• sayın babamın en favori aktörü olup casablanca filmindeki rolüyle tanınır (tabi yanlış hatırlamıyorsam) insanlar tarafından bu kadar sevilmesinin sebebinin, yüz hatlarının alışılmış yakışıklı erkek tipinde olmayıp, daha ziyade halk adamı tipine uygun olması, buna mukabil dönemin ünlü aktrisleriyle çevirdiği filmlerde rita hayword benzeri bir sürü güzellik abidesini kendisine aşık etmesiyle, o zamanın bizim gibi tip fakirlerine umut saçması olmuştur. bu cümle de bayağı uzun olmuştur ayrıca, neyse.. hatta bu humprey garibanının tipi birçok olaya malzeme olmuştur. rivayet odur ki bu gariban birgün filimin setine gelmiştir. içeri girmek isterken kapıcı kılıklı bir güvenlik görevlisi ona ne aradığını sorar. o da çekilen filimin başrol oyuncusu olduğunu, içeri girmesi gerektiğini söyler. görevli aşağıdan yukarı bir süzer bunu ve "hadi oradan, bu çirkinlikle senden aktör falan olmaz, yürü git" der. sonra abimiz bir şekilde içeri sızar tabi, filim çekilir, görevli de mor bir renge bürünür.
  • "acting is like sex: you either do it and don't talk about it, or you talk about it and don't do it. that's why i'm always suspicious of people who talk too much about either." demiş.
  • "the problem with the world is that everyone is a few drinks behind" sözlerinin sahibi ağır içici abimiz.

    the african queen filminin setinde bütün ekip içme suyu yüzünden dizanteri olurken bu abimiz bütün çekimler boyunca sadece viski yuvarladığı için turp gibi kalmıştır.
  • sigara içişi , silah çekişi , ya da alaycı bir hüznün hiçbir zaman eksik olmadığı bakışları....sebebi ne olursa olsun , eğer sahnede bogart varsa, diğer oyuncuların hiçbir önemi kalmıyordu! canlandırdığı karakterler ona 3 oscar adaylığı, bir de oscar kazandırdı.
  • bugün doğum günü olan efsane...

    ''oynadığı kırk film boyunca on iki kez elektrikli sandalyeye çarpılarak ölmüş ve toplam sekiz yüz yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. eskiden yalnızca luger tabancası konuşurdu, ama artık o konuşuyor, peki ne diyor? "hanımlar, boyum bir yetmiş yedi ve kilom yetmiş yedidir. saçlarım ve gözlerim kahverengi. ilk evliliğim sadece on sekiz ay sürdü (fazlaydı bile) ve ikincisi sekiz yıl (ki o da fazlaydı) ve bu hataya tekrar düşmeyeceğim (bir sonraki sefere kadar)." hayatımın filmleri - françois truffaut

    bogart'ın babası tanınmış bir cerrah, annesi ise ticari bir sanatçıydı. birinci dünya savaşı'nın sonunda birleşik devletler donanması'nda görev yaptı ve daha sonra new york'ta misafir odası ve kır evi komedilerinde çocuk rolleri oynayarak sahne kariyerine başladı. 1920'lerin ortalarında cradle snatchers (1925) adlı komedide ve diğer oyunlarda başrol kazandı ve kendine özgü peltekliğiyle genç aktör eleştirmenlerden iyi notlar almaya başladı.

    bogart sık sık ascot giyen playboyu ya da yemek ceketi ve frakıyla hayatının tadını çıkaran country club demirbaşını canlandırıyordu ki bu, daha sonra ekranda canlandıracağı az konuşan, dünyadan bıkmış sert adam karakteri açısından ironiktir. akılsız sosyete adamının klasik repliğini onun yarattığı söylenir: "tennis, anyone?"

    bogart'ın broadway'deki başarısı iki kısa filmde (the dancing town (1928) ve broadway's like that (1930)) rol almasını ve fox film corporation ile sözleşme yapmasını sağladı.

