• parayla satildigini ogrendigim gun ruhunu kaybettigini anladigim yiyecek. yazik, ekmegimizi de kapitalizme u$ak ettiler sonunda dedigim dedik.
  • türk askerinin her öğünde 2-3 günlük demeden 0.85 kadarını tükettiği besin maddesi. benim gibi ekmek yemeyenler de yemeye başlasa bu sayı günde 3 ekmeğe çıkacak ki --> oha.
  • ansızın uyandı kadın. saat iki buçuktu. kendisini uyandıran şeyin ne olduğunu düşündü. öyle ya! mutfakta biri bir sandalyeye toslamıştı. kulak kabarttı. sessizdi her taraf. pek sessiz. elini yanı başında gezdirince yatağın boş olduğunu anladı. sessizliği böylesine büyüten buydu demek! kocasının nefes alıp verişi işitilmiyordu.

    ayağa kalktı ve karanlıkta el yordamıyla mutfağa doğru yürüdü. mutfakta karşılaştılar. saat iki buçuktu. dolabın yanı başında dikilen beyaz bir şey ilişti kadının gözüne. ışığı yaktı. üzerlerinde pijamaları yüzyüze geldiler. geceleyin. saat iki buçukta. mutfakta. masanın üzerinde ekmek tabağı duruyordu. kadın, kocasının ekmekten bir dilim kesmiş olduğunu gördü. bıçak hala tabağın yanı başındaydı. ve örtünün üzerindde ekmek kırıntıları seçiliyordu. akşam yatmadan masa örtüsünü temizlerdi hep. her akşam. ama şimdi kırıntılar seçiliyordu örtü üzerinde. ve bıçak da oracıkta duruyordu. döşemedeki çinilerden kalkan soğuğun ayaklarından nasıl yavaş yavaş yukarılara tırmanıp çıktığını hissetti kadın. ve başını tabaktan başka yana çevirdi.

    "sandım ki bir şey oldu mutfakta" dedi adam ve çevresine bakındı.

    "benim de kulağıma bir ses geldi" diye yanıtladı kadın ve kocasının geceleyin pijamayla pek ihtiyarlamış göründüğünü fark etti. yaşı kadar ihtiyarlamış. altmış üç yalında. gündüz bazen daha genç görünüyordu kocası. kadın için, artık

    ihtiyarlamış diye düşündü adam. baksana, pijamayla hayli yaşlı görünüyor. ama belki de saçlarındandır. kadınların geceleri yaşlanmış görünmesi saçlardandır hep. saçlar geceleyin insanı birden kocamış gösteriyor. "terliklerini giyseydin bari. öyle yalınayak çiniler üzerinde. üşüteceksin."

    kadın, bunları söylerken başka yana çevirmişti gözlerini, çünkü kocasının yalan söylemesine katlanamıyordu. otuz dokuz yıllı evlilik yaşamlarından sonra yalan
    söylemesine.

    "sandım ki bir şey oldu" dedi adam ve bir kez daha mutfağın köşelerine anlamsız baktı. "bir ses geldi kulağıma. sandım ki bir şey oldu mutfakta."

    "ben de bir ses işittim. demek bir şey değilmiş." sonra tabağı masadan kaldırdı kadın ve ekmek kırıntılarını fiske vuruşuyla örtüden uzaklaştırdı.

    "evet, demek bir şey değilmiş" dedi adam, kadının söylediklerini yankılar gibi, sesinde bir güvensizlik. kadın, adamın yardımına koştu: "gel sen! herhalde dışarıdan geldi ses. gel sen, yat yatağına! üşüteceksin. soğuk çiniler üzerinde."

    adam pencereye çevirdi gözlerini, "evet, herhalde dışarıdan geldi. ben sandım ki, burada bir şey oldu." kadın, elini düğmeye uzattı. ışığı söndürmeliyim, yoksa tabağa bakmadan duramayacağım, diye düşündü. oysa tabağa bakmamalıyım. "gel sen!" dedi ve ışığı söndürdü.

    "herhalde dışarıdan geldi ses. çatıdaki yağmur oluğu rüzgarda hep duvara vurur. yağmur oluğuydu mutlaka. rüzgarda tangırdar hep."

    el yordamıyla karanlık holden geçerek yatak odasına döndüler. çıplak ayakları döşemede şap şup sesler çıkarıyordu. "hava da rüzgarlı" dedi adam. "bütün gece rüzgar vardı."

    yatağa yattıklarında kadın dedi ki: "evet, bütün gece rüzgar vardı. yağmur oluğuydu herhalde."

    "evet, ben sandım ki, mutfakta bir şey oldu. yağmur oluğuydu herhalde." bunu yarı uykudaymış gibi söylemişti adam. ama kadın, kocası yalan söylerken sesinin ne kadar yapmacık çıktığını fark etmişti. "hava soğuk" dedi ve usulcacık esnedi.

    "ben yorganın altına giriyorum. iyi geceler."

    "iyi geceler" diye yanıtladı adam. ardından, "hem de ne soğuk" diye ekledi. derken sessizleşti ortalık. bir zaman sonra kadın kocasının ağzının usulcacık ve dikkatle bir şey çiğnediğini fark etti. kocası kasten derinden ve düzenli nefes alıyor, karısının anlamamasını istiyordu. ama ağzındakini o kadar düzenli çiğniyordu ki, bu sesle yavaş yavaş uyudu kadın. ertesi akşam eve geldiğinde, kadın dört dilim ekmek kesip koydu önüne. o güne kadar yalnızca üç dilim ekmek yiyebiliyordu adam.

    "dört dilim yiyebilirsin rahatlıkla" dedi kadın ve lambanın önünden çekildi. "benim midem kaldırmıyor bu ekmeği. bir dilim fazla ye sen. benim midem pek kaldırmıyor bu ekmeği." kadın, kocasının başını tabağın üzerine iyice eğdiğini gördü. adam başını tabaktan kaldırmıyordu. o anda içi cız etti kadının.

    "ama sana yalnızca iki dilim yetmez" dedi adam, tabağına doğru.

    "sen bana bakma" dedi kadın. "akşamleyin bu ekmeği midem kaldırmıyor pek. ye sen! ye!" ve ancak bir süre sonra gelip lambanın altına, masanın başına oturdu.

    *
  • fiyatını bilemeyenlerin aşşağılandığı gıda maddesi. hatta bir çok yerde sorarlar sıkıştırmak için ekmek kaç para diye insana. ulan hadi ben bilemedim fiyatını, maaşallah sen olaya vakıfsın. iyi de ikimiz de aynı kaba sıçıyoruz.bana ne hava atıyorsun.
  • ba$ta tuz, olmak uzere bir cok baharata yapilan eylem.
  • din ile uzaktan yakından bir alakası olmayıp (hoş olsa ne olacak) da kutsal olan yiyecek. zamane arapları da böyle ekmek yapıyorlardı heralde. ekmek yere düsünce opuluyor, ayak altinda dolastirilmiyor (sanki duvarın üstüne koyunca cok bi halt oluyor). isin garibi diger yiyecekler cope atilirken ekmek atilmiyor, elma armut yerde gezince aynı tepki verilmiyor. onlar da nimet degil mi. yok ama ekmek kutsal. kendi kendimize fetva vermeyelim.
  • (bkz: kolacze)
hesabın var mı? giriş yap