• ilk beş yılını tamamlamak üzere olduğum serüvenim.

    legalleştirilmiş cinsel hayat, kurumsallaştırılmış statüsel imgelenme* gibi tamlamalardan sıyrıldığında, evlilik tam olarak kaotik tabanlı şenlik yazılımı. aynı sahnede dönüşümlü olarak trajedi, komedi, dramın oynandığı, perdenin kapanmadığı oyun temsili.

    birini tanımak ya da artık evlenmiş olmak; sonrasını keskin bir monotonluğa bırakan, tek plana sabitlenmiş bir film karesi değil. varmanın değil yolda olmanın önemli olduğu bir yolculuk hali. bazen bir günün diğerine benzemez, bir halin diğeriyle çakışmaz. her zaman çok huzurlu, dengeli ve çok mutlu olman* gerekmiyor. trendy koltuklarında ve karaca yemek takımlarıyla sürekli yemekli misafir ağırlayıp steril hayat gösterimi yaptığın bir altın günü hali hiç değil.

    dip dibe dolaşıp da "biz olalım-her adımı birlikte atalım" diye bunaldığım bir yer değil, ikimizden birisi yalnız kalmak istediğinde kimsenin çekelenmediği, baba evinden en sevdiğim yalnızlığımı da valizime koyup getirdiğim bir yer.

    bazen kapıların çarpıldığı, bazen hiç konuşmadan anlaşıldığı; sessizliğinde boğulduğun ya da bazen onu mutsuzluğunda boğduğun zamanların olduğu; yüzlerce yıllık kalelerde, bir ortaçağ şehrinin taş merdivenlerinde öpüşürken evrenin susarak kutsadığı, kaybolduğunda ona tutunarak kendini bulduğun bir yol, sıçramalı süreksizlik hali.

    dün* birlikteliğimizin sekizinci yıldönümüydü, mutfakta bira yaparak kutladık. ben kazanda malt özütü, şerbetçiotunu karıştırırken o da hortum, huni ve şişelerden bir düzenek hazırlıyordu. durup bize baktım; evlilik albümünün eşsiz fotoğraflarından birisiydi, diğerlerinin yanına ekledim.

    tıpkı diğerleri gibi eşsizdi; annemi yoğun bakım odasının kapısında beklerken elimi hiç bırakmadığı fotoğraf gibi, bir mezarın çukuruna yarı beline kadar girip babannesini gömerken gördüğüm gibi, evin bir duvarını tamamen kaplayan ikea kitaplığını saatlerce birlikte oturup monte ettiğimiz gün gibi, karnımdaki bebeğimizi kaybettiğimde elini hiç karnımdan çekmeden uyuyakaldığı gece gibi, birlikte rakı sofraları kurup sonra çok sarhoş olup klozete eğilmiş kusarken kafamı sımsıkı tuttuğu an gibi.

    her geçen gün o albüme yeni fotoğraflar ekleyip duruyorum. emin olduğum tek şey; hayatımın geri kalanında sabah uyandığımda ilk bu adamın yüzünü görmek istiyorum.
  • failili yazinca kendi hikayem aklima geldi.
    isteme olduğu gün tam bir faciaydi. hava yaklaşık bin derece, aylardan ağustos. önce eşim ve ailesi evi bulamadi. sonra onlar gelince kahveler yapıldı ve kahve taştı. ateist kayinpederim ve annem tartışti. kayınpederim isterken "allahın emri peygamberin kavli" demeyince, hacı olan annem "sizde allah kitap yok galiba" diyerek meselenin ortasina daldı ; kayinpederimse "genel olarak yoklar zaten" diyerek yangını körükledi. tam tartışma büyüyecekken eniştem "hadi yüzükleri takalim" dedi. yüzük takilacakken elektirik kesildi. mum ışığında yüzük takılırken o zaman ortaokulda olan yeğenim "noluyo amk bu ne kalabalik?" diyerek ter içinde eve daldı.
    sonra elektrik geldi, ikram yapilacakken pasta kuzenimin elinden yere düştü. aksilikler burda son buldu diyorduk ancak öyle olmadı. sıcaktan kayinvalidem koltukta uyuyakaldi. o gece başka bir facia olmadan sonlandi.

