• kitapta türkiye toplumu 12 mart sürecindeki sağcısı, solcusu, askeri, burjuvası ile panoramik olarak ele alınıyor. isminden de anlaşılacağı gibi bütün roman anadolu kulübü'nde yapılan bir düğünde geçiyor. genel anlamda politikaya küsmüş solcu aydınlar, asker-sermaye dayanışması, burjuva özentileri üzerinde duruyorsa da zannedileceğinin aksine toplumsal değil, sonuna kadar bireysel bir romandır.

    roman, ağırlıklı olarak üç kişinin* bilinçlerinden anlatılıyor. diyaloglardan çok monologlar vardır. düğündeki kişileri ve olayları kahramanların bilincinden izleriz. bu bilinç, kimi zaman kendisiyle ve geçmişiyle hesaplaşmaya girerek zamanda geriye doğru sıçramalar yapar, kimi zaman da içinde bulunulan ânı aktarır.

    --- spoiler ---
    romanda kapitalist düzenin oluşturduğu çirkin ilişkiler ağı tümgeneral hayrettin özkan ile iş adamı ilhan dereli arasındaki dünürlük ilişkisi üzerinden, radikal solcuların katı ve bireysel yaşamı dışlayan tutumları da, öğretim üyesi ömer, ressam tezel ve ilhan dereli'nin kızı ayşen'in yaşadıkları üzerinden, zihinlerinden eleştirilir. bu üç insan da dönemin radikal solcu çevresi tarafından dışlanmış ve hem bu kesime hem de kendi hayatlarına küsmüşlerdir. profesör ömer, her ne kadar devrim yapılsa bile o devrimin bilim ve sanat adamlarına, iktisatçılara ihtiyaç duyacağını solcu öğrencilerine anlatmaya çalışsa da onların gözünde "burjuva piçleri yetiştiren üniversite"lerden birinin hocası olmakla "satılmış aydın" yaftasını yer.
    ressam tezel de bir resim sergisinde iki devrimci gençle karşılaşır. gençler ona neden fabrika ve işçi resmi yapmadığını söyleyince arada tartışma çıkar bunlardan biri tezel'e yumruk atarken diğeri yüzüne tükürür. bu olay tezel'in düşünce dünyasını altüst eder, onu devrimcilikten uzaklaştırıp nihilizme kaydırır.

    ayşen ise en trajik karakteridir romanın. ait olmak istediği devrimci gençlik çevresinden "burjuva kızı" olarak dışlanır ve kabul görmez. bunun doğurduğu öfkeyle bir tür intikam alma işine girer. ve tümgeneralin oğlu ercan'la evlenir; fakat düğününü kendi cenaze töreni olarak görür.
    --- spoiler ---

    adalet ağaoğlu, bireysel yaşamı, bilimi, sanatı dışlayan radikal sol görüşe karşı tavrını koyar bu romanda. bu tavrı kullanırken de 12 mart döneminin klasik toplumcu roman tekniklerini kullanmaz. bu dönemdeki romanların genelinde sağ-sol çatışması, işkenceler, polis ve devlet baskısı eleştirilir. adalet ağaoğlu o dönem birçok kalıbı kırarak ve debiyatımızda o güne dek denenmeyen iç konuşma tekniğiyle toplumsal katmanlar arasındaki ilişkileri sarsıcı bir anlatımla aktarır. konusu itibarıyla toplumcu anlatım teknikleri itibarıyla bireyci bir romandır "bir düğün gecesi". düğündeki insanların kim olduklarına bakarsak -askerler, iş adamları, bir solcu bilim adamı, bir solcu sanatçı, polisler, kendi dünyalarındaki ev kadınları, avrupa kültürüne bulaşmış burjuvalar- o düğünün küçük bir türkiye olduğunu anlamakta zorlanmayız.
  • adalet ağaoğlu'nun müthiş romanı. tüm kitap boyunca bir düğün gecesi ve düğünün davetlileri tezel ve ömer'in gözünden anlatılır. kitabın büyük bir bölümü karakterlerin iç konuşmaları şeklinde geçer. zaten okuduklarım içinde bu tekniği en iyi uygulayan türk romanıdır bana kalırsa. yazarın insan psikolojisinden, karakterlerin çelişkilerinden ve gelgitlerinden ne kadar iyi anladığının bir göstergesidir bu bölümler, okuyanı hiç sıkmaz, aksine karakterler bir duygudan diğerine savruldukça, kendileriyle hesaplaştıkça romanın daha da çok içine girilir, karakterler sanki gerçekten tanınan birer insana dönüşmeye başlar.

