hesabın var mı? giriş yap

  • adam gibi senarist çıkmamasından deniliyor ancak temel sorun sanatın böyle bir iki adam tarafından bir anda peydahlanacak bir şey gibi algılanmasından kaynaklanıyor bence. sanat dediğimiz mesele bir toplumun yaşayışından, siyasi hareketlenmelerinden, toplumsal belleğinden beslenir. tabi ki bunlardan beslendiği kadar bir senarist ise edebiyat, tiyatro, bilim, felsefe ve sosyolojiden (temel olarak bilimkurgu ihtiyaçları bunlardır yoksa başka disiplinlerden de beslenebilir) beslenir. şimdi bilimkurgu senaristi yok derken geçen hafta ekşi sözlükte sosyolojinin gereksizliğinin tartışıldığını unutmayalım. herhangi bir düşünce ortamı yaratmadan birilerinin çıkıp iyi bilimkurgu yazmasını beklemek saçma olur.
    içeriğinde düşünce ve teoriyi çokça barındıran bir daldır bilimkurgu ve düşünün ki sosyal bilimleri ve felsefesi eksik ve edebiyatında da hiç doğru düzgün bilim kurgu olmayan bir ülkeden yola çıktığı zaman hem düşünce sistemini oturtması, hem toplumun hafızasına yönelik nokta atışları yapması, hem buraya ait olan bilimkurgu dilini oluşturması, hem sanat yönetmenine (makyajları vb. yapan kişiler) atıyorum bir uzaylının neye benzemesi gerektiğini göstermesi (görselimiz de yok bu konu da elbet, resimsiz bir toplumuz), hem de ilginç olması ve klişelere çokta düşmemesi gerekiyor. insanın ömrü yetmez.
    kısacası; sanatta kendi başına peydahlanan kahramanlar yoktur, olamaz ve bu kafamızdaki sanatçı tektir, doğuştan yeteneklidir fikrini yok etmemiz lazımdır. sanatçı bir toplumla yaşar, hatta sanatçı da toplumun eseridir, onun yetenekli elidir.

    edit : çokça bilimkurgu yazmaya kalkışmış ve yavaş yavaşta olsa projelerini ilerletmeye çalışan genç bir senaristin notlarıdır.

  • kızım 2,5 yaşlarındayken, gece uykusundan haykırarak uyanmaya başlamıştı. bu çok normal bir durum aslında, çocukların bazen böyle anları oluyor, korkuyu öğretmeseniz dahi, kabuslar görebiliyorlar. normal olmayan durum, ben yanına gittiğimde uyanmış yatakta oturan miniğimin odanın kapısına bakarak ve orada görünmeyen bir şeyden korkarak ağlamaya devam etmesiydi.

    yani kapının orada görünmeyen bir şey vardı ve kızım oraya baka baka ağlıyor, korkuyla bana sarılıyordu.

    çocuk sahibi olmak böyledir işte, çocuklukta kalan korkularınızı açığa çıkarabilir. gerçi benim korkularım hiç çocuklukta kalmamışlardı, aynen devam ediyorlardı o dönem. evde yalnız kalamadığım gibi, evde birileri olsa dahi koridorun ışığı açık uyuyabiliyordum (hâlâ öyle gerçi). itiraf etmek zor geliyor; ama açıkçası ödlek tavuğun tekiydim işte ve kucağımda görmediği bir şey tarafından korkutulup tir tir titreyen kızım vardı.

    annelik, biraz da gözü karalıktır.

    bir hafta kadar, belki daha da fazla bir süre aynı olay tekrar edince ve ettiğim dualar, okuduğum sureler kızımın korkusunu hafifletmeyince, idareyi ele almaya karar verdim. yine bir gece haykırarak uyanan kızımın odasına gittim. ağlayan kızıma sarıldım ve odanın kapısına doğru olabilecek en öfkeli ve cesur gözlerle bakıp dedim ki: "utanmıyorsunuz değil mi el kadar bebeyi korkutmaya?"

    bu cümlemi net hatırlıyorum, sonraki cümlelerim de bu minvaldeydi; ama açıkçası kelime kelime aklımda değiller şu an. bir anne olarak, kızımı korkutan neyse, ona karşı açmıştım ağzımı ve yummuştum gözümü. olay kısaca buydu işte.

    doğaüstü olansa, o geceden sonra bir daha kızım hiç o kadar büyük bir korkuyla uyanmadı.

    ya göremediğim bir şeyi utandırmayı başarıp, aklını başına devşirtmiştim ya da benim kapıya doğru sinirlendiğimi ve kendisini savunduğumu gören kızım psikolojik olarak o korkuyu aşmıştı.

    ben kızımın psikolojik olarak o korkuyu aştığını düşünüyorum. öbür türlüsünü düşünmek dahi istemiyorum.

    neyi korkuttum la ben?

    ekleme: aynı türden sorular çok gelince, buradan cevaplayayım istedim. kızım o günden sonra bir daha gece korkusu yaşamadı. kendisi zaten şu an 21 yaşında bir üniversiteli.