    nikah tarihi bulamadığımız için sabahın kör vakti nikah yaptik.*
    dolayısıyla en yakinlarimiz harici kimse yoktu. nikahtan hemen sonra eşimle kavga ettik.

    nasıl başlarsa öyle gidiyor evlilik. evren mesajlari gönderdi ama almadik demek.
    nişanlı olanlara duyurulur.

    edit: sanırım en çok mesaj gelen entryim bu, çoğunlukla sonucu ne oldu diyorsunuz: boşandık sevgili yazarlar.
  • iki kisinin tek tek degil de biraraya gelerek mutsuz olmasina verilen ad
  • aslında yürümeme sebepleri çok da karmaşık olmayandır. kadınlar için hayaller;

    http://i.hizliresim.com/22djno.jpg

    http://i.hizliresim.com/aovz2d.jpg

    gerçek;

    http://i.hizliresim.com/pra6zn.jpg

    erkekler için hayaller;

    http://i.hizliresim.com/4laal0.jpg

    http://i.hizliresim.com/22djz0.jpg

    gerçek;

    http://i.hizliresim.com/lpmbq1.gif

    hayalleri ile gerçekleri ortak bir noktada buluşturabilen insanlar evliliklerini yürütebilir. gerisi için "yalnızlık ömür boyu".
  • "erkegin kadina lutfettigi bir sey" algisinin kaynagini dusunuyorum bir suredir. fark ettim, ne aci ki, bu algıyı en çok kadınlar kuvvetlendiriyor. bakiyorum dugun fotograflari bile bunu destekler yonde, kadin hep erkegi razi etmis muzaffer komutan pozlarinda. birini kendinizle evlenmeye razi etmis olmayi kendinize nasil yakistiriyorsunuz, hanimlar? hele bir de bunu basari olarak gormeyi? hadi durma kutla, bu zafer senin.

    hoş, evlenmemiş olmayı övmeyi de aynı oranda anlamıyorum ben. karşına bir insan çıkar, birlikteyken hayatın daha eğlenceli, daha renkli olduğunu hissedersin, sonra birlikte devam edersiniz işte hayata. kimse kimseyi ikna etmez, hayatın doğal akışıymış gibi kendiliğinden gerçekleşir her şey. kişinin karşısına böyle hissettiği biri çıkmamışsa eksik ya da suçlu hissetmesinin beklenmesi dünya saçması. ya da işte, evlenmedim, hayatım süper, istediğim saatte uyanırım ekseninden bekarlık övmek de bir diğer saçmalık. gerçekten içi boşaltılmış insan ilişkilerini düşünmekten beynim yanacak bir gün.

    aslinda evlilik basligindan hareketle konusuyorum ama genel olarak biz iliskileri hep hastalıklı yasadigimiz icin evlilik anlayisinin da bu kadar hastalikli olmasina şaşmamak lazım. evlilikte de, bekarlıkta da ekseriyetle iliskiler sakat, derinliksiz, sahte, kendisiyle ve birbirleriyle yuzlesmekten kacan insanlarin, bir arada ya da yalnız, rol kesmesinden ibaret. evliler ve bekarlar kendi düşünce sistematiğini kurmuş, buna inanmış, aksini düşüneni de kolundan tutup dışarı atıyor. hayat sanki bir bizim yaşadıklarımız, gördüklerimizden ibaret, başkası mümkün değilmiş gibi.

    hayır ben turevle integralle ugrasan insanken, mehmet coskundeniz gibi ask dokoru oldum insanlarin les gibi iliskilerine tanik olmaktan, allah affetsin.
  • açılın, ben doktor değilsem de deneyimliyim; konuşacağım!

