• ralph schwingel ve stefan schubert'in yapımcılığında gerçekleşen, fatih akın ve andreas thiel'in ortak yapımcı olduğu, senaryosunu ve yönetmenliğini de fatih akın'ın üstlendiği 2003 yapımı film. film aynı zamanda, fatih akın'ın "aşk, ölüm ve şeytan" üçlemesinin ilk filmidir.

    filmin senaryosu ilk olarak fatih akın'a bir türk kız arkadaşının 'benimle bir sahte evlilik yapar mısın' sorusu üzerine bir komedi filmi taslağı olarak yazılır.

    filmin çekimleri daha başlamadan önce müzikler seçilir ve telif hakları alınır. öykünün anafikri olan talk talk'ın "life is what you make it" parçası son jenerikte çalar ve fatih akın bu esnada filmin müzik danışmanı klaus maeck'ten depeche mode'un solisti david gahan'ın "i feel you" parçasını intihara kalkıştıktan sonra yazdığını öğrenir. cahit'in çaresizlik ediminin temasının bu parça olmasının sebebi de budur. filmde sadece müzik anlatımsal rol oynadığında 5.1 ses sistemleri kullanılır.

    filmin yapım aşaması, ortak yapımcısı andreas thiel'in betimiyle "bıçak sırtında dans"tır. fatih akın senaryoyu doğrudan birol ünel için yazmıştır. birol ünel'in zor biri olmasıyla beraber sibel kekilli'nin de deneme çekimleri pek umut verici değildir ve yapımcılar aslında bu filmde iki oyuncuyu da istemez.

    filmde sibel kekilli'nin oynadığı karakter için uzun süre oyuncular araştırılır ancak kimse kameranın önünde soyunmak ve sevişmek istemediği için birol ünel'in berlinden arkadaşı mai seck ile anlaşılır ve 18-22 yaşları arasında, almanca-türkçe konuşan bir türk kızı aranır. kadın sığınma evlerinde, kulüplerde, sokaklarda genç kızlarla konuşulur. 500 kadından 30'u seçilir ve sibel kekilli o 30 adayın içindedir. mai seck'in notu fatih akın'ı gerçekten çok şaşırtır: sibel kekilli daha önce porno filmler çevirmiştir. bunun üzerine mai seck porno filmler çeviren başka türk kızlarının olup olmadığını araştırır, ancak sibel kekilli tek çıkar. bu 30 adayın içinden beş oyuncu son listeye kalır, üçü, cahit'in okey oynadığı sahnedeki adamların eşlerini oynarlar.

    filmin yapımcıları ralph schwingel ve stefan schubert, filmde birol ünel oynarsa bunun yol açacağı her zararı fatih akın'ın karşılamak zorunda olacağını söylerler. fatih akın, filmin ortak yapımcısı ve son halinin sahibi olursa bu riski alacağını söyler ve bunu şöyle açıklar: "duvara karşı benim filmim olacaktı, son filmim olma pahasına."

    filmi parçalarla bölme fikri lars von trier'in "dalgaları aşmak / breaking the waves" filminden gelir. dalgaları aşmak'ta kullanılan geçiş resimleri, müziğin eşlik ettiği manzara tabloları fikri duvara karşı'da boğaz kıyısında selim sesler orkestrası ve idil üner'in parçalarıyla şekillenir.

    sibel kekilli'nin filmde karakterinin adının da sibel oluşu üçüncü deneme çekimi haftasında belli olur çünkü deneme çekimlerinde sibel kekilli'nin oyunculuğu yeterli değildir. bu işe yarar ve filmin çekimlerini de bu konuda sibel kekilli'ye yardımcı olmak için kronolojik olarak gerçekleştirirler.

    film 2,5 milyon euro'ya mal olur. filmin corazon international ortak yapımı olması için dönemin oranı, sermayenin yüzde 10'u düzeyinde olduğu için fatih akın bunu kendi ücretinden aktarır. çekimlerde masrafları kısmak için kamera aracından, raylardan, steadycam gibi birçok şeyden vazgeçerler. filme gerekmediği sürece hiç ışık kurulmaz ve hemen hemen hiç ışık kurulmadığı için her gün 40'a yakın plan çekimi yapılır.

