• reçelin içinde çekirdeği çıkartılmamış bir vişneye denk gelmektir.
    ya soğukkanlılıkla çıkarıp atarsınız,
    ya dişinizi kırar; ağlarsınız,
    ya da yutarsınız.
  • acıtır. kanatır. ani saplanan bir bıçak olduğu imgesi yüzyıllardır tekrar edilegelse de, insan ruhunda yarattığı tahribat belki de ölümle eş tutulabilir. ölümle eş tutmak ağır gibi görünse de, bir ihanetin hissedildiği andakilerle bir ölümün hissedildiği andakiler birbirine denktir. hep beklediğin, ama hiç olmasını istemediğin, aklının çok arkalarda bir köşesinde varlığını mutlaka sana hatırlatan, ama hep gözardı, kulak arkası ettiğindir.

    dostundur, arkadaşındır, aşkındır, sevdiğindir… kim olduğu mühim olmamakla beraber, yakınlık derecesi olarak ruhunla eş tutmuşsundur. dostunu yakın tut, düşmanını daha da yakın* lafını belki de farkında olmadan gerçekleştirmiş, tutmuş kalbinin ortasına oturtmuşsundur. insanlara güvenmediğini düşünen, onlara yüzde yüz bir itimatta bulunamayan kimselerin aslında tek bir sözle sınırsızca güvenmeye bu denli teşne olmaları ne kadar acıdır… güvenirsin. dostundur, arkadaşındır, aşkındır, sevdiğindir… ondan zarar gelmez, o hep dürüsttür, en ufak bir hadisede arkanı kollayacak, sen düz bir yolda normal bir hızla seyrederken ise bir kol mesafesinde yanında olacaktır.

    olmaz. sevgili olsa, “aldattı” der geçersin, “bana ihanet etti” der, birkaç gün ağlar, sonra da hırsla ve kızgınlıkla terk edersin. yeni bir aşk olasılığı çok uzakta değildir. uzaktan bir arkadaşsa, “hah, belliydi böyle olacağı” der, önemsemezsin, memlekette arkadaştan bol şey yoktur ne de olsa. ikinsinde de acırsın, ama yüzeysel bir sızıdır sadece. peki dostunsa? aşkınsa? sevdiğinse?

    şöyle olur: önce öğrenirsin. hele ki bir defalık bir ihanet değil, günlerin, ayların, yılların getirdiği bir ihanetse önce çok şaşırırsın. tıpkı bir dostunun ölümünü öğrendiğinde girdiğin şok gibidir. kısa, keskin. bıçak saplanmıştır. şaşkınlığın geçtikçe, işin arkasını öğrenmeye daha meyyal olursun, nasıl oldu, ne kadar zamandır… bir sürü soru aklında sıralanır. bu sırada midenin arkasındaki, hani o aşıkken kelebeklerin uçuştuğu yerle sırtın arasına bir alev düşer. kavurup geçeceğini zannedersin ya, o ağır ağır, tadını çıkarırcasına yanar. kanının aktığını hissettiğin nokta budur.

    sonra “neden?” sorusu gelir ki, kafanın içinde o sevdiğinle yaptığın hiçbir tartışma bu sorunun cevabını veremez. sevdiğin dostunun kendisi de öyle. “senin için” yaptım der, iyiliğini düşündüğünü söyler, daha bir sürü farklı cevap olmasına rağmen en çok bu iki cevabın duyulması ne kadar acıdır. birden sokmamıştır bıçağı, fark edersin. zaman içinde, defalarca sırtını pohpohlarken bir yandan da yavaşça seni kanatmıştır. sen sırtını kolladığını zannetmişsindir. pohpohlanırken fark etmemişsindir, ölmeden yalnızca birkaç dakika önce öleceğini hissetmek gibidir. zararı görürsün, yüreğini yoklarsın. sızan kanı silmeye çalışman beyhudedir, bir yarayı kapatsan ötekinin sızısı açılmaktadır.

    işbu noktada, iki farklı uçta iki farklı hissiyat karşılar seni: birincisi, “dostumdur, yapmıştır, affederim, ne olacak” dediğin hissiyattır ki, kişi kendini kalender, toleranslı, “büyük” görür. öyle gönlü zengindir ki, ufacık bir ihanetten ne çıkar diye düşünür. ancak bu, henüz zararın farkında olmadığı, ya da o kişiyi aslında sandığı kadar umursamadığını fark edeceği noktadır. hiçbir şey olmamış gibi davranır, en fazlası bir-iki tartışma olur, olaylar kapanır. bir dahaki ihanetin yolunu hazırlarken, ilişkiyi sürüncemede bırakan nokta budur. kişi sevdiğinden, o dostunu kaybetmek istemediğinden bunu yaptığını düşünebilir, ama ölüm acısı bir noktada galip gelecektir.