    kısa ilişkilerin insanı değilim. yok yanlış anlama, delinin hacetini bellediği gibi bellediği insana yapışan bir sülük olmaktan söz etmiyorum. hayatıma dokunmasına izin verdiğim ve hayatına dokunmaya cüret ettiğim insanlarla derin, uzun, nefessiz kalmanın acısını ve hazzını tadana kadar yaşamayı seviyorum.

    bu yüzden neredeyse tüm ilişkilerim adı konmamış bir evlilik; tüm ayrılıklarım en sarsıcı travmasına dek bir boşanma sayılabilir.

    bunlara bir de 2 yıl süren, 8 yıl önce biten sahici evliliğimi ekleyelim ve şimdi bu 38 yıllık ömrümün imbiğinden süzülen deneyim üzerinden konuşalım;

    evlilik gerçek bir maymun tuzağı. oku, çalış, evlen, araba al, kredi çekip yurt dışı tatillerine git, şimdi çocuk yap, onu koleje gönder vs derken öl ve hiçlik ol. birey neresinde bu öğretilmiş senaryonun? ortalarında bir yerdeki o gelinlik-damatlık içindeki -salonun baş köşesine asılan- yaldızlanmış çerçeveli fotografta sadece!

    sosyal öğretilmişlik ve beklentiler içinde birbirini törpüleyip duran iki insan. bireysel yükseliş yok, birbirini aydınlatıp büyüme gayesi yok, huzur içindeki bir anın gülümseyişleri yok.

    ne var? bayramda kaynanamgile gideceğiz, çocuğa annem bakacak, haftada bir vazife icabı cima edeceğiz, konu komşuya ayıp olmasın diye -kavga bir tür dinamizmdir aslında- kavgalarımızı ve sevişmelerimizi alçak sesle eda edeceğiz... işte bunlar var.

    aşkı ve büyütüp yücelten, kitaplardan ve kanunlardan ve sosyal gerekliliklerden arınmış bir mevcudiyeti akıllarına bile getirmiyor insanlar. hepimiz bir nehiriz. başka nehirlerle buluşuyoruz bazı düzlüklerde. eğer ki birbirimize karışıp akamıyorsak ilk yokuşta ayrılır yollar. nehir olmayı yok sayıyor 5000 yıllık ataerkil buyruklar.

    uzatmak istemiyorum.
    bir daha evlenirsem, gözünü kırpmadan sağ şakağımdan vur beni.
    bir daha aşık olmazsam, kalbimi ona bağlayıp ömrümü onunla geçirmeyi umursamazsam; yine vur. ama bu defa tam sol göğsümün altından.!
  • market ya da ormanda yürüyüş dışında dışarı çıkmadığım, eşim dışında hiç kimseyle fiziki olarak görüşmediğim karantina sürem 1 ayı geçti.

    neredeyse her gün ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum bu aralar. evlenirken “hayatı beraber geçirmek istediğin insan”ı seçtiğini düşünüyorsun ama birebir yaşayıp görmek çok değişik bir duygu.

    mutlu olunca “kesin bir bokluk olacak” diye düşünen bir insan olduğum için, şimdiye kadar hep içimde evlendik ama belki birkaç yıl sonra aslında doğru insan olmadığızı anlarız belki gibi bir korku vardı. “ya hata yaptıysam” korkusu. şu bir ayı geçirdikten sonra, anladım ki çok doğru bir karar vermişim.

    başka hiç kimse olmadan, 1+1 ufacık evde mutlu mutlu yaşayabildiğim bir insanı bulmuş olmak inanılmaz.

    o kadar insan içinden nasıl oldu da böyle harika bir insanla ikimiz de bekarken tanıştık, ikimiz de birbirimizi çekici bulduk, zaman geçti iyice bağlandım, o da bana bağlandı ve mutlu olduk. nasıl bu ufak ihtimal gerçekleşti? aklım almıyor.

