• 2012-2013 sezonunda ilk bursa maçında kazandığı penaltı uydurma değildir. penaltı kararına uydurma diyen yalancıdır. bu sezon izlediğim en güzel maçların sahibi takımdır.
  • orospu çocuklarına dert olan kulüp.
  • pedofillere dert olan kulüp.

    ulan bana da yazdırdınız sonunda.
  • renkdaşlarımın ısrarla sol bek, sol açık, forvet, ortasaha transferi istediği takımım ama takımın ilk onbirinde hazırda 6 yabancı oynuyor zaten. ben bu mevkilerin hiçbirine yerli futbolcu bulamıyorum. nene gelse, sol bek gelse hangi yabancı kesilecek nasıl bir kadro planı olacak bilemlyorum. görece zayıf görülen yabancıların yerlne yerli alternatifler bulmak şart.
  • spor toto süper lig'in ibretlik istatistikleri başlığından alıntı yaparak rıdvan akar'ın kaleme aldığı yazı beşiktaş'ı ve mağduriyetini konu eden yazı:

    arka arkaya beşiktaş maçları cuma günleri yapılmaya başlanınca taraftar olarak itiraz ettik. bu haksızlığın/tercihin bir izahı olmalıydı.

    yanıt refikimiz taraftarlardan geldi. gs ve fb avrupa’da memleketimizi temsil ettiğine göre fikstürlerin onlara göre belirlenmesi doğaldı. gerçekten öyle mi? şüphemiz vardı. zira geçen yıl beşiktaş tam 54 maç yapmış ve avrupa’da türkiye’yi tek başına temsil etmişti. bu 54 maç ortalaması aslında gs’nin uefa kupası'nı kaldırdığı 56 maçlık ortalamaya yakındı.

    peki beşiktaş “memleketi temsil ederken” federasyon milli bir vazife icra edildiği için beşiktaş maçlarında bir düzenleme yapmış mıydı? hayır. kocaman bir hayır!

    beşiktaş –geçen yılın şike halet-i ruhiyesi ve düzenlemesi içinde- neredeyse 60 saatte bir maç oynar hale gelmişti.

    acaba beşiktaş’a dönük federasyon husumetinde/haksızlığında haklı mıydık? yoksa beşiktaşlı olduğumuz için “bütünüyle şüphede miydik?”

    ekşi sözlük’te beşiktaşlı bir kardeşimiz bu soru işaretlerini ortadan kaldıracak bir çalışmaya imza attı.

    “bilicin rip” takma adıyla yazan bu yazarın istatistiklerini sizlerle paylaşmak istiyorum. hiç kuşkusuz bu verilere yanıt vermesi gereken kurum türkiye futbol federasyonu’dur. umarız“beşiktaş’a haksızlık yapılıyor” dediğimizde artık refiklerimiz de istatistikle yanıt verirler.

    başlayalım:
    · spor toto süper lig "hafta içi (cuma-pazartesi) maç yapma istatistikleri":
    · 2012-2013 sezonu:
    beşiktaş 6
    fenerbahçe 2
    galatasaray 6

    son 2.5 sezon (2010-2013)
    beşiktaş 25
    fenerbahçe 20
    galatasaray 20

    son 4.5 sezon (2008-2013)
    beşiktaş 44
    fenerbahçe 28
    galatasaray 30

    son 2 sezon (2010-2012-2011-2012’de rakipler avrupa’da değil!)
    beşiktaş 19
    fenerbahçe 18
    galatasaray 14

    son 4 sezon (2008-2012)
    beşiktaş 38
    fenerbahçe 26
    galatasaray 24

    - spor toto süper lig "kırmızı kart görme istatistikleri":
    2012-2013 sezonu
    beşiktaş 3
    fenerbahçe 1
    galatasaray 2

    son 2.5 sezon (2010-2013)
    beşiktaş 22
    fenerbahçe 6
    galatasaray 14

    son 4.5 sezon (2008-2013)
    beşiktaş 31
    fenerbahçe 17
    galatasaray 28

    son 2 sezon (2010-2012)
    beşiktaş 19
    fenerbahçe 5 (!)
    galatasaray 12

    son 4 sezon (2008-2012)
    beşiktaş 28
    fenerbahçe 16
    galatasaray 26

    - spor toto süper lig "oynadığı maçlarda rakiplerin kırmızı kart görme istatistikleri":
    2012-2013 sezonu
    beşiktaş 3
    fenerbahçe 3
    galatasaray 1

