55 entry daha
  • ankara merkez kapalı'nın 5. koğuşunda 22 ay beraber kaldığım hapishane arkadaşım.

    kendisinden söz ettiğim ve agos'un kitap eki agos kirk'in 32'nci (haziran 2011) sayısında yayınlanan yazım aşağıda.

    =====alıntı=====

    koğuş arkadaşım ismail beşikçi - mehmet ördekçi

    http://mehmetordekci.wordpress.com/…-ismail-besikci

    iletişim yayınları aslında çok geç kalınmış bir görevi üstlenerek sosyolog ismail beşikçi için bir kitap hazırladı. kitabın adı da ismail beşikçi. derleyenler olarak barış ünlü ve ozan değer’in imzasını taşıyan büyük boy 616 sayfalık kitapta çoğu tanıdık onlarca ismin hoca hakkında yazdıkları bir araya getirilmiş. kitabın cüssesi korkutmasın, kolay okunan ve dahası mutlaka okunması gereken bir kitap ortaya çıkmış.

    bendeki ismail beşikçi

    hiç dikkat etmemiştim, rahmetli babamla aynı yıl doğmuş, 1939’da. ve internette onunla ilgili sayfalara bakınırken rastlantı sonucu fark ettim ki, bu yazıyı yazmaya başladığım gün, onun adını duymamı sağlayan olayın, yani 1981’de kim bilir kaçıncı kez tutuklandıktan altı yıl sonra, 25 mayıs 1987’de serbest bırakılmasının yıldönümü. sosyalist olduğumu kendime ‘ilan’ edeli bir buçuk yıl olmuştu; kürtlerin, türklerin bir alt grubu değil, ayrı bir halk olduğuna da ikna olmuştum. ama bu tahliyeyle ilgili gazete haberlerini okuyana kadar ismail beşikçi adını hiç duymamıştım.

    ‘babam yaşındaki’ ismail beşikçi yıllar sonra, ankara merkez kapalı cezaevi’nde koğuş arkadaşım oldu. 5. koğuşun kapısından girince hemen sağdaki ilk ranzanın alt katı onundu; koğuşun en sonunda, soldaki ranzanın üst katı da benim. koğuşta en erken ikimiz kalkardık. çalar saat yoktu elbet, ama beden saatlerimiz sabah 6’da kalkmaya ayarlıydı sanki. hiç şaşmazdık. uyuyanları rahatsız etmeden, yavaş hareketlerle yatağımızı düzeltirken göz göze gelir, gülümseyerek birbirimize el sallardık. bu, “günaydın hocam” – “günaydın mehmet” anlamında bir iletişimdi.

    pkk ile türkiye solundan bazı örgütlerin birlikte kaldığı büyük bir koğuştu. idareyle ya da askerle aramızda bir gerginlik olduğunda, askerler koğuş kapısına dayanıp kurduğumuz barikatı yıkmaya başladığında ismail hoca’yla yer değiştirirdik. az sonra maruz kalacağımız şiddetten zarar görmesin diye onu benim ranzamın orada korumaya alır, önüne de gençlerden oluşan bir ‘baraj’ kurardık. toplamda 17 yılı bulan hapisliklerinde devrimci gençler tarafından kim bilir kaç kez böyle korunmuştur. ama kim bilir kaç kez de böyle korunma şansı olmayan şartlarda, misal yeni bir cezaevine götürüldüğünde ‘hoşgeldin dayağı’ ile karşılanmıştır.