    ilerde daha ufak bir yere taşınsak şehir hayatını özler miyiz, beraber sıkılır mıyız tantana olmadan diye düşünüyordum arada. çok daha mutluymuşuz meğer.

    mutlu evde büyümediğimden herhalde bana öyle olağanüstü ve inanılmaz geliyor ki... neyse hayat bu ama şimdilik pek güzel.
  • "birbirini seven iki insan asla evlenemez.**" başlık içerisinden bir alıntı. bu müessese için "seks yapma özgürlüğüdür." diyen de var. daha çok şey var da neyse...

    ciddi olarak çok merak ediyorum; bu arkadaşlarla, benim yaşadığım memleket farklı mı? nerede yaşıyorsunuz abicim söyleyin apar topar oraya yerleşelim? konservatif birisi değilim, örf ve adetlerin de içine sıçayım ama maalesef böyle işte bizim memlekette; sevdiğinle birlikte yaşayacaksan evlenmek zorundasın. azınlıkta olanlar da* hayatlarının kıymetini bilsinler.
    yazar kişisi diyor ki: evlenmek çok salakça, birlikte yaşayın... hay hay efendim, oldu efendim. ulan ben 4 yıllık sevgilimle bile kaçak göçek görüşüyorum, akşam karanlık oldu mu vedalaşmak zorunda kalıyorum. "seni seviyorumlu" mesajları gördü diye kıyamet koparan bir babanın kızını seviyorum. nereye sıçayım oğlum söyleyin bana? ki bu insan eşiyle birlikte 4'er yıllık fakülteden mezun. görmüş geçirmiş insanlar.
    şu dünyada gördüğüm en rahat kız babalarından biri babamdır. ablama vakti zamanında; "kızım üniversiteyi bitirdiğinde bir erkek arkadaşın olsun. sonrasında kafa dengi bir insanı bulmak senin için daha zor olacaktır." demiştir. buna rağmen ablam kalkıp ; evliliğin aşkı bitirdiğini, saçma bir kurum olduğunu dolayısıyla sevgilisiyle beraber yaşayacaklarını söylese, yeminlen orada hacamat ederdi ikisini de...

    yani: türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde sevdiğin insanla özgürce yaşayabilmen için şarttır, şurttur. geri kalan bütün entel yargılamaları içinse; bi siktirin gidin ya cidden bak...

    edit akbayram: gizli bkz eklendi.
  • kişisel gelişim evriminin halkalarından biri...

    bu bizim ailelerimiz, akrabalarımız filan çok mu mutlular evliliklerinde?
    sanırsın ki hepsi eğlenip coşuyor, evlenince acayip bir ortama ayak basıyorlar, muhteşem duygularla hayatlarını sürdürüyorlar da tavsiye mi ediyorlar çocuklarına, evlenin diye?

    ben zannediyordum ki, gün geçtikçe evlilikler azalacak, evliliğin saçma bir şey olduğu gençler arasında yayılıp artık başka bir formata geçilecek... çevremde hep bu tür insanlar vardı...

    yaşıtlarımın çoğu artık evli, yavaş yavaş boşanmalar da başladı ufaktan...
    soruyorsun, çoğu "sıkkın". ağız birliği etmişcesine, "monoton" deyiveriyorlar.
    flört döneminde ki çoşkun duygular, arada bir yapılan sürprizler evlenince yerini, "eve gidip ayaklarımı uzatacağım mına koyyim"e dönüşüyor. ilk yıllarda "yardım severlik", "ben eşime yardım ederim, hayat paylaşınca güzel tripleri", "bak biz diğerleri gibi değiliz" tavırları yavaş yavaş değişime uğruyor.
    kadınlar bildiğin "teyze, "erkekler " düz adam"a dönüşüyor...