    1930-1934 yılları arasında oynadığı 10 kadar filmdeki yardımcı rolleri bir etki yaratamadı ve hayal kırıklığına uğrayan bogart broadway sahnesine geri döndü. robert sherwood'un the petrified forest (1935) filmindeki acımasız katil duke mantee rolüyle o güne kadarki en büyük başarısını elde etti.

    ertesi yıl warner brothers'ın oyundan uyarladığı filmdeki rolüyle hollywood'da nihayet ciddi bir ilgi topladı. bogart sonraki beş yılı, çoğu gangster tiplemeleri olmak üzere çok sayıda yardımcı rolde ve ara sıra da b-filmlerinde başrollerde oynayarak geçirdi.

    bu dönemin en iyi filmleri arasında black legion (1937), marked woman (1937), dead end (1937), angels with dirty faces (1938), the roaring twenties (1939), dark victory (1939) ve they drive by night (1940) sayılabilir.

    1941'deki iki film bogart'ın kariyerinin dönüm noktası oldu.

    high sierra'da, daha önce canlandırdığı tek boyutlu haydutlardan farklı olarak, acı çeken bir ruha ve ahlak duygusuna sahip bir katili canlandırdı.

    john huston'ın dashiell hammett'ın polisiye romanından uyarladığı the maltese falcon'daki (1941) dedektif sam spade performansı filmin bir klasik haline gelmesine yardımcı oldu.

    bunu all through the night ve across the pacific (her ikisi de 1942) gibi saygın filmlerde başrol oynayarak takip etti ve belki de en mükemmel ekran karakterizasyonu olan casablanca'daki (1942) kabare sahibi rick blaine rolüne seçildi.

    senaryonun henüz yarısı tamamlanmışken başlayan aceleci ve kaotik prodüksiyonuna rağmen casablancasinema tarihinin en iyilerinden biridir; amerikan film enstitüsü'nün 2007 tarihli en iyi 100 amerikan filmi listesinde orson welles'in citizen kane'i (1941) ve francis ford coppola'nın the godfather'ından (1972) sonra üçüncü sırada yer alır.

    amerika'nın ikinci dünya savaşı'na girmesinden hemen sonra gösterime giren casablanca, güncelliği ve duygusal alaycılığıyla büyük bir başarı kazandı.

    film en iyi film dalında oscar kazandı ve bogart'ın oscar'a aday gösterilen performansı, warner brothers'ın en iyi erkek yıldızı olarak yeni keşfedilen statüsünü sağlamlaştırdı.

    bogart bu başarısının ardından etkileyici bir beyazperde listesi oluşturmaya devam etti.

    çok az aktör onun kaliteli filmler konusundaki siciliyle boy ölçüşebilir: to have and have not (1944), the big sleep (1946), the treasure of the sierra madre (1948), key largo (1948), ın a lonely place (1950), the african queen (1951), sabrina (1954) ve the caine mutiny (1954; oscar adaylığı) sinema klasikleri olarak kabul edilir.

    katharine hepburn'ün de rol aldığı the african queen'deki salaş nehir gemisi kaptanı rolüyle bogart ilk ve tek akademi ödülü'nü aldı.

    nadiren gerçekten kötü bir filmde oynadı ve efsanesi sahara (1943), passage to marseilles (1944), dark passage (1947), beat the devil (1953) ve the barefoot contessa (1954) gibi küçük filmlerin kült statüsüne ulaşmasına yardımcı oldu.

    bogart'ın ekran kişiliği, altında yatan karmaşık duyguları ima eden özlü bir çekingenlikti. bu ikilik onu, dünyaya olan öfkelerini aktarmak için çalım ve kabadayılığa güvenen diğer "sert adam" aktörlerinden ayırıyordu. bogart ise tam tersine, dünyadan bıkkınlığını göstermek için soğukkanlı bir soğukkanlılık kullanırdı.

    en acımasız karakterlerine genellikle hafif bir dürüstlük iması verirken, canlandırdığı kahramanların genellikle karanlık veya savunmasız bir tarafı vardı. sinizmi sevimli bir nitelik haline getirmeyi başarmıştır.

