• pek çokları "ben varım, dışımdaki dünya var, ve ben onu görür ellerim" derken, bazısı "gerçeklik bakan ile bakılan arasındaki bir ilişki / bağıntıdan başka birşey değildir" diyor. güneş dediğimiz nesne mesela, insan zihnine havada parıldayan bir top olarak yansırken, bahçedeki hıyar yaprağına bambaşka bir surette yansıyor. siz etrafınızı uzay, zaman, kenar ve köşe olarak inceliyorken, bitki etrafını nem, ışık ve sıcaklık olarak algılıyor. belki de hıyar yaprağının aklı olsaydı, bir elektronun konumu'nu değil, bir elektronun nemliliği'ni telaffuz edecek, kağıdına nem denklemleri yazacaktı.

    bu argümanların hissettirdiği yersizlik-yönsüzlük duygusu, veya sırtımızı dayamaya meyilli olduğumuz "herşeyi-bilen-baba figürü"nü ortadan kaldırışı, insanı nihilist vesveselere (veya nihilizmin pesimist karizmalarına) garkediyor olabilir; ancak bu resimde hala mutlak'a dair bir iz var ki, o da "nesneler " arasında korunan ilişkiler.

    hıyar yaprağı için de, benim için de, (güneş ve ayın "gerçekte" ne olduğundan bağımsız olarak) güneş varken ay yok, ay varken güneş yok oluyor. yani değişik canlar için cisimler çok farklı ama cisimler arasındaki ilişkiler sabit.

    şimdi "gerçeklik" faslını kapatıp "doğruluk" faslına geçiyorum. doğruluk'un doğası gerçeklik'in doğasına hayli benziyor. bu sefer de temel önerme'lerin doğruluğundan değil temel önermeler arasındaki ilişkilerden bahsediyoruz. "p doğru ise q doğrudur" cümlesi ispatlanabilir, ancak "p" cümlesi kendi başına ispatlanamaz. peki matematiksel doğruluk mutlak mu? malesef aynı nihilistik gargara burada da geçerli bence: matematiksel aksiyomlarımız, ve teorem üretme aparatlarımız çok insanca: matematik faliyet, "iç", "dış", "küme", "yok", "var", "eşit" gibi biyolojik techizatımızın rahat anlayacağı dilden idame ettiriliyor.

    şimdi uzak bir atış yaptığımı farkederek yazıyorum: gerçeklik söz konusu olduğunda nasıl biyolojik/algısal bağımlılıklara rağmen bir mutlağın varlığından da bahsedebiliyorsak, doğruluk/matematik söz konusu olduğunda da benzer bir mutlağın var olduğuna inanıyorum. hıyar yaprağı akıllı olup da matematik yapmaya başlasa bambaşka varsayım sistemleri (belki bambaşka mantık kuralları) inşa edecek, ama bizim matematiğimiz ile onun matematiğini yan yana koyduğumuz zaman çok benzer özellikleri olan iki ağ göreceğimize inanıyorum. sonuçta aynı evrende yaşadığımız için, evren illa ki kendi oyunlarını "mantık" (beyin) üzerine dikta ettirecek.

    aslında bu kadar gevezeliği yapmamın sebebi yalnızca buraya bir resim çizmek istiyor olmamdı. bu resim gevezelik etmeden de çizilirdi belki ama böylesi daha bir keyifli, daha bir renki olacakmış gibi geldi bana.

    aklımdaki resimde gözü kapalı bir adam - belli ki bir sahil kentinde - uzanmış yatıyor. vakit gündüz, ama perdeler kapalı. sert bir döşeğe uzanmış, kendi halinde, "gerçeklik"i düşünüyor: yani tüm bakanlar, bakılanlar ve aralarındaki ilişki iplikleri. sonra matematiği, engin doğruluk ağlarını düşünüyor, bir süre üzerlerinde geziniyor. bu iki ağın da bazı yerlerinin tam görünmediğini farkediyor: flu.

    derin derin nefes alıp verdikçe koca göbeği inip kalkıyor ve her nefeste gördüğü yapı bir matematik ağına, bir evrene dönüşüyor; "doğruluk" ve "gerçeklik" in iki farklı şey olması kafasını karıştırıyor, çünkü biri diğerinin içinde oluşabilecekmiş gibi: fizik kanununu, matematiğin minicik bir porsiyonuyla ifade etmek mümkün olduğu için evreni matematik ağının kenarına bir yerine iliştirmeye karar veriyor. ancak, hemen sonra farkediyor ki matematik yapan insan beyni evrenin minicik bir porsiyonunda yer alıyor. mantık kuralları, teoremler, tanımlar hepsi birer sinir hücresi dizilişinden ibaret. göbeği tekrar yükselirken bu sefer matematik ağını evrenin içine koyuyor.