    ölmeye yatmak'ın ana karakteri aysel burada yoktur, hiç onun ağzından konuşulmaz. ama buradaki tüm karakterlerin aysel'le bir ilişkisi vardır, neredeyse romanın tamamında ona, sözlerine, davranışlarına sık sık referanslar verilir. dolayısıyla aysel gölge bir baş karakter gibidir bu romanda. düğün gecesindeki her bir karakter öylesine gerçektir ve onların aklından geçenler o kadar incelikli yansıtılmıştır ki adalet ağaoğlu'nun başka hiçbir şeyine olmasa bile insanları gözlemleme ve anlama yeteneğine şapka çıkartmak gerekir. yazar romandaki karakterlerin iç hesaplaşmaları ekseninde 12 mart dönemini pek güzel anlatır. o dönemi anlamak, bir tarafın hem fiziksel hem psikolojik olarak nasıl örselendiğini, öbür yandan asker-politikacı-iş adamı üçgenindeki kimilerinin de nasıl kol kola iktidarlarını perçinlediklerini görmek için de okunsa yeridir. olan biten karşısında aysel'in direnişi (zaman zaman sinir bozucu da olsa), ömer'in çelişkileri, tezel'in insanı yer yer hayran bırakan nihilizmi, ayşen ve tuncer'in hayal kırıklığı ve zayıflıkları darbenin bir kuşağı nasıl dağıttığını pek güzel gösterir. bir sonraki kuşağın niye apolitik olduğunun ilk izleri buralarda da aranabilir belki. diğer yandan taşradan gelip modern hayata uyum sağlamaya çalışan ama bunu sadece konken oynamak, evinin duvarlarına mobilyalarıyla uyumlu tablo asmak sanan ve dolayısıyla hiçbir zaman geçek anlamıyla modern olamayan sonradan görmeler de müjgan, nuriye ve tabi eytın(!)'da ete kemiğe bürünür. zaten kitabın en rahatsız edici karakteri de müjgandır kanaatimce. ölmeye yatmak'dan tanıdığımız ve daha o zamandan sevdiğimiz ali de burada artık usta olmuş ve daha da saygı duyulası bir karakter haline gelmiştir.