    ikinci hissiyat odur ki, olayın vehametini kavrayıp kişi “artık yeter” der. sıkkınlığın, bıkkınlığın getirdiği nokta bu olmakla beraber, ruhun kendini koruması, ve karşısındakinin verdiği zararı elimine edebilmesi için gereken budur. dost dediğinin ihanet etmediğini, dürüst olacağını bildiğinden, bırakırsın, gider. ilişki biter.

    her iki uç da insanın canını fena yakar da, her iki seçenekte de o güven dengesinin bir kere sarsıldıktan sonra bir daha yerine gelmeyeceğini bilirsin. “affedebilme büyüklüğü”nü egonu tatmin için kullanmış olsan da, kendini sırtını kollamasını beklediğin adamdan kendini kollarken bulur, her halükarda ikinci yola meyledersin. keşke’lerin, olmasaydı’ların anlamsız olduğunu daha uzunca bir süre daha fark etmeyeceksindir, ama için rahattır. sürekli sırtını kollayarak yaşamaktansa, bir kere ölmeyi, bir kere o ilişkiyi öldürmeyi tercih edersin.

    hep acıtır, hep kanatır.

    sızısı kalır..
  • insanlık suçudur. çünkü içinizdeki insanı öldürür. kimseye güveni ve sevgisi kalmayan ruhsuz bir varlık olmanıza yol açar.
  • en yavşakça olanlarından biri çocuğuna eski aşkının adını koymaktır. bu şekilde çocuğunun annesi ya da babası ömür boyu haysiyetsizce kandırılmış olur. öğrenildiği takdirde kalbe bıçak gibi saplanacak olan bu davranışa cesaret edip üstüne bir de kandırmak nasıl bir vicdan işidir aklım almaz. öyle aşkı öyle sevgiyi sikeyim afedersin. sırf ilerde bi gün "çocuğuna benim adımı koymuş düşünebiliyo musun?" sözünü söyletmek için resmen kullanılan masum 3. kişinin düştüğü vaziyetin "şerefsizliğe" kurban gitmek dışında başka açıklaması olamaz.
    var bunu yapan haysiyetsizler, marifet sanki amına koduğum.
  • hicbir filmin, hicbir oykunun, hicbir sarkinin hakkiyla anlatamadigi duygu. sozlerin yetmedigi, yasayani yiyip bitiren, yikinti haline getiren durum. guclu durmaya calisip o duvarlar arasinda ezilirsin. icten ice beni haketmiyormus demek istersin, ama kendini kullanilmis hissetmekten alamazsin. kendine kizarsin surekli, nasil bukadar yakinima soktum, nasil en savunmasiz animda vurmasina izin verdim diye. onun icin yaptilarin gelir bir bir aklina. bu muydu karsiligi dersin. bu muydu benim sana verdigim degerin karsiligi.. ama onun halini gordugunde icin parcalanir. gozlerin dolar. en guclu adama gozyaslarini sildirir. nasil bu kadar kor oldum, nasil bu kadar yanlis taniyabildim diye kendine lanet edersin. bir cozum bulamazsin. hersey olmus, bitmis, sen tek basina, kabuslarinla kalmissindir. her gun onu gorecegini bilmek, onu hayatinin bir parcasi yapmis olman herseyi bulaniklastirir. en mantikli cozumu bulmaya calisirsin, hersey daha da sarpa sarar. orumcek agina yapismis zavalli sinek gibisindir. cirpindikca daha da yapisirsin. ama o kadar dolmussundur ki, cirpinmamayi da basaramazsin. kimselere anlatamadiklarimi anlattigim, herseyimi paylastigim insan bu muydu dersin, bu insan, beni en hazirliksiz animda vuran. insanlari tanirim ben diye ovunenlerdensen daha da yikilirsin.kandirildigina yanarsin. kullanildigina, kendini kullandirdigina yanarsin. aglarsin, ama kimse duymaz seni. silmek kolay degil, kabullenmek cok daha zor, eskisi gibi olmasi imkansiz. yine guclu olman beklenir ve yine ezilirsin.
  • insanlar birden bire ihanet etmez. gece aşık yatip, sabah nefret etmez, bir gün size inanip, sizinle yemek yerken, ertesi gün sizi ele vermez. ihanet giyilen elbisenin bollaşmasi, yipranmasi gibi bir durumdur çoğu zaman. taşın erimesi, sabunun giderek küçülmesi gibi bir şey...