    dön geçmişlerine, hepsi birer zeka küpü, her şeyi sorgulayan, değişik müzikler dinleyen, kimsenin bilmediği kitapları okuyup, entellektüel düzeyleri yüksek insanlar. sanırsın ki gençliklerinde, olgun adamlar olunca şimdinin kültürel devrimini yapacaklar. hepsi birer ateş topu...

    eskiden sorardım çevremde gördüğüm insanları görünce, "kim bu düz adamlar", "kim bu teyzeler" "neden türkiye bu halde?" "ben gencecik yaşımda neyin nasıl yapılmasını bilirken kim bu kendini bilmezler" diye.
    böyle mi doğmuş lan bunlar acaba? gençliklerinde böyle dümdüz mü düşünüyorlarmış?
    hayır, öyle doğmamışlar meğersem.
    eskinin düz adamları yaşlandı, amca oldular, dede oldular, bazıları da hakkın rahmetine kavuştu. şimdinin yeni düz adamları meğer benim arkadaşlarımmış, dostlarımmış, yerini bizim kuşan almaya başlamış.
    çoğu kel, çoğu göbekli, bakımsız, faturalara yaşayan, derdini anlattığında "hayırlısı neyse o olsun be güzel kardeşim" diyen insanlara dönüşmüşler.
    kız arkadaşlarıma bakıyorum, çoğu anne olmuş. onun kaygıları, bebek resimleri paylaşmak, "akşam ne pişireyim", filan derken götü göbeği bağlamışlar takılıyorlar öyle. dünya umurlarında değil.
    çocuğu olmayanlar da bu prototip kişileri görmelerine rağmen, "30 civarı çocuk yapmak lazım çok yaş farkı olmasını da istemem" derdinde.
    çoğu kalıplaşmış, toplumun sunduğu hayatı yaşayan robotlara dönüşmüş...

    eee hani marjinaldiniz?
    hani hiç bilmediğiniz diyarlarda kaybolmak istiyordunuz?
    hani bateristtiniz, gitaristtiniz, hikayeler yazıyor, şiirler düzüyordunuz?
    hani en güzel müzikleri siz dinleyip, en ilginç kitapları siz tavsiye ediyordunuz?
    hani devrimciydiniz, yenilikçiydiniz, hiç eleştirdiğiniz şeyler gibi olmayacaktınız.
    ne oldu lan evlenince? neler oldu?

    bu bıkkın, hayatlarında kurdukları fix cümleler de şunlar
    "abi ev aldık, krediye girdik, iş durumları da sallantıda zaten"
    "bayramda annemlere gittik, sonra eşimin ailesine, ablamlara git-gel, akrabalar filan derken işte zaman kalmıyor"
    "kendime bile vakit ayıramıyorum ki? işti, eşti, çocuktu, akrabaydı, evin alış-verişiydi, tamiriydi, bokuydu püsürüydü derken..."
    vs vs vs
    bu ne lan?
    zannedersin ki, evlenmeyen adamın işi gücü, ilgilenmesi gereken sevgilisi, ödemesi gereken faturaları, tamiri mamiri yok ama bunların var. evli olunca sanki ayrı bir sorumluluk duygusu gelmiş gibi erdemli de biz ooh ekmek elden su gölden yaşıyoruz...

    kimse eşini karşısına alıp "hayatım bu hafta sonu çocuğu annemlere bırakıyoruz ve baş başa bir tatil yapıyoruz" sürprizini kimse yapmıyor? çocuğu olmayan da yapmıyor ya neyse...
    soruyorsun neden diye, "abi taksitler, masraf bunlar hep"
    sikiyim seni de taksini de, sürpriz yapamayacak kadar ne harcaması bu, izansız.
    sürpriz yapan adamdan "dümdüz adama dönüştüm" demiyor da, taksitlermişmiş.
    bu küçük hafta sonu ya da bayram kaçamakları, "doktor tavsiye etti, bakalım bu hafta bizimkiyle bir hafta sonu kaçamağı yapacağız" diye ancak yapılıyor.
    psikolog tavsiye ederse o da. etmezse o da yok...
    "ilişkinize biraz renk katmak için baş başa biraz zaman geçirmeniz bik bik bik......"
    illa para saçtığın psikolog mu söyleyecek bunları a allah'ın dümdüz insanı.

