3 entry daha
  • didem madak güzelliklerinden biridir bu da.. bir kısmı:

    "bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
    biraz kolonya sürünsem,
    ferahlasam, pencereyi açsam.
    şöyle bir şey yazdım sonra:
    yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
    sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
    berbattı,
    bir şiire böyle başlanmazdı.

    iç ses diye söylendim,
    ardından yıldırım gürses...
    aptal aptal güldüm bir de buna.
    ayşecik vazoyu kırıyor
    ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.
    yapıştırsam da parçalarını hayatımın
    su sızdırıyordu çatlaklarından.
    karnabahar kızartmıyordu asla
    başrolde kadınlar.

    güçlü bir el silkeledi beni sonra
    sanırım tanrı’nın eliydi.
    sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
    binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
    çok şey görmüşüm gibi,
    ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
    ah...dedim sonra
    ah!

    iç ses, diye söylendim
    çocukken şöyle dua ederdim tanrı’ya:
    tanrım bana hiç erimeyen,
    kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
    eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
    kardeşimle kendimize durmadan,
    olmayan çayları,
    olmayan fincanlardan içerdik.
    olmayan kapıları açardık,
    olmayan ziller çaldığında.
    siyah papyonlu olurdu mutlaka
    resim defterimizdeki damat.
    yedi günde yarattığımız dünya
    mutlu olurduk pastel koksa.

    ve şimdi şöyle dua ediyorum tanrı’ya:
    olanlar oldu tanrım
    bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

    kaybolmak istemiştim bir zamanlar
    kapının arkasında yokum demiştim
    ve divanın altında da.
    bulamazsınız ki artık beni,
    hayatın ortasında.
    kaybolmak istemiştim bir zamanlar
    beni kimse bulamazdı
    tanrı’nın arkasına saklansam.
    o kocamandı, en kocamandı o.
    bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

    bir zamanlar kendimi
    bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
    kaç metredir benim yokluğum?
    benden daha çok var sanmıştım.
    benim yokluğumdan dünyaya
    bir elbise çıkar sanmıştım.
    dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
    sonunda ben de alıştım.
    ah...dedim sonra,
    ah!

    güzin ablası kitaplar olan bir kızdım,
    içim sıkılmasa o kadar
    tek bir satır bile okumazdım.
    taş bebeğim ters çevrilince ağlardı
    bir derdi var derdim.
    derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.
    ninni derdim, ninni bebeğim!
    cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini.
    plastik gözkapaklarının ardında,
    bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,
    gözyaşları da.
    ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.
    bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı,
    kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.

    insan çıtır ekmeği ısırdığında,
    kırıklar dolar kucağına,
    işte orası umudun tarlasıdır.
    ve orada başaklar ağırlaştığında,
    sayısız ah dökülür toprağa.

    iç ses, diye söylendim
    ve ah dedim sonra,
    böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.

    dallarına salıncak kurardı çocuklar,
    hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.
    meyveleri tatsızdı
    eski bir lanetten dolayı
    herkes dişlerdi acı meyvelerini,
    ve herkes söverdi ona.
    ismini yazardı herkes onun bağrına,
    ah derdi o. ah!

    bıçağın ucundaydı insanların hafızası
    ‘insan unutandır
    ve insan unutulmaya mahkum olandır.’
    tanrı şöyle derdi o zaman:
    ah!

    ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,
    ulaşılamazdı,
    sen sarılmak istesen ona,
    o sana sarılmazdı.
    ne çok dikenin vardı tanrım!
    ne çok isterdim,
    sana sarılamazdım.
    ve şöyle derdim o zaman:
    ah!

    ahlat ahların ağacıydı,
    yaşlanmaya başlayanların,
    itiraf edilememiş aşkların,
    evde kalmış kızların.
    ahlat ahların ağacıydı,
    cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
    öyleydi işte.

    ve etimoloji eti’lerden kalma
    bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
    ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
    kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
    mesela o zamanlar
    mutsuz olduğunda insanlar,
    yok olurmuş bazı dakikalar"
55 entry daha
hesabın var mı? giriş yap