    son 2.5 sezon (2010-2013)
    beşiktaş 10
    fenerbahçe 20
    galatasaray 15

    son 4.5 sezon (2008-2013)
    beşiktaş 16
    fenerbahçe 34
    galatasaray 30

    son 2 sezon (2010-2012)
    beşiktaş 10
    fenerbahçe 17
    galatasaray 14

    son 4 sezon (2008-2012)
    beşiktaş 16
    fenerbahçe 31
    galatasaray 29

    - spor toto süper lig "lehte penaltı istatistikleri":
    2012-2013 sezonu
    beşiktaş 2
    fenerbahçe 0
    galatasaray 1

    son 2.5 sezon (2010-2013)
    beşiktaş 14
    fenerbahçe 13
    galatasaray 14

    son 4.5 sezon (2008-2013)
    beşiktaş 19
    fenerbahçe 17
    galatasaray 24

    - spor toto süper lig "aleyhte penaltı istatistikleri":
    2012-2013 sezonu
    beşiktaş 3
    fenerbahçe 1
    galatasaray 1

    son 2.5 sezon (2010-2013)
    beşiktaş 6
    fenerbahçe 6
    galatasaray 8

    son 4.5 sezon (2008-2013)

    beşiktaş 11
    fenerbahçe 12
    galatasaray 11

    sözü yine bu son derece önemli istatistiği hazırlayan “bilicin rip” takma adıyla yazan yazara bırakıyorum:

    “sonuç 1: federasyon beşiktaş'a cuma-pazartesi maçlarında yıllardır haksızlık yapıyor. neredeyse her sene bu istatistikte başı çekmekle birlikte son 4.5 seneye baktığımızda, toplamda rakiplerinin 1.5 katı kadar hafta içi maçı yapmış. hafta içi maçlarının en büyük dezavantajı iç sahada çekilir, taraftar sayısı ve tribün geliri azalır. beşiktaş'ın 2012-2013 sezonunda 6 cuma-pazartesi maçının 5 tanesini iç sahada oynadığını ve hatta son 3 iç saha maçını cuma günü oynadığını belirtelim.

    sonuç 2: son 2.5 sezonda beşiktaş 22, fenerbahçe 6 kırmızı kart görmüş. evet kırmızı kart istatistikleri çok etkene bağlıdır, sadece sayılarla karar vermek doğru değildir. ama 80 küsur maç gibi uzun bir periyotta 6-22 gibi bir fark, sadece oyun yapısı veya futbolcu karakteristiği ile açıklanamaz. hakemlerin bazı maçlarda kartlarını çıkartmakta daha cesur, bazılarında daha korkak davrandığının bir kanıtıdır bu. ayrıca bu 6-22’lik oranın oluştuğu sürenin yüzde 80'inde emre belözoğlu'nun fenerbahçe forması giydiğini de ekleyelim.

    sonuç 3: son 4.5 sezonda üç büyüklerin oynadığı maçlarda rakiplerinin gördüğü kırmızı kart sayısı sırasıyla (beşiktaş-fenerbahçe-galatasaray) 16-34-30 ! yani bu ne demek? fenerbahçe ve galatasaray'ın oynadığı maçlarda rakipleri, beşiktaş'ın rakiplerinden yaklaşık 2 kat fazla kırmızı kart görmüşler. hakemlerin bazı maçlara kartlar rahat çıksın diye "forma ceplerini yağlayarak" çıktıklarının bir göstergesi daha.

    sonuç 4: ve en acısı, hafta içi maç sayıları, kırmızı kart görme, rakiplerine kırmızı kart çıkma istatistiklerinin tamamında ve tüm periyotlarda beşiktaş en sonda yer alıyor.