    kimi kavga gürültüyle işi götürüyor. yaşam alanıma giremezsin psikozuyla; kimi aman iyi eş olacağım diye eşinin oturacağı yerin kabarıklığıyla ilgilenerek boğucu bir iyilik severe dönüşüyor.
    her ne olursa olsun, söylenen kesin kelime "monoton"; hepsinin ağzından düşüyor bir şekilde...

    çocuklu çocuksuz fark etmez. genel bir eylemsizlik, hareketsizlik hasıl oluyor bünyede.
    eskisi gibi gece dışarı çıkmaları olmuyor, akşam yemekleri, sinemaya gidiyorsun ama eski tadı yok, gittikçe azalıyor gidilen sinema, tiyatro, konser...
    ne kendileri için bir şey yapıyorlar ne başkası için.
    internet sansürü için toplanıyoruz dedik, hiç bir evli arkadaşım gelmedi. birisinin alış veriş günüydü, diğerinin ablası almış kocasını çocuklarını ziyarete gelmiş, beriki parkta çocuk eyliyor, öteki gelemem yaa bir pazarım var diyor.
    ne kendileri için ne de doğmuş/doğmamış çocuğunun hakları için hiç bir şey yapmıyorlar.
    varsa yoksa twitlerden isyan.
    twitle devrimcilik, yenilikçilik olsaydı emin olun bizim ülke marstan sonra kuracağı koloninin hesaplarını yapıyor olurdu.
    facebook durum güncellemeleri ama süper zekice, komik, esprili. yoksa karşılaşıyorsun yazanla, bitkin yorgun, eve gidip ayak uzatma derdinde...
    evlilik insanı bu hale getiriyor işte, kendini yenileyemediğin bir hal ama bolca kendini kandırabildiğin...

    sıkkın yüzler, yorgun bakışlar, bakımsız bedenler...
    20 yaşındayken gelecekte olacak halini gösterip sorsalar,"ahanda bu olacaksan evlenince, iyi mi lan, iyi mi" diye sorsan, "tövbe ederdin" yeminle... yemin ederdin, "ben böyle bir eş olmayacağım" diye ama oldun işte...
    düz adam oldun, teyze oldun...

    hadi bizim kuşak böyle diyelim...
    okula geç girdiğimden, iki kuşak ardımdaki gençlerle okudum güzel sanatlarda...
    güzel sanatların genel öğrenci imajı nedir? "marjinal" "kızlar rahat", "geniş mezhepli kızlar erkekler" vs vs vs...
    imaj bu...
    o yaş grubuyla bir güzel okudum ben. evet rahat insanlarız, kimine göre marjinal denilebiliriz ama geniş mezhepli değiliz. gerçekler daha farklı, kısaca herkes gibi aslında, belki azcık biraz daha farklı ama çok değil.

    turuncu botlar giyip, altına tül etek kondurup onun da altına tayt giyen, saçını inek yalamış gibi yapıştırıp, ilginç makyajlar yapanlar mı demezsin, saçları rastalı, dünya sikinde kişiler mi...
    sanırsın ki, hiç birisi evlenmeyecekler. o kadar marjinal takılıyorlar...
    anlamakta güçlük çektiğim konulardan konuşup, kahve-sigarayla gecelerce sabahlayanlar, ilginç giyimlerle okula gelenler, karizmatik tavırlarla çimenlere uzanmalar, resim çizmeler, en afili en olmadık şeyleri facebooklarda paylaşmalar, ilişkilere dair en değişik düşünceler, tuhaf tatil planları, devrimcilik hayalleri, yenilikçi düşünceler....