    adamımızın (ancak) hayal gücü kadar engin, (ve en azından pratikte) sonsuz-genişlikteki bu ağlar, her nefes alış-verişte birbirini yutuyor. ama adamımız uykuya daldıkça iki ağın da aslında kendi zihninden ibaret olduğunu düşünüyor. uyku tatlı tatlı bastırırken ağların insani kısımları eriyip çözülmeye başlarken, geriye posa olarak mutlak olanı, gözlemciden veya matematikçi canlıdan bağımsız olarak geçerliliğini koruyan ilişkileri bırakıyor. uyku adamımızı tamamen alıp götürdüğünde ise geriye yalnızca mutlak kalıyor.
  • gözlerimi açtığımda o kadar büyük ki görüntü, bedenimi kapsadığını görüyorum. oysa devasa olarak algıladığım bu mekan, iki adet milimetre çapındaki delikten, gözbebeklerinden akıyor zihnime.

    kulağıma kulaklık taktığımda, bütün dünyayı bir müzik kaplıyor. denize girdiğimde, evren soğuyor. elma dilime temas ettiği anda, her şeyin tadı elma oluyor.

    kainatın ne olduğunu bilmiyorum. ama zihnimdeki modelini çok yakından tanıyorum.
  • ben, dis dunyadan kendime donusun bir seruveniyim. ne benden ayridir, ne de tam olarak ben.

    ayni olsa idi ona dis dunya demezdim. ona dis dunya dememi saglayan farkindalik, bunun mümkünati olan farkindalik bu zaman ve mekani asan ilk seydir. o yuzden hep yabanciyiz, hep yalniziz.

    ben varsam bu dunya var; ben yoksam da var olacaktir dusuncesi sagduyudur ama dis dunya varsa bile bizim icin oyle oldugu kadardir. dolayisiyla dis dunya bendir ama gorelilik uzerinden yaklasirsak degildir. bu iki dusuncenin arasinda gidip gelinmeli ve arasindaki sonsuz hicligin icine yaklasmaktan korkumuz kadar var oldugumuzu anlamali sanirim.

    bizi biz yapan seyleri masaya yatirmak bizi oldugumuzdan fazla bir sey yapar hissiyati ile doluyum.

    arzunun oku hicligi gosterir ama kendisi tum varliktir.

    bu sitede yazilanlarin hicbiri dogru degildir.
  • dışardaki dünyayı algılamaya ne zaman çalışsak sağduyuyu ezen ama öte yandan sadece bilincin araçlarına sahip olduğumuz için - ve düşünce ile uzam çoktan ayrı yaşam formları olarak değerlendirildiği için - çaresizlikle kabullenmek durumunda kaldığımız bir gerçek suratımıza çarpar: dış dünyanın olmayabileği gerçeği, düşünüldükçe her şeyin ama her şeyin insan bilincinin içinde olmasından kaynaklanan zorunlu bir yazgı gibi. berkeley dış dünyanın hiçbir şekilde ulaşılabilir - ve bu yüzden kanıtlanabilir- olmadığını söylerken benzer şeyleri dile getiriyordu. varolmak algılanmak olduğunda dünyanın ve dışımızdaki her şeyin tümel ben' in dışında varolamayacağı durumuyla karşılaşırız. ben ötekini algılarım, o beni algılar ve dünya bu algılarda kurulur: bu ilişkiler ve algılarla kurulan dünya kocaman bir ben' dir, irili ufaklı ben' lerden oluşan sonsuz bir ben' lik tanrısıdır. dünya ne zaman kocaman bir ben olarak algılansa varoluşun yitmeyen çaresizliği gene insanı kamçılar çünkü içinde olunan nesnel bir dünya, mantıklı bir dünya yerini karmaşık, anlamsız ve sağduyuya aykırı bir ben' in, için-dünyasına bırakır...

    olmayan dünyanın ilişkileri ne kadar gerçek olabilir ki! sonsuz ben' in farklı görünümlerinden yalnızca biriysek ve diğerlerine bağımlıysak onlar da bize bağımlıysa kimdir özgür olan, kimdir kendi ben' ini bütün ben' leri aşma gücü olan...
  • her şeyde ama her şeyde yalnızca kendine dönüşü ve kendisini gören bilincin takılıp kaldığı derin çukur. dolaysız düşünümden diyalektik düşünceye geçildiğinde kocam olan ben' in kendisinin birlikte-varoluşun yani dünya ile bir oluşun bir sonucu olduğu ortaya çıkar ki bu birlikte mümkün oluş kendisini dünya ile özdeş görüp bu özdeşliğin ayrımı da içerdiğini anlamayan bilinç için acılı sonuçları olduğu aşikardır. sözgelimi dünyanın kocaman bir ben olması çoklukla insanı dünyanın kocaman bir hiçlik olmasına götürecektir.
  • "das ich und mich, das mir und mein regiert in dieser welt".
  • (ara: dunyanin*)
  • egoizmin temeli olmasidir.
  • coupling'in bir bölümünde müthiş anlatılan durumdur (bkz: me me and meee)
hesabın var mı? giriş yap