    sibel kekilli'nin türkiye sahneleri çekilirken birol ünel türkiye'ye giremez, çünkü türkiye'de 38 yaşına kadar asker kaçağı olmak suçtur ve birol ünel o zamanlar 40 yaşındadır. sibel karakterinin bıçaklandığı sahneye hazırlanırlarken bir yasa gelir ve 10.000 euro ödeyenler sınırı geçebilir. birol ünel bu yasadan ilk yararlanan kişidir. ancak birol ünel'in geldiği günün ertesi sibel kekilli'nin ameliyatlık bir durumu olması nedeniyle çekimlere üç hafta ara verilir. çekimlere ilkbaharda tekrar başlarlar çünkü arada birol ünel de bir hastalık geçirir. birol ünel 10 kilo vermiş, sibel kekilli'nin yüzü de uzun süreli yatak istirahatıyla daha da yuvarlak bir hal almıştır. fatih akın bunun filmdeki zaman sıçramasını çok iyi desteklediğini düşünür.

    filmin senaryosunda sibel ile cahit istanbul'da görüştüklerinde eski hallerine dönerler, barlarda takılır, içer, sevişir ve geçen zamanı telafi ederler. ancak bu üç haftalık aradan sonra hem bedensel hem zihinsel olarak tüm ekip çok yorgun olduğu için son sahneler otel odasında çekilir. ve bu da doğrudan bir otel odasında, daha az diyalogla işi bitirmelerine sebep olur.

    sibel karakterinin yatakta oturup başını öne eğdiği sahnede aslında sibel başını kaldırır, kocasının çocuğuyla oynadığını duyar ve sonrasında kalmaya karar verir. ama filmin kurgucusu andrew bird ve fatih akın'ın ortak kararıyla aynı sahneyi geriye doğru akıtırlar.

    filmin kaba kurgusu 2003 yazının sonlarında biter, fatih akın filmi alır ve türkiye'ye gider, oradaki yönetmenlere, kendi deyimiyle "sinema hastaları"na, sanat ortamından insanlara ve takva filminin ekibine gösterir. ve duvara karşı'nın güçlü bir film olduğu orada onaylanır.

    fatih akın, filmin berlin film festivali'nde yarışma bölümünde gösterileceğinden emindir ama festivalin panorama bölümünün program direktörü wieland speck filmin panorama'da gösterilmesini ister. bu fatih akın için çok küçük bir platformdur. berlin film festivali'nde yarışmazsa cannes film festivali'ni denemeyi düşünürler. fatih akın cannes film festivali'nin sanat yönetmeni thierry fremaux'a ulaşır ve aldığı cevap cannes'da yarışmaya girmesinin zor olduğu, ama fremaux'un filmi izlemek istediğidir. fremaux filmi beğenir ama fatih akın'a berlin film festivali'nde panorama'yı denemesi öğütlenince fatih akın bu sefer de şansını venedik'te denemeye karar verir. cannes'tan gelen 'belki' yanıtının belirsizliğiyle fatih akın berlin film festivali'nin panorama gösterimini kabul eder. ancak bir süre sonra berlin film festivali'nin direktörü dieter kosslick'ten aldığı telefonla filmin tüm kaderi değişir: "hâlâ yarışma bölümüne girmek istiyor musun?"

    fatih akın, yarışmada geç gösterilen filmlerin erken gösterilenlere oranla daha fazla akılda kaldığını kendi jüri deneyiminden de bilir. duvara karşı, çarşamba günü saat 16'da gösterilir. cuma günü fatih akın, yapımcıları ralph schwingel, stefan schubert ve fatih akın'ın temsilcisi gaby scheld'le beraber yemeğe gider. mekandaki tek müşteridirler. altın ayı haberini ilk orada alırlar ve bunu ertesi güne kadar kimseye söylememeye çalışırlar.