    çok güzel zamanlar geçirip mezun olduk.
    aradan iki sene geçti.
    herkesin eli ufak ufak ekmek tutmaya başladı.
    önce iş yerinden şikayet eden tiplere dönüştüler. reklam camiasında kimse iş bilmiyordu onlara göre, bunlarsa hep sömürülüyordu. bunlar iş biliyordu çünkü, efendi tiplerdi ya. kimse sorsan eziliyordu ama "ezdiği söylenen kişiye gidip sorduğunda o da eziliyordu ilginç bir şekilde. ezen ezene ama ezen kim belli değil, hep bir başkası ama o da değil.
    önce şikayet eden insanlara dönüştüler. zanndersin ki bunlar yükseldiklerinde değişecek her şey, o derece aklı başında konuşmalar.
    ardından iş yerlerinde yükselmeye başladılar. stajyerlikten, juniorluğa sonra asistanlığa sonra bilmem ne yardımcılığına...
    sonra baba gibi konuşmaya başladılar.
    "bu iş yerinde tutunsam iyi olacak" diye. eski versiyonu bunun neydi? "mayışlı bir işe gir evladım". günümüzde ise "burada tutunmam lazım cv'me yazarım"... laf evrim geçirdi ama içerik aynı...
    herkes şikayet ede ede çalışıyor daha iyi iş bulamam endişesiyle.

    ve artık sistemin bir parçası olup eski kimlikleri soluklaşmaya başladıkça yavaş yavaş evlenmeye başladılar.
    en olmaz dediğim arkadaşlarım, bildiğin klasik nişan resimlerini facebooklarda paylaşır oldu.
    2-3 sene önce görsen zannedersin ki, "bu evlense kesin su altında filan evlenir ha", "bu da kesin paraşütle atlarken evlenir" dediklerimin hepsi düğün salonlarında şıkıdım şıkısım göbek ata ata evlendi... azcık marjinal olanları barlarda düğün yaptılar, insanlara içtiklerini ödeterek. en fazla o kadar marjinal, yenilikçi olabildiler.

    daha duuur sen, bitmedi...
    onların evrimi daha bitmedi ki. bizim kuşak, düz adamlıktan, amcalığa terfi ederken, bu nesil yavaş yavaş düz adam olacak...
    eleştirdikleri babaları gibi, elde kumanda dizi peşinde koşacaklar daha.
    şimdiden pek çoğu "sülüman" diye yazmaya başladı bile. yeni tv sezonunu hevesle bekliyorlar.
    hele bir de, "bu ülkeye çocuk moçuk getirmem yea" diyen tipler bir de çocuk yaptılar mı, ooh yandı gülüm keten helva...

    2 sene sonra onlarla da görüşeceğiz, şimdi mutlular. sonra dökülürler, "monoton" diye ağlak ağlak...

    peki bu monotonluktan çıkmak için ne yaptın arkadaşım?
    rahatça seks mi yapamıyordun? onun için mi evlendin?
    ee evlenince ne oldu? 2 haftada bir seks yapınca "ooh iyi tempo" diyen insanlar var. bir hevesle 1 sene içinde yapacağın 200 gece seks yüzünden mi evleniyorsun sonra dokunmak bile istemeyeceğin, hiç seksi gelmeyen insanla...
    çocuk için mi yoksa?
    belki de "kimse beceremiyor evliliği ama biz cümle aleme göstereceğiz evlilik nasıl olurmuş" hırsının yarattığı ilüzyon için mi?