    anlatım tekniği, her biri üstüne düşünülmüş karakterleri ve insan psikolojisine dair detaylı gözlem ve tespitleri yazarın romanı yazarken kolaya kaçmadığını gösterir. gerçekten de yazar sanki o çelişkileri kendi yaşamış, tüm o iç hesaplaşmaları yapmış ve bunu da samimi olarak yazmış gibidir. bu nedenle rahatlıkla söyleyebilirim ki şimdiye kadar okuduğum en güzel türk romanları arasındadır bu eser. adalet ağaoğlu'nun eline sağlıktır.
  • adalet agaoglu'nun dar zamanlar uclemesinin ikinci kitabi. yazar, 70'li yillardaki turkiye'nin toplumsal durumunu cok akici bir dille ve yerinde saptamalarla ve -neredeyse- objektif olarak anlatir. roman bir dugun ile dugunde bulunan cok cesitli toplumsal siniflara ve politik goruslere mensup insanlar etrafinda gecer. bize bugun de bu yavsak, derin, hesapli iliskilerin romanda anlatilandan cok farkli olmadigini hatirlatir..
  • tezel in mujgan i anlatirken ''yirmi yilda new york tan iki kat daha new york olmus bir amasya cizmek istesem mujgani cizerdim.'' demesiyle adalet agaoglu hakkinda fikir sahibi oldugumuz kitabidir.
    kendisi o zamanki toplumsal yapiyi ne kadar iyi anlayip ozumsedigini ve bunu dillendirmenin daha iyi bir sekilde yapilamayacagini gozumuze sokarak gostermistir.
  • nedense okurken tutunamayanlar etkisi gördüğüm eser. hem dili hem konusu itibariyle sanırım.
  • 1980'de burhan günel'in yazko edebiyat'ta yayımlanan ''bir karşılaştırma'' başlıklı makalesi üzerine, derin edebiyat polemiklerine konu olmuş, kulislere düşmüş roman.
    günel, makalesinde romanın aldous huxley'in ses sese karşı adlı romanından çalıntı olduğunu iddia eder.
    benzerlikleri madde madde sıralar.
    bu iddia, aynı yıl bir düğün gecesi'ne üç ödül vermiş jüri üyelerinden tutun, huxley'in kitabını tercüme eden mina urgan'a dek tüm sanat camiasını ayaklandırır.
    ses sese karşı'yı okumadığım için, urgan'ın yorumunu özetlemekle iktifa edecegim:
    bu tip benzerlikler her romanda bulunabilir. ancak yapı ve üslup anlamında bir aynılık olmadığı gibi, maddelemelerde sıralanan cümleler benzeşir gibi dursa da karakterlerin benzerliği söz konusu edilemez, diyor urgan özetle.
  • kendinizi bizzat düğündeki bir davetli olarak hissettiğiniz ve her karakterin gerilimlerine, tedirginliklerine ve bazen anlık rahatlamalarına sanki gözünüzle şahit olduğunuz enfes roman. üçlemenin ilk halkası ölmeye yatmakda da genel olarak yine tek mekanda * aysel'in geçmiş, bugün ve belirsiz geleceğine ait ip uçları topluyorduk. bu romanda ise, aysel ve yakın çevresi yine merkez alınsa da, değişik * bir çok karakterin varlığı söz konusu. önce düğündeki konumları aracılığıyla kişilikleri hakkında ilk izlenimler verilip, sonra iç seslerine dönüp kendilerini ifade etmek, hatta kimi zaman kendilerini bize savunmak hakkı veriliyor karakterlere. bu gidiş dönüşler düğün atmosferinin daha da içine girmemizi sağlıyor.

    bir de dönem ve olay akışlarından bağımsız olarak, bu roman insana aslında tüm düğünlerin gerilimli, yorucu ve kimi zaman biraz iki yüzlü olduğunu düşündürüyor. onun kadar mutsuz olmasanız da, düğünün sonuna doğru ayşen gibi suratınıza sahte bir gülümseme yapıştırmak zorunda kalabilir, kendinizi ömer gibi "düğünün ya tam içinde ya da tamamen dışında" gibi hissedebilir, albay ertürk gibi ortalarda dolaşıp, herkese yaranmaya çalışan birine için için sinirlenebilir ya da gönül hanım gibi üstünüzde herşeyin iğreti durduğunu düşünüp sürekli dertlenebilirsiniz.
  • türk edebiyatına damgasını vurmuş "intihar etmeyeceksek içelim bari...." cümlesiyle başlayıp, dönemin çok başarılı bir sosyolojik tahlili niteliğinde olan 1979 tarihli adalet ağaoğlu romanı. yayımlandığı yıl edebiyat dünyasındaki belli başlı tüm ödülleri toplamıştır.

    --- spoiler ---

    ayrıca kitapta geçen şu cümle beni benden almıştır. cümle ölüme yatmak'tan tanıdığımız aysel'e ait, ömer tarafından zikredilmekte.

    "insan bir yere girer, girdiği gibi de çıkar. üstüne bulaştırmaz bulaştırmak istemediğini...."

    --- spoiler ---
  • 1980'de orhan kemal roman armağanı ödülünü almıştır.
  • 'koca alıp bırakmaktan, içmekten,zalimlerden nefret etmekten ve resimlerimi güzel yapmaya çalışmaktan sağı solu görecek halim mi kaldı?' _ tezel. acaba bişeyler yapmış olmaya çalışmaktan hayatı mı kaçırıyoruz; sonunu düşünmekten şimdiyi mi göremiyoruz dedirten sorgulayış
hesabın var mı? giriş yap