    koğuş dediğin büyükçe bir oda, ankara merkez kapalı da, yatakhanesi, yemekhanesi, televizyon odası vs. ayrı olmayan, benim adlandırmamla ‘ahır tipi’ bir cezaevi olduğuna göre, iki yıl aynı odanın içinde yaşamışız onunla. ekşi sözlük’te yazar olduğum ve defalarca niyetlendiğim halde ‘ismail beşikçi’ başlığının altına bir şey yazamamam da bununla ilgili zaten: insan bir konuda ya da biri hakkında yazmakta zorlanıyorsa, bunun nedeni illa yazacak bir şeyi olmaması değildir; yazacağın çok şey olduğunda da yazamayabilirsin, ne yazsan eksik gelir sana. bu kapsamlı “armağan kitap” vesilesiyle ben de nihayet beşikçi hatıratıma küçük bir giriş yapabildiğim için mutluyum.

    kürtlerin “sarı hoca”sı

    bu ufak tefek, sessiz, sakin, gösterişsiz adamı tanıyan biri için onun daha 1960’ların başlarında, yani 1968 kabarışından yıllar önce, daha kürtlerin bile çoğu kürtlüğünün bilincinde değilken, inkâr ve aşağılama politikaları yüzünden kürtler bile kürtlüğü bir an önce kurtulunması gereken bir dağlılık, köylülük, gerilik, ilkellik olarak görüyorken, sadece resmî değil aynı zamanda muteber olan görüş de kürtlerin aslında vaktiyle sapa yerlerde kalıp türkçeyi maalesef unutmuş türkler olduğuyken, koca bir rejimin devletlû efsanelerine itiraz etmiş biri olduğuna inanmak gerçekten zordur. bu konudaki doktora tezini 1967’de tamamladığını, 1969’da yine bu konuda iki kitabının birden çıktığını hatırlatmak isterim.

    beşikçi hoca’yı baş tacı etmemiz için her fikrine katılmamız, her dediğini kabul etmemiz gerekmez. insana okurken edebi bir haz veren bir üslubu olmadığı gibi, beşikçi aslında yeni bir şey keşfetmiş, bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmış da değildir. ama onun adının etrafında oluşan saygınlık halesini yaratan da tam olarak budur. bir keşif yapmış olsaydı, ders kitaplarında adı başka bilim insanlarıyla birlikte sıralanan biri olacaktı – akademik kariyeri böyle yarım kalmayacağı için, muhtemelen ‘prof.’ unvanıyla elbette. ama o bilinmeyen değil de, emir-komuta zinciriyle yok sayılan bir ‘şey’i ortaya çıkardı; devletin bildiği ama bilinmesini istemediği bir gerçeği deşifre ve teşhir etti. “bakın burada bu var, ama üstü örtülmüş, bu ilelebet böyle örtülü kalamaz, kalmamalı” dedi. o örtüyü örten muktedirlerin nefretini kazanmayı göze aldı. bu yüzden de, akademik kariyeri, kürtleri yok sayan rejimin zindanlarında noktalandı. bugün asker-sivil resmi zevatın ağzından “e ama yani biz türk derken aslında türk anlamında değil yani, kürtler de dâhil yani, vatandaşlık anlamında türk yani” gevelemelerini olsun duyabiliyorsak, kürtlerin en azından var olduğu inkâr edilmiyorsa, devlet eliyle kürtçe televizyon yayını yapılıyorsa, ve son aylarda öcalan’la devletin çözüm için görüşmelerde bulunduğu açıkça telaffuz edilebiliyorsa, bunda pkk’nın, hep-bdp geleneğinin ve başka kürt politik gruplarının olduğu kadar ismail beşikçi’nin de rolü vardır. kendisinin kürt olmaması da bu rolü güçlendiren bir etkendir.

