• daha gireli 28 dakika oldu, ne ara tribine girdiniz.
  • yazı gram sevmeyen bünyeler için yılbaşı gibidir.
  • yazı sevmeyen bünyeler için terapi olarak gelendir. hoş gelmiş. gitsin sıcaklar, gelsin serinlik.

    (bkz: yağmur ve kapalı hava seven insan)
  • güneşin karamel kıvamına geldiği ay. yazın sonu gelir, çiğ sarılar tatlı turunculara karışır.

    geceler serindir artık, umutlar mı?
    bir başka bahara, yaza.
  • mekanın sahibi geri geldi.
  • "bir gün aklına gelecek olursam, bana şiir ısmarla, eylül'ü konuşalım..."
    [cemal süreya]

    tanım: mis gibi aydır.
  • hüzün ve ayrılığın ayı. bakalım bu sene neler getirecek?
  • üretmekten yorgun düşmüş doğanın inzivaya çekilmeye başladığı, yazın yakıcı sıcaklığını ılık bir rüzgara bıraktığı, yavaş yavaş uykuya geçmeye hazırlanan doğanın yorgunluğunu hissettirdiği, daha dingin, daha sakin ve daha yaşanılabilir bir aydır. ne soğuk ne de sıcak, üşütmez de yakmaz da. doğduğum ve en sevdiğim aydır. derler ki; “bütün mevsimlerin amacı eylül'e varmakmış... en çok da yaz kavuşmak istermiş ve bunun için önüne ne çıkarsa süpürürmüş ona doğru... çünkü aklı eylül'deymiş ve eylül'e sevdalıymış.”

    30'lu yaşlarım hep koşuşturmayla geçti. zaten yapı olarak kıpır kıpır ve heyecanlıyımdır. ancak hayat yolunda, düştüm, kalktım, mutlu oldum, üzüldüm, evlendim, anne olduktan sonra dünyaya yetebilecek gücümü gördüm, çalıştım, ürettim… pes ettiğim, “yetti be” dediğim anlar çok oldu. günün sonunda ayağa kalkmasını da bildim, tüm o ukalâ, narsist, egoistlere karşı dimdik durmasını da. kimse bilmedi içimde kopan fırtınaları. tam 36'larımda hayatımın orta yerine bomba gibi düşen multipl skleroz ile tanıştım. günlerce ağladım, alıştım, zamanla kabullendim.

    dostlarım da oldu, ancak arkamdan dalavereler karıştıran, yüzüme farklı arkamdan farklı konuşan düşmanlarım da. hepsini ilahi adalete sevk ettim. gerçekten canımı yakmadıkça kimseye ah etmedim. ancak kalbim kırıkken ve gözüm yaşlı iken ettirdilerse o ah'ı, onlar adına eyvah diyorum.

    yaş aldıkça insanların aslında göründüğü gibi olmadığını öğrendim. artık gerçek arkadaşlarımı daha iyi seçiyorum. yapı olarak sert gibi görünsem de öyle bir gülerim ki mutlu olduğum zaman, yanağımda gamzeler açar. eğlendiğim insanlarla birlikte olmak isterim. sürprizleri çok severim yapmasını da, yapılmasını da. hem hangi kadın sevmez ki?

    çocuklarımla büyüdüm; bazen annelik fazla geldi, doldu, taştı, uykusuz gecelerim, zorlandığım, yetmediğimi düşündüğüm anlar oldu. her şeyin geçtiği gibi o günler de geçti gitti. iyi bir anne miyim bilmiyorum. çocuklara sormak lazım. elimden gelen en iyisini yapmaya çalışıyorum kendimce…

    seçimlerimin bedelini ödedim, belki de daha ödeyeceğim bilmiyorum, seçimlerimin sorumlusu benim, bunun başıma kakılmasından nefret ediyorum.

    üniversite son sınıfta ciddi bir fırsat yakalamışken ve bu durum hayatımda dönüm noktası olacakken seçimime müdahale edilmeseydi keşke diyorum ya da inadına mücadele etseydim ancak olduramadım, “keşke” demek ne kadar kötüymüş; deneyimledim.

    zamanla kimseyi yargılamamam gerektiğini ve önyargılı olmamayı öğrendim; artık kafama takmamam gerektiğini de. ne çok büyütmüşüm her şeyi kafamda…

    hayattan zevk alabilmeyi öğrendim. daha önceleri önemli gördüğüm çoğu şeyin aslında ne kadar da boş olduğunu farkettim. nasıl hızla geçmiş yıllar bakıyorum da...

    gözüm yükseklerde olmadı hiç, ruhuma güzel dokunulsun yeter. küçücük şeylerle bile mutlu olunabiliyormuşun örnekleri çoktur hayatımda.

    büyüdükçe anladım ailemin değerini. elbet bir gün o günün geleceğini bilmeme rağmen, onlara hiçbir şey olmayacak gibi davranmamın yanlışlığını, hastalandıklarında, ameliyathanenin kapısında çaresizce beklerken, o korkunun tüm hücrelerimi sardığı zaman anladım. "allah başımızdan eksik etmesin" lafı ne kadar kıymetliymiş.

    sol tarafım gücünü kaybettiğinde anladım; sol kolum aslında annemmiş ya. hastanelere şifa aramaya giderken gözlerimde yaşlarla çocuklarımı ona teslim ettim. zira onlara benden daha iyi bakabilecek, sahip çıkacak tek kişinin annem olduğunu biliyordum. geldi geçti… ya da geçmiştir umarım.

    tamam haydi huzurla gel yeni yaşım. görüyorum ki coşkun nehirler gibi akıyorsun, hızına yetişemez oldum. sana sesleniyorum eylül doğaya nasıl dinginlik veriyorsan sen de bana sakinlik, huzur ver ve lütfen daha fazla yorma olur mu?
  • "gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç..."- hasan hüseyin korkmazgil

    bana olan tam da bu mısralar eylül ayında.hayatimin büyük çoğunluğu okullarda hatta yatılı okullarda geçtiğinden midir, ağustos son 10 gününün dünyada 10 yıla tekabül ettiğinden midir, zorunlu ilişkilerin başlaması, her şeyin tarih ve saatlerle sınırlanması, resmî yazı ve okul soğukluğundan mıdır, yazın hakkını verememek, sonrakine erişememe kaygısından mıdır, kemale bir türlü erdiremedigimiz 'var olma' geriliminden midir bilinmez bende eylül ağustos'un aylaklik, özgürlük, tembellik ve sarı sıcağına, keyfe kederligine "gitme ,sonbahar oluyorum, sonrası hiç..." diye seslenme isteği uyandırıyor.
    yaz sebzelerini stoklama, büyük şehirlere geri dönüşler, huzursuz hazırlıklar vs..
    hâsıl-ı kelam ben bu ayı pazartesi günü kadar bile sevemedim.eylül'de ölürsem (ki çok farketmez) bu sene yırttı diyin arkamdan.

    gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
    ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını
    neden akşam oluyorum tren kalkınca
    kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
    mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
    öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
    az önceki çiçekler nasıl da diken diken
    gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
    o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
    o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
    artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
    günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı
    oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
    kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
    nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
    gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç…

    hasan hüseyin korkmazgil
hesabın var mı? giriş yap