    bu nedenle birine "bana, bize ihanet ettin" demek ne kadar akıllıca bilmiyorum. karşına bir sabun alıp, "neden eridin küçüldün gittin hain!" diyerek kizmaya benziyor bu. hayir, ihaneti meşru hale getirmeye çalişmiyorum. pek çok durumda ihanet affedilecek bir durum değildir. çünkü ihanet bir zayifliktan değil, kendini güçlü kilma arzusundan doğar hemen her defasında. ihanet eden zayifliklariyla tanidiğiniz, kabul ettiginiz, sevdiginiz, yaninda olduğunuz "o eski insan" değildir. baska ve daha güçlü biri olmayi arzulamiştir genellikle ve güç arzusu birçoğumuz için tiksintiden, acıma duygusundan ve bir tür şefkatten ötesini uyandirmaz. affedilebilecek tek ihanet türü ise zayifliktan doğan ihanettir, çünkü o eskisi gibi yaşamayi tercih eder her zaman. kiçinin üstüne oturup oturup yeniden ayağa kalkma cesaretini gösterebilir. kendisiyle diğerleri arasına saklanacak perdeler çekmez ve kişisel olmayan ihanetlerin büyük bir bölümü bu nedenle affedilir.

    ama madem ihaneti güçlü olma arzusunun bir sonucu diye düşündük, ihanetin genelde aniden gerçekleşmesini, bir anda, aniden olmasını anlamak mümkün mü? bunun yaniti basittir. kurgunun gerçek ve somut olduğu bir an, bir durum varsa, ihanet o ana koşar. o sorunun sorulmasını bekler, o tokadin yüzüne gelmesini ister, o yakınlığın doğmasını arzular, o koltuga oturmak, o eve gitmek, o dudağı öpmek, o sözü duymak, o şarkıyı dinlemek ister. kurgusunun gerçekleştiği, güçlü olacağı ana koşar. bu nedenle ihanet eden kendi kurgusunu, duygularını, insanları, ilişkilerini bir kaldıraç haline getirerek kullanır. ihanet bu anlamda bir tercih halidir. ihanet tercihi ölümden sonraki hayat gibidir. ve hayat genellikle su gibi berraktir. bulanıksa pınar zaten başından bulanır, hangi pınarda yıkanıyorsan artık..
  • tarihte bugün
    "beynim yandı. gerçekten yandı" yazmışım gecen yıl bugün. çünkü yetişkinlik hayatımın açık ara en büyük yıkımını yasamistim. hatta aynısını sözlüğe de yazıp silmisim, çöpte duruyor.
    damarimdan kanım, kalbimden canım çekiliyordu sanki.
    uyuyamıyor, yiyemiyor, nefes alamiyordum. büyük bir hızla zayıflıyor ve aynaya bakarken "yasayamiyorum" diye düşünüyordum.
    yasayamiyordum.

    en sonuncusu en büyüğü gibi mi geliyor, bilmiyorum ama, ben hayatımı skerten şeyin içinde -bu olayın yılı dolmadan- tekrar buldum kendimi. kafam hala karisik. dolu ve emniyeti açık bir silahı kafama dayamış gibi hissediyorum bazen. elim tetikte.
    bir arabada, engebeli bir yolda ilerliyorum. hangi tumsekte patlayacak bilmiyorum, ama bu sefer kendi kurşunumla ölücem. çok net.
    arkadaşlarını aslan yerken mal mal bakan zebralar gibi bakıyorum olmayı sectigim duruma. hissettiğim çoğu zaman bu.

    ...
    bu sabah da boyle uyanmistim.

    tarihte bugün
    diyordu facebook. ve ben -sacmasapan olduğunu bilsem de- öfkemi kendi bedenime yöneltmek istiyordum o tarihlerde*

    ...

    az önce değerli hoca, psikiyatri prof dr mehmet sungur'un aşk evlilik sadakatsizlik kitabını bitirdim. gerçekten müthiş bir rehber hazırlamış bu konuda.
    müthiş bir duyarlılıkla, asla üstten bakmadan, alabildiğine insanca ve samimi hazırlanmış bir eser.