    ödül cumartesi sabahı jüri başkanı frances mcdormand'ın duyurmasıyla öğrenilir. fatih akın bunun için şöyle der: "kaşla göz arasında bir kamera ordusu tarafından çevrelenmiştim. o anda kendimi, george foreman'ı yendikten sonraki muhammed ali gibi hissettim." fatih akın o zamana dek hayran olduğu birçok isimden e-postalar, tebrikler alır.

    pazartesi günü skandal haber patlar. fatih akın bunu geceden öğrenir: bild gazetesinin manşeti, "ünlü aktris aslında porno yıldızı" haberidir. bu haber, filmin türkiye'de bir tepki oluşturmasına neden olur ama kötü anlamda değil, film resmen bir paparazzi efsanesine dönüşür. 2004 yılında sibel kekilli bild gazetesine açtığı davayı kazanır. bild gazetesinin genel yayın yönetmeni kai diekmann, 2010 yılında "haber doğru, kampanya yanlıştı" diyerek özür diler. sibel kekilli de "bana uzatılan eli geri çevirmem" diyerek bild gazetesiyle 6 yılın sonunda barışır.

    film 2008'de micheal sturm'un yönetmenliği, ludger vollmer'in besteleriyle operaya da uyarlandı. opera'da sibel karakterini şirin kılıç, cahit karakterini levent bakırcı oynadı. kültürlerarası diyaloga yaptığı katkıdan ötürü almanya'da ilgi gördü ve ödül aldı.

    duvara karşı almanya'da 800 bin, türkiye'de 300 bin seyirciyi sinemaya çekti. birol ünel, "yaşayan en seksi türk erkeği" seçildi. duvara karşı bir türk filmi olarak görüldü. film 51 ülkeye satıldı.
  • filmdeki sibel karakterinden yola çıkarak şu soruyu sorabiliriz: tutucu ve baskıcı bir ailenin çocuğu olmak mı insanda inadına kudurma isteğini kamçılıyor, yoksa gerçekten ailenin yetiştirmesinden bağımsız olarak kişinin kendi karakteri mi o şekilde? iki faktörün birbiriyle çarpışması sonucu da insanlar bu duruma geliyor olabilir. ailesinin osmanlı usulü baskısından kurtulmak istediği için evden ayrılmak isteyen sibel, bunun tek olaysız ve resmi yolunun evlenmesi olduğunu çok iyi bildiği için kağıt üzerinde bir evlilik peşinde koşan genç bir kız. ailesinin ne kadar katı olduğunu bildiği için de sözde evleneceği kişinin türk ya da en azından türk kökenli olması gerektiğinin farkında. tek amacı ailesinden kurtulmak ve kendisini hayatın rüzgarına bırakmak. eğer istediği hayatı yaşayamayacaksa, hayatına baskı altında devam etmektense ölmeyi tercih ediyor ve bileğini keserek intihar etmeye çalıştıktan sonra kurtarılarak kaldırıldığı psikoloji tedavi merkezinde cahit ile tanışıyor.

    sibel’in yansıması cahit karakteri ise serserinin vücut bulmuş hali. fakat serseriliği tamamen kendine olan, zarar verecekse kendisine veren, sebepsiz yere sağa sola sataşmayan bir karakter. bu davranışlarının sebebi olarak da eski eşi katherine’in yokluğu filmin bize verdiği en büyük ipucu. yönetmenin, seyircinin filme katılımını istediği nokta da burası. katherine’e ne olduğu söylenmiyor. hatta maren ile sibel arasında geçen bir diyalogta katherine’e ne olduğunu tam öğrenecekken diyaloğun seyri aniden değişiyor. yine de filmin başlarında cahit’in, saklamış olduğu katherine’in fotoğraflarına bakıp hislenmesi sebebiyle ölmüş olduğu ihtimali kuvvetleniyor. terk etme veya aldatma gibi bir durum olsaydı cahit karakterinin tepkisi bu şekilde olmazdı çünkü. şeref (güven kıraç) ile birlikte bir konser salonunda temizlikçi olarak çalışıyor. hayatını çekilebilir hale getirmek için kendisini alkole vermiş, alkolik bir karakter. sabah akşam içtiği beck’s filme sponsor olmuş sanki. sigaradan çok beck’s görülüyor. evindeki ipuçlarından da gençliğinde punk’çı olduğunu ve özellikle katherine ile yaşadığı o yıllara çok güçlü bir özlem duyuyor. yaşadığı zamana katlanamayan, geçmişte yaşayan bir kişilik.

