinçle ve şirinlikle etrafında dolandığını görünce etraftaki herkes tebessümle izledi,sadece müziğin verdiği ve yarattığı bir mutluluk olmalı. sokaklardan müzik sesleri geliyorsa daha ne olsun !
  • mevsimler geçti albümünü çıkarmış gruptur. sokaktan gelmenin o pozitifliği, o kendine haslığı albümde buram buram kulağa çalınıyor. özellikle başındaki yazmayı adlı eseri öyle güzel yorumlamışlardır ki, o kadar olur. kısaca dinleyin efenim albümü.
  • cenk kayakus'un 2013'te cikmasi beklenen 3. kitabi.
  • canlı performansları, ki hemen hemen her akşam tünel civarında görülebilir, cd kaydından kat be kat üstün olan güzel insanlar.
  • fazla kafa yormadan rahatlamak, aksiyonun dibine vurmak için ideal bi roman olmuş bu. yerli yazarlardan böyle işler çıkar mıydı diyor insan.

    “...kader denen şeyin bizi bir yaprak gibi oradan oraya sürüklediğini, şansın hep yanımızda olduğunu ya da tanrının bizden vazgeçtiğini söyleyerek yaşıyoruz. bu büyük bir yalan ve hepimiz bu yalana inanarak günlerimizi geçiriyoruz. çünkü sanırım, hepimiz gerçekleri duymaktan ölesiye korkuyoruz.”

    böyle bir kısım vardı kitapta. daha da devam ediyor. olayların içinde çarpıcı bir bölüm olmuş bence.
hesabın var mı? giriş yap