    şimdi anladınız mı?

    niçin beşiktaşlılar haksızlıklara isyan ediyor?

    yıllardır adına “süper lig”de pespaye bir tarafgirlik/kayırma ve yönlendirme yapılıyor. “şerefi’yle oynamak, hakkı’yla kazanmak” mottosu türk futbolunun fair play anlayışını değil, sadece beşiktaş’ın futbol algısını oluşturuyor.

    madem ki bu değerli bilgileri sanal alemden devşirdik, sanal alemin ünlü mavrasıyla bitirelim “hadi ateyizler bunu da açıklayın!”

    rıdvan akar + bilicin rip
  • ligin 17. ve 18. haftalarında, inönü'de kayserispor ve istanbul bb ile oynayacaktır.
    bu maçlardan 6 puan çıkarıldığı takdirde beşiktaş, bu sezon zirveyi son maça dek kovalar.
  • şahsen benim bu takımda bir sene önce çok istenen oyuncuyu şu an istemiyo olmamın sebebi basın diil. sakın takım zaten hiç de fena gitmezken hala milletin kafasına quaresma da quaresma diye kaktıran güç basın olmasın?
  • şerefine, onuruna kurban olduğum takımım. yüreğim. canım. tek aşkım. aşığım renklerine be beşiktaş. cuma günü tekrar güldür yüzümüzü. kıyamette bile beşiktaş!
  • ricardo quaresma'nın takımdan ayrılması ile mevcut kadronun yıllık garanti maaş yükü 41-42 milyonlara gerilemiştir ki, 2011/12 sezonunda bu rakamın 70 milyon lira olduğu hatırlandığında tasarrufun %40 civarında olduğu görülebilir. mali disiplin yönündeki bu olumlu hamleler bir-iki sezon daha sürdürülürse finansal tablo ister istemez rahatlayacaktır.
  • televizyonda futbol maçı oynandığına ilişkin ilk anımsamalarım 7 ya da 8’li yaşlarıma tekabül eder. sonra da belki de tek sosyalleşme aracı olduğu için mahallede top peşinden koşturmalarım futbolla ilişkimi devam ettirmiştir. ilk kez neden bir takıma sempati duyduğumu pek hatırlamıyorum ama sanırım formanın beyazı beni etkiledi, bir de ilkokuldaki sınıfımda birçok galatasaraylı olmasına rağmen iki tane yakın arkadaşımın beşiktaşlı olması.

    ilk kez mahallenin bakkalında satılan bir beşiktaş armasını defterime yapıştırdım. böyle kabartmalı parlak bir şeydi. hatta ertesi sene aynı çıkartmadan bulamadığım için yeni defterime eskisini söküp uhuyla yapıştırdım.

    bu arada top oynama merakım daha da ilerledi. artık mahalle maçlarında feyyaz oluyordum. o zamanlarda storelar filan da olmadığı için siyah ya da beyaz tshirt giyiyordum ki takımımız belli olsun diye.

    ortaokulda büyük şehire taşındık. televizyonda daha fazla maç izlemeye başlamıştım artık. 90’lı yılların ilk yarısıydı. önce şifreli kanallar peydah oldu, havuz sistemi olmadığı için deplasman maçları açık kanallardan verilirdi. onun için deplasman maçlarının tamamını, inönüdeki maçların da ilk beş dakikasını seyrederdim. hatta maç önemliyse –ses duyulduğu için- spikerin sesini ve siyah beyaz şifreli görüntüyle en az beş altı maç seyretmişimdir.

    sonradan havuz sistemi başladı ve ben de kahvelere dadandım. birgün hiç unutmam, bir arkadaşım, o kadar para verip kahveye gidiyoruz, bir de takım yenilince paramıza yazık oluyor demişti de sen ne biçim taraftarsın diye çıkışmıştım.

    1994 yılında ilk kez izmir atatürk stadına gittim. beşiktaş altay maçıydı. babama söyledim ve kabul etti. ama memur ailesiyiz. o kocaman atatürk stadının kale arkasına gittik. stad ışıklarının yeşil çime vurunca bu kadar parlak bir görüntü oluşturacağını, takım sahaya çıkınca yapılan tezahürattan bu kadar etkileneceğimi hiç tahmin etmemiştim. ertesi sene yine gittik maça. beşiktaş tam sekiz tane gol yuvarladı altay filelerine.

    bu arada kendi futbol merakım da devam ediyordu. ama dedim ya memur çocuğuyum diye, bir tane orijinal formam olmadı benim, hep beyaz tshirtler giydim. feyyaz beşiktaş’tan gitti ama ben kendime başka da futbolcu seçmedim.