    cahit, karakter ve olaylara verdiği tepkiler düşünüldüğünde sibel’e aynadaki yansıması kadar benzer olsa da hayata bakış açısı olarak sibel’le taban tabana zıt bir kişiliğe sahip. ikisi de sözünü sakınmayan, kendisine en ufak bir iğneleme yapıldığını hissettiğinde lafı yapıştıran, aynı şekilde her an şiddete başvurmaktan çekinmeyen, devamlı duvara karşı toslayan, başına buyruk karakterler. fakat sibel hayatı kendi istediği ve bildiği yoldan doyasıya yaşamak isterken, bir bakıma kendisini daha doğmamış gibi hissederken cahit, yaşayan bir ölü gibi. hayattan alacağı hiçbir zevk, mutluluk kalmadığına inanan, yaşadığı her an işkence çeken bu adam, huzura kavuşmaktaki tek çareyi intiharda arıyor. fakat intiharı da kendi bildiği yoldan, tıpkı yaşam tarzı gibi, şiddetli ve sert bir şekilde, duvara karşı son sürat otomobilini sürerek gerçekleştiriyor. olayın ardından kurtarılan cahit, sibel gibi kaldırıldığı psikoloji tedavi merkezinde ise, daha adını bile sormadan cahit’e evlenme teklif eden sibel ile tanışıyor.

    “arkadaş olalım, aynı evde yaşayalım ama bu arkadaşlığı duygusal bir ilişkiye taşımayalım” konusu hollywood tarafından defalarca işlenmiş bir konu. cahit sibel’in evlenme teklifine ilk başlarda delice baksa da sibel’in yoğun ısrarları ve kendi çıkarları sonucunda evliliği kabul eder. sibel’in evlilikten olan çıkarı, aile baskısından kurtulması, hayatı istediği şekilde yaşaması iken, karşılığında cahit’in evini temizlemesi, yemek yapması, alışveriş yapması, çamaşır ve bulaşığı üstlenmesi de cahit’in çıkarına olan şeyler. hiç konuşmamalarına rağmen kendiliğinden konan kural ise ilişkilerini duygusal boyuta taşımayacakları. anlaşma iyi gider. cahit “evde sanki kadın patlaması olmuş” diye tasvir ettiği temiz ve bakımlı evinin, sibel’in yaptığı yemeklerin keyfini sürerken bir yandan da gün aşırı olarak görüştüğü ve tam anlamıyla sadece ihtiyacını gidermek için takıldığı maren ile gecelerken; sibel de hayalini kurduğu piercing, dövme, barlar, kulüpler, erkekler ve gece hayatına balıklama atlamış, istediği hayatı yaşamaya başlamıştır. fakat bir noktadan sonra hayatları ve ilişkileri problemli bir rotaya doğru sapmaya başlıyor.

    kamera arkasını veya çekim hatalarını izlediyseniz birol ünel’in gerçek hayatta da çok normal bir kişilik olmadığını görebilirsiniz. oynadığı karakter ile parallellik gösteren unsurlar sebebiyle çok güzel ve inandırıcı bir performans sergilediğini düşünüyorum. aynı şekilde sibel kekilli’nin de. filmde yan karakterlerin de en az başroldeki sibel ve cahit kadar harika bir gerçekçiliği var. bir tek sibel’in annesi rolündeki teyzenin konuştuğu sahnelerde filmdeki gerçekçilik düşüyor ve sanki “gerçek kesit” izliyormuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. onun dışında şeref, sibel’in babası, abisi, maren ve nico çok gerçekçi yan karakterler olmuş. özellikle güven kıraç’a olan antipatim bu filmle birlikte kırıldı, meltem cumbul’a olan ise katlanarak arttı. meltem cumbul maalesef her filmde olduğu gibi bu filmde de film setine aniden gökten düşmüş gibi rol yapıyor ve oynadığı sahnelerde itinayla hiçbir şey hissettiremiyor.

    filmdeki bazı sahnelerin, özellikle de fatih akın’ın yaptığı bazı tespitlerin de filmin gerçekçiliğine ve doğallığına çok büyük katkısı olmuş. cahit’in, sibel’in abisi ve arkadaşlarıyla okey oynadığı sahnedeki genelev konuşması üzerine yaşanan tatsızlık tam olarak türk erkeğinin özeti gibi olmuş. etrafa ana bacı söverken, sokakta kadınlara laf atarken, kadınları taciz ederken her şey normal, ama işin ucu azıcık bile olsa bizim karımıza kızımıza, anamıza bacımıza dokununca bir anda her şey nasıl da değişiyor değil mi. cinayet işleyecek sinire kapılıyor herkes birden. gerçekten de çok güzel ve işin özünü kısa ve net bir şekilde anlatan bir sahneydi.