    bana gerçekten hem akla yatkın, pratik; hem de bilimsel temeli olan perspektifler sundu ve omuzlarimdaki yükün aslında o kadar da ağır olmayabileceğini, bu durumun sadece benim başıma gelen bişey olmadığını; hatta durumun barindirabildigi potansiyel fırsatları ve olaya yaklaşırken kaçınılması gereken basit esasları harikulade bir yalınlıkla izah etmiş. isimleri değiştirerek sunduğu gerçek vakalardan örneklerle temellendirip, bilal e anlatır gibi anlatmış.

    yağlı kazıklar üstünde, "acaba hangisi götüme girecek" diyerek sekerken hissedilen guvensizlik hissi içinde, gerçekten sıcak bir dost eli, güvenilir bir omuz gibi oluyor bu kitap.

    özellikle bir uzmandan yardim alma imkanı olmayan, ama ihanete ugramis/ihanet etmiş ve durumla ilgili aktif sıkıntı yaşayan herkese kesinlikle tavsiye ediyorum ben bu kitabı.

    (*dikkatli okurlar anlayacaktır, hiçbirşey yiyemeyip olcusuzce zayiflayarak zaten ofkemi bedenime yoneltmistim coktan o esnada. farkındaydım da.
    bazen ölme amacı gütmeyen pasif intihar girişimleri gibi oluyor bu süreçler. bu tip donemlerde)
  • gökkuşağımdaki bütün renklerin solmasına sebep olandır.. canımı yakan, yuvamı yıkan, beni onsuz bırakandır. bir yerlerim çok acıyor kalbim mi karnım mı? anlayamıyorum gergin bir ipte geriyorlar ha bire acıyor çok..
  • sunulan guveni, verilenleri, hatta her$eyi hice sayarak pic etme ve kendi menfaatleri icin kullanma durumu. insanin dogasinda olan ve mert denilen kesimin surekli bastirma cabasinda oldugu gudu.
  • ihanet sadece bir kisiyle cinsel birliktelik kurmak degildir, bir baskasiyla da ayni birliktelikteyken. ihanet sadece duygusal olarak baskasina hisler beslemek degildir bir baskasinin duygulari bagliyken o kisiye. ihanet sadece zihninde bir baskasiyla kendini dusunmek degildir, gerceklesmeyecek olsa bile.
    ihanet hepsidir ya da hicbirisi degildir. ne hissettigine bakar, ne dusundugune bakar, ne yaptigina bakar, kendinle ve o baska kisiyle.
    nasil bir derinligi var iliskinizin? ne yasadiniz? ne soylediniz? ne yaptiniz?
    sozler mi verdiginiz tutamayacaginiz? o halde ihanet ettiniz.
    baska bedenleri, ruhlari, yazismalari, dusunceleri mi soktunuz hayatiniza? ihanet ettiniz.
    ve vicdanen temiz hissetseniz bile, icinizde bir yerde bilirsiniz.. boyle olmamaliydi kaderiniz. kaybettiniz.
    o kisi ile her ne yasadiysaniz, her ne idiyse kalplerinizi baglayan, vucutlarinizi birlestiren ve dusuncelerinize hakim olan, her ne idiyse sizi tekvucut yapan, iste onu kaybettiniz.
    bir insan kaybedip baskasini bulursunuz. bir kalp kirip devam edersiniz yolunuza. daha iyisi de cikar, daha guzeli de, neden olmasin, belki baskasiyla daha uyumlu olursunuz?
    ama iste.. ihanet edileni kaybettiniz yine de.
    ihanetin sebebi turlu turlu olabilir.
    belki sevmediniz yeterince? belki o kisi aradiginiz kisi degildi? belki o digerini buluncaya kadar vakit gecirdiginizdi, belki sizi mutlu etmesi icin yaninizda tuttunuz, cunku sizi sevdi.
    sebebin bu olmasi icin dua etmelisiniz aslinda.
    cunku sonra bir sabah uyanirsiniz.
    bir sabah uyanirsiniz ve bir sabahi hatirlarsiniz.
    uyandigi anda adinizi soyleyen birisi gelir akliniza.
    o zaman onu kaybettiginizi hatirlarsiniz.
    ihanet edilecekse sahiden sevilmeyene edilmeli, ve dogru kisi icin yapilmali belki de. yumurtalar kirildi, bari guzel bir omlet olsun denmeli.
    degmeyecek ihanetlerin yuzsuz kahramanlari asla mutlu olamazlar baskalariyla.
    onlarin derdi kendileriyledir. asya gitmistir, kalmislardir dilek hanimla..
hesabın var mı? giriş yap