5 entry daha
  • yaşanan her şey bir yana (elbette hiç bir yana değil, her zaman zihnimize kazınmış halde durmalı, unutulmamalı), bu filmin karşısına aldığı kurumlar; tsk, cunya yönetimi, adli tıp, yargı değildir. bu kurumların yapabileceği en fazla dava açıp gösterilmesini engellemektir ki, onu da yap(a)madılar. bu belgeselin (özellikle çayan demirel'in) söylemeye çalıştıkları kadar, söylemedikleri de önemlidir ki bu da belgeselci etiğiyle ve kürt halkının haklarının, acılarının ve tarihinin nasıl ve kimler tarafından temsil edileceği ile de ilgilidir. son tahlilde bu belgesel bir önyargı kırma ve algı biçimi değiştirme sürecidir. nasıl mı?

    diyarbakır cezaevi, çoğunluğun zihniyetinde pkk'nın doğduğu yerdir, velhasıl pkk 1976'da yani darbeden 4 yıl önce kurulmuştur, cezaevinin bu bağlamdaki etkisi, belgeselde de söylendiği gibi artık dışarıdaki hayata tutunma ihtimali kalmayanların dağları tercih etmesiyle alakalıdır. bu belgesel 97 dakika boyunca bir kere bile pkk, rizgari, özgürlük yolu, tikko ya da diğer örgütlerin ismini vermez. belgeselin mücadele ettiği alan ve kaçındığı gerçeklik de budur, bu silahlı örgütlerin hiç birinin ne propagandasını ne de karalamasını yapmak. çayan demirel, bu anlayışıyla devletten çok, pkk'yı karşısına aldı ki, gündelik söyleminde, pkk'nın en çok kullandığı gerçekliklerden biridir diyarbakır zindanı. bunun ötesinde yönetmenin bu tutumu ve duruşu çok önemli bir malzemeyi de elinden kaçırmasına neden olmuştur; tüm o baskı(baskı az gelir gerçi ama) ortamında tüm bu örgütlerin hala birlik oluşturamaması, açlık eylemlerinden, toplu intiharlara kadar hala halktan ve kendilerinden çok örgütlerini ön plana koymaları. kısacası belgesel boyunca anlatılan o direniş eylemlerinin hiç birinin bireysel kararlar sonucunda gerçekleştirilmemesi, neredeyse hepsinin bir örgütlülük mantığında gerçekleşmesi.

    çünkü bu belgeselin yansıtmaya çalıştığı perspektif bu örgütlerin haklı ya da haksız mücadelesi değil, 1980 darbesinin türkleştirme, türk olmayanı yok etme zihniyetinin yanında gizli gizli bize bakan gözler, devletin karşısında duran her şeyin ezilip biçilmesi. orada esat oktay'ın emrindeki kaç asker, sivil hayatında 70 yaşında bir dedenin götüne yanan sigara koymak ister ya da başka birinin kulağının arkasını sikmek? orada karşı geleceği kurumun, gerçekleştirmediği emri aynen kendisi üzerinde uygulayacağı gerçeğinin korkusundan uyguluyor. yine de çayan demirel'den öğrendiğim kadarıyla oradaki gardiyanlardan ya da askerlerden hiç biri kamera karşısına geçmek istememiş, fakat dünyada adolf eichmann davasının* gerçekliği var, hiç kimse insanlık namına orada yaşananlara dur dememiş, diyememiş. belgeselin demek istediği tam da budur aslında.
32 entry daha
hesabın var mı? giriş yap