    ayrıca etkileyici sokak sahnesinde de üç erkeğinin nasıl da bir ödlek gibi silahsız bir insana bıçak çektiğine tanık oluyoruz. bir insanın haklı yere küfretmesini orantısız güç kullanarak cezalandırmaya kalkmak ancak bir korkağın ve şerefsizin yapabileceği bir davranıştır. bu sahneden yola çıkarak yapılacak genellemede silahsız kişilerle yapılan tartışmalarda silahını çeken ödleklere, kendilerine gerçekten bu kadar güveniyorlarsa silahlarını yere bırakıp teke tek ve silahsız bir şekilde davranmaları tavsiye edilir.

    diğer bir günümüz gerçeği de cahit’in almancı taksi şoförüyle yaşadığı diyalogdu. senelerdir türkiye’ye adım atmamış cahit’in türkiye’de ilk konuştuğu kişinin almancı bir türk olması tesadüf olamazdı. çünkü türkler almanya’da, almancı türkler de türkiye’de her yerde. o kadar fazla türk göçü olmuş ki almanya’ya...

    sanırım fatih akın’ın seyirciyi şaşırtmadaki başarısı aşırı gerçekçi kurgusu. gerçek hayatta, senaryodaki bir olayı yaşasaydınız ya da o olay başınıza gelseydi, vereceğiniz veya vermek istediğiniz tepkileri filmde veren karakterler yaratıyor. buna en net örnek olarak da filmin sonunu gösterebiliriz. senaryo gerçekten yaşansaydı filmin sonu çok yüksek ihtimalle böyle biterdi. bunun dışında, sibel’in bir anda kızıp bira şişesini cahit’in oturduğu koltuğun kenarında patlatması, kız isteme sahnesinde sibel’in abisinin “türkçen bok gibi. türkçene ne yaptın?” sataşmasına verdiği “çöpe attım” cevabı, cahit ve sibel’in ilk dansa çağrıldığı düğün sahnesinde “böyle bir şey mümkün değil. kesinlikle dans etmem” diyen cahit’in her ne kadar kokainin etkisiyle de olsa ilerleyen sahnelerde en çok dans edenlerden biri olması, cahit’in çalıştığı yerde “aşik!” diye bağırarak iki bardağı da avuç içleriyle tuzla buz etmesi, barda yaşanan kıskançlık ve cam kültablası sahnesi... gibi sahnelerde karakterler tam olarak gerçek hayatta herkesin aklından geçirdiği ama yapmadığı hareketleri gerçekleştiriyor. filmde bir de beni gerçekten tiksindiren ve hala unutamadığım, otobüsteki türk şoförün cahit ve sibel’i azarladığı sahne var ki... cahit bu sahnede çok istediğim ve içimden geçirdiğim tepkiyi verecekmiş gibi yapıp vermiyor ona üzüldüm. çekim hatalarında bu türk şoförü oynayan adamın, yönetmenin “kestik, çok güzeldi” demesine rağmen içindeki kini ve nefreti atamamış olması ne kadar iyi rol yaptığının değil, yaptığı rolü ne kadar yaşayarak o rolde kendisini ne kadar hissettiğinin kanıtıdır.

    ne doğma büyüme bir türk, ne de bir alman yönetmen, türk ve alman kültürü ile almancılığı bu kadar iyi anlatabilirdi. hamburg’ta türk bir ailenin çocuğu olarak büyüyen fatih akın bu yüzden iki kültürü de analiz etmede çok başarılı olmuş gerçekten. fatih akın'ın bu filmi duvara karşı, çarpmaktan korkmadan ilerleyenlere adadığını söylemek mümkün ve sizi de "if you can not change the world, change your world" diyerek bu kişilerden biri olmaya açıkça davet ediyor.