    90’ların ikinci yarısı rasim kara’nın beşiktaş’ın başına geçtiği zamanlardı. artık her türlü sosyal yaşantımı maça göre ayarlamaya başlamıştım. her zaman saat 10’da yatan ben ,19 kasım 1996 valencia beşiktaş maçı gibi oyunlar için geç saatlere kadar bekliyordum. bekliyordum dediysem yine bizde cine5 yoktu şifreli izlemeyi bekliyordum, belki bir kayserspor maçının ikinci yarısındaki gibi tamamen şifreyi açalar diye. ben amokachi’nin kaçırdığı o meşhur golü şifreli izlemiştim.

    ortaokul biterken beşiktaş benimle özdeşleşmişti sanırım. 1996 yılında yapılan bir veli toplantısında okulun müdürü anneme gidip “sizin çocuğunuz başka bir şeyle ilgilenmez mi, ne zaman arkadaş sohbetine denk gelsem beşiktaş konuşuyor adam demişti”. öğretmen olan annem ilk başta çok sinirlenmiş ama yine de hiçbirşeyime kısıtlama getirmemişti.

    lisede futbolun yanında biraz da büyümenin etkisiyle siyasetle ilgilenmeye başladım. ben komünist miyim yoksa sosyalist mi acaba diye düşünürken, futbol gibi oyununun insanları apolitikleştirmeye çalıştığını öğrendim. o zaman ben de kendimi bu meraktan uzak tutmalıydım. yapamadım. her hafta sonu kahvehane ziyaretlerim devam etti. takım yenilince sinirlenmeler, boş yere atılan tekmeler, galibiyetten sonra çılgınca sevinmeler. hiçbirisini bırakamadım.

    bütün bunların hepsi sigarayı bir günde bırakan adamın hikayesi gibi bir evreye girdi sonra. üniversiteye gideceğim yaz galatasaray dört kez üst üste şampiyon olmuş, uefa kupasını almıştı. hepsinden önemlisi de canavar gibi top oynuyordu takım. birgün kendimi öyle bir yerde gördüm ki sırf fanatizm için galatasaray’a bok atıp futboldan aldığım zevki azaltmaya başlamışım. millet hagi’yle oynuyor abi, biz niye ohen’i alıyoruz diye bir hafta düşünmüşüm. bir de o aralar türkiye’de futbol oligarişisiyle ilgili bir yazı okudum. aslında esas olanın insanın kendi şehrinin takımını tutmasını filan anlatıyordu. bana baksan, izmir otogarından otobüse binsem beşiktaş semtinin yerini bulamazdım.

    tamam dedim oğlum, hazır şehir de değiştiriyorum, takım tutmayı bırakıyorum artık diye başladım işe. beşiktaşlı değilim artık, futbol meraklısıyım. ankara’ya geldim. çok güzel arkadaşlıklar edindim. halı sahada top koşturuyordum, her türlü maç muhabbetinin içindeydim ama takım tutmuyordum. üniversitede ikinci sınıfta artık kimse bana hangi takımlısın diye sormuyordu. kimliğim benimsenmişti.

    ama bir de meselenin öteki yüzü vardı. maçlara gitmeyi bırakmıştım ama neredeyse hiçbir özeti kaçırmıyordum. gollere deli gibi sevinip mağlubiyetlerde üzülmesem de 1 ekim 2003 chelsea beşiktaş maçı gibi maçlardan sonra huzurlu uyuyordum.

    neredeyse yedi sekiz yıl böyle geçti. düşünün 2003 yılında takım 100. yıl şampiyonu oldu kimseye bir şey demedim.

    zamanında öğrendik ya yaşadığın yerin takımını tutacaksın diye. tamam dedim illa takımsa gençlerbirliği taraftarıyım bundan sonra. her sene kombinesinden almaya, maçlarına gitmeye başladım. gol attığında sevindim, yenildiğinde üzüldüm de beş dakika sona geçti. beşiktaş gibi olamadı.

    ama bu iş kansermiş arkadaş. hani sözlükte beşiktaş kanseri diyorlar ya onun değişik bir versiyonu da varmış. meğer benim hücrelerimdeki o beşiktaş virüsü sadece uykudaymış.

    istanbul’a gittiğim zamanların birinde –yaz günü- inönü stadını gördüm. tarifi olanaksız bir heyecandı. demek burasıydı yıllardır televizyondan gördüğüm yer. kaybolmuş ana babasını yıllar sonra bulan evlat gibiydim.

