1926 entry daha
  • sene 2006.

    yalnızlığın ve depresifliğin dibine vurduğum, odaları soğuk ancak ortamı sıcak odtü yurtlarında ikamet ettiğim dönem. şampiyonu belirleyecek denizlispor maçını izlemeye rahatsız olduğum için gidemeyip, odamda tek başıma radyodan dinliyorum olup biteni. maç öncesi telefonda babayla konuşulmuş, kendisi uzaklarda atkısını bayrağını hazır etmiş, şampiyonluk heyecanı içerisindeyiz. kendimi fanatik olarak nitelendirmem hiç bir zaman, ama maçı dinlerken kendimden geçmişim. ellerim titriyor, kulaklar kıpkırmızı. maç 1-1 devam ederken gelecek bir gol haberini bekliyorum kulaklarımı dört açmış. ve fakat gelemiyor o gol bi türlü. galatasaray şampiyonluk ipini göğüsler, yurtlarda ikamet eden -yalnızca galatasaraylılar değil- fenerbahçeli olmayan herkes tezahüratlarla sloganlarla sokaklara dökülürken sessizce tek kişilik ufak odanın camından dışarıyı izliyorum. derken en iyi dostum geliyor yanıma, aynı yurtta ikamet eden ve benim gibi sarı-lacivert renklere gönül vermiş olan. ikimizden de çıt çıkmıyor, "sözün bittiği yer" denilen nanenin tam olarak nasıl bir şey olduğunu ilk kez anlıyorum o gece. derken baba arıyor, sesi metanetli, üzülme diyor sadece. futbol bu, top yuvarlak, olmayacaksa olmuyor işte. o anda gözlerimden yaşlar boşanıyor, hayatımda ilk ve son defa bir futbol maçı sonrası ağlıyorum. dostum yanımda sessizce teselli ediyor beni, ancak nafile, biliyorum ki o gece uykusuz geçecek. biliyorum ki yarın -yalnızca galatasaraylılar değil- fenerbahçeli olmayan tüm arkadaşlarım karşımda olacak, takılacak. biliyorum ki futbolla bir şekilde alakalı, taraftar kültürüne sahip bir kimsenin başına belki yaşamda bir kez gelebilecek bir olayı tecrübe etmişim. sabah uyandığımda bir şeyler farklı olacak, onun da farkındayım. yine de yatağa giderken siliyorum göz yaşlarımı, yarının yeni bir gün olacağı bilincinde.

    sene 2010.

    aile ankara'ya taşınmış, ayrı evlerde ikamet ediyor olsak da aynı memleketteyiz artık. baba hala uzaklarda çalışmakta olsa da haftasonları uğruyor, son 5 yıldır görüşemediğimiz kadar görüşüyoruz. şampiyonluk son haftaya kalınca, maç da kadıköy'de olunca izmir'de ikamet etmekte olan ve ailevi sebeplerden ötürü kırk yılda bir ankara'ya gelebilen amca kalkıp o kadar yolu tepiyor ve haftasonu için, şampiyonluk maçını izlemek için geliyor. baba da geliyor şehirdışından, üstelik artık pek öyle maçlara bakmayan zamanının fanatik fenerbahçelisi dede de katılıyor aramıza. ve biz dört nesil fenerbahçeli, bir heyecanla oturuyoruz televizyon başına. amcanın babanın uzakta oluşu, dedenin de yaşı sebebiyle hayatımızda ilk olduğu kadar belki de son kez hep birlikte yaşayacağız şampiyonluk sevincini. şampiyonluğu son maçta kaybettiğimiz o travmatik geceden bu yana dört sene geçmiş, artık yaşça daha bi olgun olsam da maç öncesi hala aynı belirtiler. kırmızı kulaklar, titreyen eller. aradan geçen yılların getirisi sağlık sorunları neticesinde çarpıntı ve nefes darlığı. ancak hepimiz eminiz, bu kadar toplandık ettik, mutlaka şampiyon olacağız-dık- bu gece. baskılı bir oyunla maça başlayan fenerbahçe ilk golü bulduğunda ayaktayız, diyoruz ki başladık, gol veya goller gelecektir devamında. derken trabzonspor’un golü geliyor, evde bir sessizlik. sadece baba gülümsüyor, atacağız elbet diyor, baksana nasıl oynuyorlar. devre arasında yine sinirle evi tavaf etmekte olan ben, bu sefer neyse ki civarda olup beni sakinleştiren babam. atacağız diyor, daha ikinci yarı var, elbet vermeyiz maçı bu saatten sonra.