    filmle ilgili bazı bilgiler:
    • herkesin bildiği gibi film uluslararası film festivallerinde ödülleri toplamaya başlar başlamaz alman basını sibel kekilli’nin eski bir porno aktristi olduğunu yazmaya başladı. sibel kekilli 2004 bambi ödülleri’nde ödül alırken yaptığı konuşmada basının bu tavrını “medya tacizi” olarak adlandırdı.
    • fatih akın rol için sibel kekilli’yi 350 aktrist arasından seçti
    • 17 yıl aranın ardından berlin film festivali’nde altın ayı alan ilk alman filmi oldu.
    • filmin açılışında cahit’in sarhoş olduğu sahnelerde birol ünel rol yapmıyordu. sahne için saatlerce setin hazırlanmasını beklerken durmadan alkol almış ve gerçekten tamamen sarhoş bir hale gelmişti.
    • filmin ilk hali 4 saatti.
    • sibel’in abisi rolündeki kişi yönetmen fatih akın’ın kardeşi cem akın.
    • filmdeki çoğu aktör çekimlerde kendi kıyafetlerini giydi. aktörlerin kendilerini daha rahat hissederek rollerine daha kolay adapet olmaları için düşünülmüş olsa da, daha çok finansal açıdan maliyet artmasın için yapıldı.
    • sibel kekilli filmden kazandığı parayla burun estetiği yaptırdı ve doğal burnuyla oynadığı son film bu oldu.
    • çekimler sırasında doktoru birol ünel’e alkolü bırakması gerektiğini, aksi takdirde ölebileceğini söyledi. alkolü bırakmaya çalışan birol ünel’i filmin ilerleyen kısımlarında gittikçe zayıfladığını, özellikle de sonlara doğru bir deri bir kemik kaldığını görebiliyoruz. bünyenin bu denli zayıflaması yüzünden hastalandı ve çekimlere zorunlu olarak bir süre ara verildi.
    • sibel kekilli ilk olarak köln’de bir alışveriş mağazasında keşfedildi.
    • istanbul sahnelerinden birinde soldan sağa doğru koşan kara kedi kasıtlı olarak filme dahil edilmemişti. sete kendiliğinden girmişti ve sahne de filme o şekilde kondu.
    • birol ünel askerliğini yapmadığı için çok uzun bir süredir yoklama kaçağıydı ve tutuklanmadan türkiye’ye giriş yapması mümkün değildi. türk parlamentosu son anda kendisi için af çıkardı. bu şekilde 10 senenin ardından ilk kez doğduğu ülkeye girebildi ve filmin son sahneleri çekildi.
    • cahit’in elleriyle bar tezhagındaki 2 bardağı paramparça ettiği sahne için birol ünel’in ellerine, plastik bardaklardaki sıvıyla temas ettiğinde kırmızıya dönüşecek bir madde sürüldü.
    • filmde hiç stüdyo sahnesi bulunmuyor. tüm çekimler gerçek alanlarda, uygun ışık sağlanarak yapıldı.
    • cahit’in istanbul’a gelince kaldığı büyük londra oteli, fatih akın’ın the edge of heaven filminde de yer alıyor.
    • istanbul’daki taksi şoförlerinden cahit’i alan bavyeralı almancı taksicinin aslında sibel’i alması, başka bir taksicinin de cahit’i alması düşünülmüştü ama sonradan tersi çekildi.
    • sibel’in abisinin ve arkadaşlarının eşleriyle konuştuğu sahnedeki kadınların üçü de filmdeki sibel rolü için aday olmuş ve düşünülmüş aktristler.

    65/100
  • sibel'in istanbuldaki akrabasi selma profili de oldukca basariliydi bence...büyük bir televizyon ve karsisinda duran esek kadar vücut gelistirme aleti kapitalist hirslari, kücük burjuva hayalleri cok guzel anlatiyor...hele hele 40 yildir almanyada yasayip da evde seda sayan seyreden öküz imaji süperdi...cok basarili gozlemlerle her karesinden binbir sonuc cikarilacak hikaye...
  • cahit'in engeli aşma hikayesini anlatan film.