    üniversite bitti, işe girdim, 2008 yılında evlendim. dedik artık bekar muhabbeti yok, eve digiturk alayım. virüsü ilk kez o zaman hissettim. yavaş yavaş sosyal hayatımı beşiktaş maçlarına göre ayarlamaya yeniden başlamıştım. birgün yukarıdakilerin hepsini eşime anlattım. bana neden böyle bir şey yapıyorsun ki, rahatça tut sevdiğin takımı dedi.

    artık evde gollere sevinmeye başlamıştım yeniden. ama arkadaşlarım hala bu durumu bilmiyorlardı. sonra takım 2009 yılında şampiyon oldu. ben fabian ernst’in ayağına her top geldiğinde heyecanlanmaya, bobo kaleye baktığında yerimden kalkmaya başladım.

    2010’da gutisi, quaresması, simaosu beşiktaşa geldi. işte dedim oğlum, madem iyi futbola merakın var, senin takımın da iyi top oynayacak. durum böyle oldu ya, artık maç günleri kesinlikle evdeydim. takım ankara’ya geldiyse tribünde.

    artık evde ayakta filan maç seyretmeye de başladım. birgün yakın bir arkadaşımla maç izlerken “lan sen yoksa beşiktaşlı mısın, senelerdir bizi yedin” dedi. evet amk ! dedim, beşiktaşlıyım. o da gitti diğerlerine söyledi.

    2011 yılının başında evde maç seyrederken, o bana takımını tut boşver diyen eşimin yanında, simao’nun ibb maşındaki frikiğinden sonra sevinç çığlığı attım, geçen sezon yine eşim yanımdayken inönü’deki gaziantep maçının son dakikasında egemen’in golünden sonra da aynı tepkiyi gösterdim. deplasmandaki atletico maçının sonlarında holosko karşı karşıya atamayınca elimdeki yastıkları köşelere fırlattım. işte o zaman eşim bana, kendi elimle bir canavar yarattım galiba dedi.

    sözlükteki 30 yaşını aşmış evi, arbası, parası olan adam başlığına konu olacak duruma geldim. hala hiç beşiktaş forması almadım, hiç inönü’ye gidemedim. geçen sene mersin idman yurdu maçının olduğu hafta bir toplantı için istanbul’daydım. o hafta takım ceza aldı. normalde ikide bırakırım, sinirden dört bira içtim. maç günü arkadaşlarla istiklalde bir yerde oturduk, ben yine göz ucuyla televizyona baktım.

    iki hafta önceki antalyaspor maçının son dakikasında o kadar güzel oyundan sonra takım golü yiyince iki saat kendimi toparlayamadım. eşim tamam hayatım maç bitti deyince behzat ç gibi saçma saçma konuşma demek istedim. geçen hafta gençler maratonuna gittim. beşiktaş her gol kaçırdığında gençler savunmasını alkışlıyor gibi yapıp siyah beyaza gönderdim tebriği.

    30’lu yaşların ilk sayılarını gelecek hafta geride bırakacağım. ben hafta içi her gün takım elbise giyerim, duygu filan göstermeyi yaşamayı bilmem, yakında sosyal bilimler doktoru olacağım, hatta baba olma niyetim var. ama en büyük hayalim o buralarda anlattığınız mekanlarda sağlam bir içip kapalı tribünde sesim kısılana kadar tezahürat yapmak o kadar.

    ondan sonra kolayından gam yemem.

    ek: ne kadar sağlam taraftarı varmış beşiktaş'ın. bu yazıdan sonra mesaj gönderenlerin hemen hemen hepsi beni maça davet etti, hatta birçoğu evinde misafir edebileceğini söyledi. gerçekten çok mutlu oldum. hepsine teşekkür ederim. bu yazıyı şöyle bitireyim; elbet birgün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak.
hesabın var mı? giriş yap