    kürtlerin uzun yıllar önce taktığı adıyla ‘sarı hoca’nın bir halkın uyanışındaki rolünün büyüklüğüyle çelişir görünen alçakgönüllülüğü, aslında belki de bu rolün bizatihi temelidir. ismail beşikçi sbf öğrencisiyken staj için gittiği bölgede gözüyle gördüğü kürtleri, kulağıyla duyduğu kürtçeyi inkâr edebilen, en azından inkâra sessiz kalabilen biri olsaydı, herhalde şimdi ege ya da akdeniz taraflarındaki yazlığında emekliliğini yaşayan bir sosyoloji profesörü olacaktı. çoğumuz adını bile bilmeyecektik. oysa o sadece kitaplarında değil mahkeme salonlarında da kürtlerden, kürdistan’dan özgürce söz edebilmesinin bedelini, duvarlar arasında, tozlu koğuşlarda, paslı ranzalarda, hak ettiğinden çok kötü koşullarda yıllarını geçirerek ödedi. yargılandığı mahkemelerde yaptığı savunmalar için bile hakkında davalar açıldı, cezalar verildi. gık demedi. ben iki yıl içinde bir kere de “şu niye yok?” dediğini duymadım bu adamın. sinirlendiğini bir kere gördüm, o da kendisine saygısını o şekilde ifade ettiğini düşünen bir arkadaş, hoca yüzünü yıkarken ona havlu tuttuğu için! belli ki daha önce uyarmış, ama muhatabı anlamamış. ismail beşikçi öyle şeyleri sevmez! yanlış, ayıp, “bize yakışmaz” diye düşündüğü için değil, gerçekten sevmez. içinde, yapısında, mayasında yok.

    herhangi bir kimseyi yüceltip mitoslaştırma yanlısı değilim elbette, ama ismail beşikçi’nin eleştirilebilecek yönleri, mücadelesini, çilesini ve etkisini örtecek boyutta değil. kürt halkının ve duyarlı, vicdanlı türklerin uyanışındaki rolünü küçültecek boyutta hiç değil.

    gizli kürdoloji ve anti-kürdolojiden kürdolojiye

    derlemede yer alan makalesinde m. malmîsanij’in (bkz: mehmet malmisanij) belirttiği gibi türkiye’de “kürdoloji” bir biçimde hep var olmuştu. ama rusya’da ve batı’da 19. yüzyıldan beri adından söz edilen, bildiğimiz “kürdoloji” olarak ortaya çıkmadı bu çalışmalar. ya “gizli kürdoloji”, yani devletin kendi içinde, özellikle kürt bölgesinde görev yapacak resmî zevatı bilgilendirmek amacıyla, “gayet gizli ve zata mahsustur”, “mahrem ve hizmete mahsustur” gibi kayıtlarla çoğalttığı, devlet içinde dolaşıma sokulan, çoğu hiç kitaplaşmamış inceleme ve raporlar, ya da “anti-kürdoloji”, yani yine devletin bu kez kamuoyuna yönelik olarak yaptığı ve kürtlerin ve kürtçenin aslında var olmadığını “göstermeye” yönelik çalışmalar biçiminde var oldu.

    ismail beşikçi politik mücadele içinden değil bizatihi devletin gölgesindeki akademyadan gelen bir insan olarak işte bu inkâr ve çarpıtmaları tuzla buz etti. bütün kitapları toplatıldı. hemen her yazdığına dava açılmakla kalmadı, mahkemede bu yazdıklarını savunurken kullandığı ifadeler için de çoğu kez yeni davalarla karşı karşıya kaldı. devlet için kürt meselesi başka meselelere benzemiyordu!

    kürtlerin varlığını ve haklarını (bu ikincisi neyse de, var olan bir halkın var olduğunun savunulmak zorunda kalması bir ülke için ne kadar yüz kızartıcı bir durumdur) savunmanın bedeli onun için ağır olsa da, bu derlemedeki tanıklıklardan da görülebileceği gibi, beşikçi’nin bundan kendi adına şikâyetçi olduğuna ilişkin bir emareye rastlanmadı. zaten sonunda kazanan da o oldu…

    bu yazıda bahsedilen kitap:

    barış ünlü, ozan değer
    ismail beşikçi
    iletişim yayınları, mart 2011, 615 s.

    =====alıntı sonu=====
83 entry daha
hesabın var mı? giriş yap