    --- spoiler ---

    cahit, eski karısını ve sibel'i atlatarak hayatına devam etti çünkü onu otobüsün içinde gördük, dışında değil. otobüse binmeyip otogarda sibel'i bekliyor da olabilirdi ama o beklemedi ve hayatına devam etti.

    filmde sibel'in yaşadığı baskı inanılmaz güzel anlatılmış. sibel bileklerini kestikten sonra, hastanede ailecek masada otururken sadece önüne bakıyor. abisi ona tehditler savuruyor, o çıtını çıkarmıyor. sessiz sessiz oturuyor. saçları toplu. abisiyle babası masadan kalktıktan sonra bacak bacak üstüne atıyor, saçlarını açıyor ve bir sigara yakıyor. 'beni rahat bırakırlar sandım' diyor. bu sahneye bayıldım. daha iyi anlatılamazdı herhalde. gayet basit. fatih akın, kızın yaşadığı baskıyı birkaç saniyede anlatmış. zaman israfı yapmamış. filmde gereksiz bir sahne bile yok.

    --- spoiler ---

    normalde düğün, mutlu son anlamına gelirken bu filmde mutsuzluğun başlangıcı. izlemeyen varsa mutlaka izlesin.
  • iki kaybedenin birbirinde kaybolmasının hikayesi.
    bileklerini dikine kesip, kalplerini enlemesine bölenlerin hikayesi.
  • bir nevi biber dolması tutorial. ben bu filmden öğrendim biber dolması yapmayı ciddiyim. aradan seneler geçti, her biber dolması yaparken sibel gibi biberlere çizik atmayı unutmam ve her seferinde hatırlar, hüzünlenirim..
  • cehaletim bagislansin, ilk kez az evvel izledigim film. izlerken en cok agladigim filmlerden biri. agdali incelemelere giremeyecegim simdi, takatim kalmadi. aklimda kalanlari not dusup gidecegim:

    --- spoiler ---

    * elbette oncelikle kiz isteme ve alkolsuz cikolata muhabbeti, arkasindan gelen "high" dugun dansi. muazzam.

    * cahit'in "neden karilarinizi sikmiyorsunuz?" diye sormasinin arkasindan akrabalarin aptallasmasi ve saldirmaya calismalari. mukemmel sahne.

    * cahit'in asik oldugunu anladiktan sonra gelip evde yastiklari koklayarak yatmasi.

    * cahit'le sibel'in sevisemedikleri sevisme sahnesi.

    * cahit'in ellerini once cam kiriklarina bastirip kan icinde kaldiktan sonra kalabaligin icine karisip dans etmesi. ask zaten tam da boyle bir sey.

    * asik olduktan ve kocasini kiskandiktan sonra sibel'in lunaparka gidip kalpli kurabiyeler almasi ve bu arada cahit'in herifin tekinin kafasini kirisi. kadin ve erkek rollerine, aski ve kiskancligi tecrube edis hallerine dair cok iyi bir ozet.

    * seref'in turku soyledigi sahne.

    * tabii ki barda tecavuz ve akabindeki kavga sahnesi.

    * cahit'in selma'yla konusamayisi ve turkce'den ingilizce'ye gecmesi. aralarindaki duvar dil bariyeri degil maalesef, fatih akin'in bunu yuzumuze vurmaktaki becerisi inanilmaz.

    --- spoiler ---

    bunlarin disinda birol unel mukemmel. bir daha yazmak istiyorum: mu-kem-mel. gozleriyle oynamak boyle olsa gerek. adam asik oldugu anda aglamaya basladim, film sonuna kadar duramadim. cahit ne zaman kafasini kaldirip asik asik baksa icimde bir seyler koptu.

    sibel kekilli'nin ilke kez bir filmini izledim ve hayran kaldim. sayisiz yabanci film ve dizi izledikten sonra filmdeki ciplaklik beni hic rahatsiz etmedi, tersine cok dogal ve akisa uygun buldum. iyi ki kamera karsisinda ciplakligindan utanmayan, bu kadar dogal bir sibel kekilli vardi. o olmasa bu film bu kadar iyi, bu kadar vurucu olamazdi kesinlikle. masumiyetini ve dogalligini muthis yansitmis.