    evlilik çok süper bir şey gibiymiş gibi evliler bekarlara sorar bir de,
    "sen neden evlenmedin"
    asıl soru şu
    "sen neden evlendin"
    ulan gerizekalı, benim evlenmemem ilginç değil ki. ben çoook uzun süreden beri bu yolun yolcusuyum da, seni yolundan ne döndürdü?
    sen yaşadığın şeyi muhteşem bir aşk gazıyla yaşıyorsun da, biz öküz oğlu öküz müyüz, biz hiç mi sevmedik, sevmiyoruz.
    itirazım var bu noktada arkadaşım.
    ben evlenenlerden daha çok seviyorum. öylesine çok seviyorum ki, ne kendimi ne karşı tarafı toplumun dayattığı o gerizekalı evlilik sistemine dahil etmiyorum, etmeyeceğim.
    eğer çoğunluğun yaptığı doğru olduğunu varsaydık, tüm dünya hristiyan olması gerekiyordu.
    eğer ahlak anlayışı doğru söylemek üzerine kuruluysa kim bu yalan söyleyenler?
    peki ya tek eşli yaşayan ve aşkla evlenenlerin aldatma yüzdesi.
    en azından evlenmeyenler ve evlenmeyecek olanlar, evlenenler kadar iki yüzlü ve korkak değil.

    ben evlenmeden de kredimi alırım, ev sahibi olurum.
    evlenmeden de araba sahibi olurum eğer hedefler bunlarsa.
    evlenmeden de bir karşı cinsi sevip onunla yaşayabilirim.
    tek eşli yaşamam, karşı tarafa değer vererek yaşamak için imzaya mı gerek duyuyorsun ki. ahlaksız bir şey yapmamak için din kitaplarına sığınanlar gibi. din kitabı olmazsa oraya buraya saldıracak gibi cümle kuran tipler gibi, memur önünde yemin ettiğiniz için mi siz doğruyu yaptınız?

    2-3 sene sonra, sıkkın, bitkin, gözü dışarıda insanlara dönüşeceksiniz.
    üst tarafı neydi ki, alt tarafı anca bu olacak işte...

    *

    mimilo'nun uyarısıyla edit...
    "ben istesem de "evlilik' müessesine girmeden sevdiğim kişiyle beraber yaşayamıyorum", diye bir cümle geldi yazdıklarıma katılarak...
    ekliyim... evet türkiye'de böyle bir gerçek var...
    evliliğe acayip karşı değilim, daha çok evlenince düz insan olunmasına itirazım var. evlilik insanın belli konularda "bonservisi nasılsa artık elimde" tadında takılmasına sebebiyet verip belli bir gevşeklik sağlıyorsa, rahat olmayın kardeşim. 2 sene önceki ateş parçası halinizi unutmayın bari. yaşadığın hayat senin ve üstüne "biz" diye de bir kavram koymuşsun, o zaman biraz özen, itina, dikkat... tıpkı evlenmeden önceki halin gibi...
  • iki insanın aynı ahlaka sahip olmasını gerektiren ilişki türü.
    aynı zevklere, ilgilere falan değil, aynı insaniyete...
    iki kişinin, bir olay karşısında, ben de olsaydım aynı şeyi yapardım diyebilecek dünya görüşü ortaklığına sahip olmasını gerektirir. geri kalan her şey için ara bulunabilir ancak ahlaken onaylamadığınız bir kimseyle rahat bir uyku uyuyamazsınız, huzurlu bir sabaha uyanamazsınız.
    “ay çok seviyo beniii” demeleri bir kenara bırakıp haysiyette denklik aramazsanız tez vakitte yarı yolda kalır, “evlilik aşkı öldürüyo yeaaa”, “kanka, evlilik insan tabiatına aykırı” bilmemne diye sayıklarsınız.
    evlilik, asil bir arkadaşla yoluna baş koyduğunuz bir yapı. onu bulamazsanız canınız sağolsun. başka asil arkadaşlarla başka asil yollardan yürürsünüz.
    ancak, asil arkadaş kumaşından dikilmediyseniz ne bir yapı inşa edebilir ne yollar yürüyebilir, muhakkak yalnız ölürsünüz.
hesabın var mı? giriş yap