    üç sorunlu evliliğin ardından bogart, 1945 yılında aktris lauren bacall ile evlendiğinde kalıcı mutluluğu buldu.

    aralarındaki uyum to have and have not, the big sleep, dark passage ve key largo filmlerindeki unutulmaz birlikteliklerinde açıkça görülüyordu.

    henry fonda'nın da rol aldığı the petrified forest'ın (1955) çok beğenilen televizyon uyarlaması için tekrar bir araya geldiler ve bogart 1957'de öldüğünde başka bir ekran işbirliği planlıyorlardı.

    1940'lar ve 50'ler boyunca popüler bir aktör olmasına rağmen bogart ölümünden sonra bir efsane statüsüne ulaştı. 1999 yılında amerikan film enstitüsü tarafından 20. yüzyılın en iyi erkek film yıldızı seçildi.
  • lauren bacall'un anılarından:

    bogart'ın öksürüğü, şüphesiz ki yıllardır içtiği sigara yüzünden, her zamankinden daha kötü bir hale gelmişti ve bazen de portakal suyu içerken boğazı yanıyordu. yemek borusundaki iltihabı ortaya çıkaran ilk tükürük testinden sonra yapılan bronkoskopi ve bir diğer tükürük testi ile bogart'ın yemek borusu dokusundaki düzensiz ve kötü huylu kanser hücreleri teşhis edildi. yıldızın hızlıca ameliyat edilmesi ve mevcut takvimin, iyileşmeye kadar ertelenmesi gerekiyordu. ne yazık ki bogart hiçbir zaman iyileşemedi. ameliyattan yaklaşık bir yıl sonra 15 ocak 1957'de gırtlak kanseri yüzünden öldü.

    ameliyat öncesinde bacall'a bogart'ın yemek borusunun alınacağı ve midesinin de yukarı kaydırılarak geri kalan kısma bağlanacağı söylenmişti. ameliyat dokuz buçuk saat sürmüştü. sonrasında geçen günlerde bogart'ın elleri ve kolları dört kat şişmişti. dilini yutmaması için ağzına siyah bir cisim sokulmuştu. vücudunun her yeri onu hayatta tutmaya yarayan tüpler ve şişelere bağlıydı.

    bir süre aradan sonra bogart'ı ziyaret etme şansı bulan arkadaşları yataktaki sureti görünce şok yaşıyordu. yapımcı sam goldwyn ve yönetmen william wyler'ın ziyaret ettiği bir gün bogart morfin için hemşiresini çağırmıştı, bogart'ın iğne yapılabilmesi için açığa çıkardığı bacağının inceliğini gören goldwyn buz kesilmiş ve kafasını yavaşça diğer tarafa çevirmişti. bogart öldüğünde 36 kiloydu.

    (bkz: humphrey bogart misali sigara içen erkekler)
  • anti-hero kavramı ilk kez onun için kullanılmıştır 60'ların sonuna doğru yeniden keşfedildiğinde. sert ve kimi zaman kaba görüntüsünün altında gizlemeye çalıştığı bir duygusallık ya da bir cinlik her daim mevcuttur. malta şahini filmiyle başlayan dostlukları sonucunda john huston'la beraber pek çok sağlam filme imza atmışlardır.
  • dusuk sekilde sigara icmesiyle unlu, a aa o sigara nasil da dusmuyor acaba gibi sorular sordurtan hero.
  • karanlik yüzlü, karizmatik film noir kahramani. sert ve maço, ayni zamanda hassas ve nazik bir hali vardir, gangster rolleriyle taninip daha sonra casablanca ile efsane olmustur. maltese falcon, the big sleep, african queen, treasure of sierra madre,sabrina gibi filmlerle gönlümüzde yer etmistir, en az kendisi kadar karizmatik bir aktris olan lauren bacall ile evlenmis ve kanserden ölmüstür. kisisel kahramanlarimdan.
  • once daha gec bir fransiz versiyonunu (bkz: jean paul belmondo) kesfedip vurulmustum; sonralari anladim ki, esas cool adam budur ve kimse - ama hic kimse - onun yanindan yoresinden bile gecemez.
hesabın var mı? giriş yap