    --- spoiler ---

    sibel karakterinin intihara meyilli olusunun arka planinda eksiklikler oldugunu soyleyenler olmus. bence zaten sokakta dovustugu sahneye kadar hic olmek istemedi ki sibel. kendi de filmin baslarinda "burnuma dokun, goguslerime dokun" derken anlatmisti zaten. bileklerini de o yuzden dikey kesiyor. sadece ailesinin baskisini hafifletmeye, kendine yasayacak alan yaratmaya calisiyor intihar girisimleriyle. bir sure sonra da her sorunun cozumunu bir cesit uyusturucu gibi intiharda ariyor. yani bileklerini kesmek, bir yasam sekli sibel icin. bu celiskiyi de muhtesem anlatmis fatih akin.

    --- spoiler ---

    benim gibi filmi izlemekte gecikenler varsa, daha fazla beklemesinler. cok sey kaciriyorlar.
  • bir öncesi için: (bkz: #83437805)

    bir başka ayrıntılar:

    -cahit'in duvara karşı vurmadan önce gözünden akan yaşlar,
    -sibel'in ilk göründüğü sahnede cahit'e olan 'boku yedin' bakışları,
    -sibel'in babasının intihar eden-etmeyi düşleyenler için gayet alışılageldik olan konuşmaları,
    -otomotiv sektöründe müdür olmuş sibel'in türk abisinin yarı türkçe yarı almanca sinirlenmeleri,
    -oyunculuğu beğenilmeyen fakat benim mükemmel bulduğum sibel'in annesinin elinde sigara, kendince muhafazakar ailelerdeki anne konumunu üst gerçekçilikle yansıtan rolü, kızına karşı yaklaşımları, sigara içişi, büyük olaylar karşısındaki olması gereken sakinliği ve buna ettiği laflar (ki hala bu kadının neden eleştirildiğini anlayamıyorum; tipi-mimikleri bile tam bir doksanlar sonu alamancı türk kadını),
    -otobüs şoförü,
    -cahit'in sandıktan çıkardığı muhtemelen eski karısına ait fotoğraflar ve hemen sonrasında çıplak gövdesine denediği takım elbise,
    -anne babanın damat hakkında (cahit) dedikodu yaparken koridorda sessizce dinleyen minik sibel,
    -"meeersin, mersin" (berberdeki küçük çekişme); yine de güven kıraç'ın sevgiyle tıraşlı cahit'e bakışı,
    -okey sahnesinde arkada çalan bosporus bridge albümündeki ayaz kaplı şarkısı: alma ahımı,
    -sibel'in düğünde ilk dans için cahit'e yalvarması: "bitte cahit, elini ayağını öpeyim bitte",
    -küçücük evinin içine sığınan sibel'in ağlamalarına dayanamayan güven kıraç'ın gecenin bir vakti uyurlarken ne ağlarsın benim zülfü siyahım'ı söylemesi.
  • geçen star wars izliyorduk oğlumla. hani anakin'in karanlık tarafa geçtiği bölüm. lavların içine sürüklenip acı içinde kıvranırken, kabul ediyorum o yaş için uygun bir sahne değildi ama şimdilik bunu boşverelim, bizimki dehşet içinde ekrana bakıyordu. sonra bana döndü ve "hepsi padme yüzünden" dedi "onunla tanışmasaydı başına bunlar gelmeyecekti"
    sen lanet palpatine'i, anakin'in zaaflarını görme, padme'ye isyan et. olur şey değil.
    sustum. ergenliğe girmek üzere olan bir çocuğa kurgu bir karakteri savunacak değilim diyeceğim de asıl sebep hiç halim yoktu.
    bu film bana o isyanı hatırlattı. romantik aşkın altını kazıyınca, aynı saf his duyuluyor. fazla iyi bir yıkık karakter cahit. mersin'e gidişinde bile bir şovalyelik var. sibel ise en baştan beri ne istediğini biliyor gibi görünse de pek bir şey bilmiyor. aslına bakarsak, film ilerledikçe sibel cahit'e cahit de sibel'e dönüşüyor. sonra sibel başka bir şey oluyor. cahit sibel'de kalıyor. birbirlerini sürekli ıskalıyorlar.
    bu da ıskalanmış bir aşk filmi.
    star wars'tan gegen die wand'a fantastik bir çağrışım oldu.
  • insanda garip takıntılar oluşturan film. ne zaman masada kendi halinde duran bir bardak görsem, cahit'in yaptığı gibi avuç içlerimle vurarak ezmek istiyorum. henüz sadece doritos'la denedim bu hareketi tabii.
hesabın var mı? giriş yap