27 entry daha
  • --- aklının bir köşesinde dursun ---

    öncelikle kadın dediğin neydi? kadın saçı uzun aklı kısa olandı, sırtından sopa, karnında sıpa eksik edilmemesi gerekendi, elinin hamuruyla erkek işine karışandı, kazdığı kuyudan su çıkmayan, dırdırcı, ağlak, çok ama boş konuşan bir kaşık düşmanıydı. bu zırvaları hepimiz biliriz. biz bu kültürden geliyoruz, biz buyuz, kodlarımızda bunlar var. eyvallah, bunlar bir köşede dursun.

    --- aklının bir köşesinde dursun ---

    ayşe arman'ın fikriyatı yahut ona arzuhalini ileten bir okurunun yüzeysel tespitleri umurumda değil. çok açık çekinmeden söylüyorum bu kadın benim. hatta dahası bu kadın etrafımda olan güzel, kariyer sahibi, akıllı kadınların pek çoğu.

    tuhaf bir yerde alabildiğine tuhaf zamanların kadınlarıyız biz. annelerimizle olan farkımız onların anneleriyle olandan kat be kat daha fazla. yeşilçam filmleriyle büyüdük. seksin kadının ilk birlikteliğinde hamile kalmasına, kendisine kötü kadın damgası vurulmasına ve erkeklerin kötü emellerine alet olmasına sebebiyet verdiği bilinçaltımıza kakıldı her bir karede. ve her birimiz maşukunun bize olan aşkından deliye dönmesini bekleyen prenseslerdik. sonra biz de birer romeoyaratmaya çalıştık tam da sapından elimizde kaldı...

    işte tam da bu noktada bir kadına addedilen ne varsa ondan olmayacaktık. çünkü bu kadın bize uymuyordu, hemen evlenme hayalimiz olmadı hiç, iyi bir eğitim almak, saçı da aklı da uzun olan olmak istedik. böylece ekonomik özgürlüğümüz olacak kaşıklara dost olabilecektik. bütün bunları yapabilmek için karnımıza sıpa olmaması gerekiyordu. elimizde hamur olmaması için yumurta kırmayı dahi öğrenmeyi reddettik bir çoğumuz. zira eldeki hamur ve erkek işleri arasında bir seçim yapmak zorunda bırakıldığımızı sandık. bu noktada biz ve bizden olmayanlar olarak ayrıldık.

    bizden olmayanlar evlendi, kek, pasta, börek, çörek, çocuk yaptı biz burun kıvırdık.

    çünkü biz akıllı, ahlaklı, erdemli, saygın ve iyi olacaktık, şehirli modern ve kariyer sahibi bir kadın olarak asla hesap ödenirken arka planda kalmayacaktık, "abi yapışıp kaldı üzerime" serzenişlerinden nasibimizi almayacaktık, siyasetten de anlayacaktık, ekonomiden de ve hatta futboldan da...

    erkekleştikçe hırslandık. yüksek topuklarımızla adliye koridorlarını, plazaları, bankaları inlettik. sivri topuklarımızla ezip geçtik. asla bir kadının olması gerektiği kadar naif değil ama bir o kadar dekolteli... kadın değil ama dişi...

    amma ve lakin birlikte uyuduğumuz adamlara "ben senin neyinim" diye sormaktan aciz kadınlardık artık, ne tarafından tutsan elinde kalacak ilişkiler yaşadık, içimizdeki kadın geceleri uyutmaz, gün boyu gözlerini telefonun ekranından alamazken, "ortodoks dilek yanılması"yla her çalan telefonu o sanarken asla penisimizi içimize gömüp arayan olamadık. neden sonra onu gördüğümüz zaman son derece normal davrandık, çünkü kadın algısı müthiş bir yanılsamayla "çaçeron, rahatsız edici, ağlak"tı bizden olanlara göre. onun için kendimizi hiç bozmadık, suratına tükürülmesi gereken adamlara bile dudaklarımıza samimiyetsiz bir gülümseme yerleştirerek "nasılsın" demekte beis duymadık. ama bizce en azından ağlak ve çaçeron olmadık, afferim bize.