    olmuyor, gel gör ki.

    bitiş düdüğüyle birlikte sahada yankılanan skandal anonsun etkisiyle sahaya koşan fenerbahçeli’lerin aksine, durumun farkındayız biz evdekiler. dört nesil fenerbahçeli, dile kolay. evde derin bir sessizlik, yalnızca babam gülümsüyor hala. üstünde biraz da benim ısrarımla aldığı 2003-04 sezonunun üç yıldızlı forması, gülümsüyor oturduğu yerden. ben, maçın çoğunluğunda olduğu gibi, yerde halının üstündeyim. ellerimde zaten azalmakta olan saçlardan bir tutam, kulaklarsa hala kıpkırmızı. derken bana bakışını görüyorum babanın, ayağa kalkıyorum. ve tebessüm ediyorum, evet. aradan geçen dört yılın, olgunluk namına bana pek bir şey kazandırmadığı düşüncesi kayboluyor. ayağa kalkıyorum, şöyle bir silkinip kendime geliyorum ve artık yalnızca ufaktan bir başağrısı var, başka hiçbir şey yok. şöyle bir bakınıyorum etrafıma, dört nesil fenerbahçeli bir aradayız.

    dört nesil! dile kolay.

    şampiyon olamasak da, sezonu kupasız da kapatsak, isterseniz –ki, istersiniz- ligden de düşsek, bu heyecanı bir daha tadamayacağımın bilincindeyim artık.

    o anda anlıyorum işte, büyümek de böyle bir şeymiş demek ki. acısıyla tatlısıyla, hayatın her türlü getirisini –ve götürüsünü- tecrübe etmek, gene de yılmamak, ve daha da önemlisi hayatta herkesten ve her şeyden daha çok önemsediğin insanlarla birlikte yapabilmek bunu. ben yanılmışım, evet, bir dönem sona ermiş ve büyümüşüm ben. çocukluk sanrıları, işi inada bindirmeler, istenilen ve arzu edilen şey gerçekleşmeyince mızmızlanmalar sona ermiş. adam olmuşuz be, bildiğin adam! şimdi evimdeyim, biramı açtım, yapılan yorumları ve dalga geçmeleri bir tebessümle takip ediyorum. bir yandan da diyorum ki, ne mutlu bana, ne mutlu ki böyle bir olayı hayatta en çok önemsediğim ve kendime örnek aldığım insanlarla birlikte tattım. ne mutlu ki, başkalarının şampiyonluğuna sokaklara dökülmeden, mağrurca boynumu eğdim ve başa geleni kabullenmeyi bildim. ne mutlu ki bana, böyle adamlar örnek oldu bana hayatım boyunca, ve ömrüm nihayet bulana dek olmaya devam edecekler.

    ne mutlu bana ki, fenerbahçeli’yim!

    tanım? iyi günde kötü günde babadan, dededen gördüğüm terbiyeyle yanında olacağım ve asla vazgeçmeyeceğim, üç ay sonra buluşuncaya dek kendisine şu sözlerle veda etmek istediğim takımım:

    “haykıracak nefesim kalmasa bile
    ellerim uzanır olduğun yere
    gözlerim görmese ben bulurum yine
    kalbim durmuşsa inan çarpar seninle”
52518 entry daha
hesabın var mı? giriş yap