    işte tam da burada "bir ilişkiye girip paylaşım yaşamak, iyisiyle kötüsüyle sevgiyi hissedebilmek yerine, mesafelerini koruyup, erkeklerin sadece ‘etinden, sütünden’ faydalanmayı tercih ediyorlar." yüzeysel tespiti çıktı karşımıza. koskaca bir yalan bu. çünkü o kadınlar yıllarını birlikte geçirdiği adamlara, birlikte uyuduğu, film izlediği, puzzle yaptığı, nitelikli entelektüel zevkleri birlikte paylaştığı adamlara "ben senin neyinim" diyemediler hiç. çünkü bir kere sorabilselerdi o hep akıllarında olanı, o dudak büktüğü kadınlardan olacaklardı. bunun yerine biz böyle iyiyiz dediler, bir ilişki istemiyorum ben dediler, hazır değilim dediler ve bunu yüksek sesle yineleyerek kendilerini dahi bu fikre inandırdılar.

    kolay kazanılmış özgürlükler değil bizimkiler, onun için "seni bırakayım mı saat geç oldu? diyene düşman gözüyle baktık, özgürlüğümüze zeval gelecek sandık. onurumuza dokundu. yahu bıraksın işte ölür müsün? nein, olmaz. çiçek, böcek (hala çiçek böcek diyorum dikkat ettiysen) bize göre değildi. oysa trafik ışıklarında beklerken yahut bir yerlerde bir şeyler içerken "çiçek alır mısın güzel ablaya" satıcısı, gözünün içine baktığımız adam tarafından bir el hareketiyle savuşturulurken "e alsaydık ya aslında güzel ablaya?" dedik içimizden. gözüne içine baktığımız adama yansıyansa, hiç bölmeyip anlattığı hikayeyi dikkatle dinleyen bir "çiçek böcek sevmez" kadındı.

    ilk gençlik yıllarında geceler boyunca ağlatacak, depresyonlar liginde pik yaptıracak ne kadar hareket varsa penis sahibi olmaya başladıktan sonra en fazla "ah be!" dedirtti. erkekler artık tuhaf etçiller olmaya başladı gözümüzde, biz de onlar gibi olacaktık, hormonlarımızı, yetiştiriliş şeklimizi, prensesliğimizi unutup penislerimizi sıvazlayacaktık.

    çünkü bir penisimiz olmasaydı sokakta arsızca laf atılınca kafamızı önümüze eğip gideceğimize inandık, çünkü erkeklerin dünyasında amansızca savaşamayacağımızı, safi kadın olarak asla iyi bir dr. av. müh. hak. müd. yön. prof x hanımolamayacağımızı sandık, aslında biz çok yanıldık.

    bir erkeğe edilebilecek en ciddi küfürlerden biriyken karı gibi adam olmak biz erkek gibi kadın olmakla payelendirildik, adeta mutantlığa özendirildik. kadınlıktan uzaklaştıkça ilişkilerden de uzaklaştık. bir arkadaşımın deyimiyle yolda yürüyen sevgilileri cast ajanslarından sokaklara salınan figüranlar sandık. çünkü bir penisimiz olmasaydı bir hemcinsimiz hakkında erkek muhabbeti yapan en yakın erkek arkadaşımızın ağzının ortasına çakmak zorunda kalırdık.

    tek başına yaşlanmaktan ölesiye korkarak tek başımıza yaşadık. kırıldıkça, örselendikçe ve bir de karşımıza çıkan bitmez tükenmez kaprisli, manikürlü, kozmetik çarşısı adamları gördükçe erkeklikte yol aldık.

    aslında biz her şeyi yanlış anladık, yanlış anlamanın üzerine bina edilmiş doğru bir tavır çıkar mı hiç? halbuki ne vardı "gök gürültüsünden korkarım ben" diyemiyecek?
12 entry daha
hesabın var mı? giriş yap