  • ölüm grubu deniliyordu türkiye'nin grubuna harbiden öyleymiş. biz elendik hırvatlar elendi ispanya elendi. mükemmel bir ölüm grubu. herkes öldü amk.

  • az önce radikal'de gördüğüm haberle hayatı yeniden sorgulamama sebep olan olay. milano üniversitesi sik sok bölümünden mezun olan 23 yaşındaki oğluna 12 milyon liraya bina almış ablamız. ablamız bu hareketi üzerine sinan abi* durur mu içini de ben döşiycem amk demiş o da bastırmış 4 milyon.
    iş kuracakmış bu mezun ve başarılı arkadaş. adam hayata 1-0 değil 1000-0 önde başlıyor. sonra fırsat eşitliği. heee fırsat eşitliği hee. son olarak zenginin malı züğürdün çenesini yorar
    edit: lira değilmiş dolarmış. biz fakirler böyleyiz işte yabancı para birimini hayal bile edemiyoruz.

  • fransız dallama polis: öeğen jöğğğö papepapeeğğğ
    pz: i can't speak french.
    fransız dallama polis: oğağağa ğğğğğ ğğğğ pığğğğ
    pz: (gülümseyerek) i'm sorry i can't understand you.
    fransız dallama polis: (pasaportu karşıtırıp damga vurarak) üğğü moağaa de la ağaağ ğğğğğ
    pz: yes yes.
    fransız dallama polis: (pasaportu uzatarak) have a nice day.
    pz: oğğğğuva.

    ingilizce bilip sizi anladığı halde fransızca konuşan bir fransız dallamasıyla karşılaşma olasılığınız yüzde 78,3'tür.

  • arda'dan 1000 defa daha mert, insan gibi bir insanın söylemi. bunu milyonlarca kişinin gözlerine bakarken demesi de ayrı bir güzellik. alkış!

  • izmir'de 1800 tl'ye hatta 1600 tl'ye de razı olan tipler olabilir mesela. çok şaapmamak lazım. üniversiteyi uzatmadan bitirmiş, 1 dönem erasmus programıyla yurtdışında eğitim almış, ingilizce'yi iyi bilen, fransızca öğrenen, sektörün istediği bilgisayar programlarının daha fazlasını bilen ve sertifikalarına sekörün lider kuruluşu tarafından sahip olan, stajını sorunsuz halletmiş, yazları da okuduğu bölüme pratik tecrübe sağlamak için dönemsel olarak çalışmış, zorunlu askerlik hizmetini tamamlamış bir turizm işletmeciliği mezunu olarak söylüyorum bunu.

    asgari ücretin 1000 tl olduğu ülkemde bana hala 1000-1300 tl arası maaş teklif ediliyor. genellikle haftasonu izni yok, haftalık izin yok, yıllık izin yok, 10-12 saat arası çalışma, gece shiftleri ve düzensiz bir hayat da cabası.

    2000 tl, izmir için çok iyi bir maaş. düşünün ki 'razı' olduğum halde alamıyorum ben bu maaşı.

    ne diyelim; bu boktan sistemde bölümü ne olursa olsun üniversite mezunlarına hala asgari ücret teklif edenler utansın.

  • herkes gibi ben de buradaki insanların yaptıkları işleri abartmasıyla çok dalga geçiyorum ama bu tür shitpost'lar burada gerçekten işe yarıyor.

    ilk günlerinden beri üyesiyim, son iki yıldır profilimi düzenli güncellemeye, arada bir de sağa sola yorum yazmaya başladım. mesleğe dair deneyimlerimi uzun uzun anlattığım iki üç makale yazdım. kimse iplemedi.

    dün ilk defa bir shitpost yayınladım. çevirdiğim bir oyun yeni yayına girdi, jeneriğinde de türkçe çevirmen olarak adım geçiyor. binden fazla oyun çevirdikten sonra belki 20. defa falan olan bir şey. bunun ekran görüntüsünü koydum, başladım yazmaya. sanki oturup çeviri yapmamışım da bin orkla savaşıp hüküm dağına ulaşmış dibinden çeviri çıkarmışım gibi anlattım durdum.

    birkaç anahtar kelimeyi hashtag yaptım. bana çok destek olan proje yöneticilerime teşekkür ettim, almanya'daki amcam ve kastamonu'da vatani görevini yapmakta olan halaoğluma selam yolladım falan filan. bildiğiniz linkedin abartması işte.

    bugüne kadar aldığım etkileşimin kaç kat fazlasını 24 saat içinde aldım. tam da ağımda istediğim çeşitli oyun ve yazılım firmalarının proje yöneticileri, ik'cıları falan ekledi bazılarıyla sohbet ettik.

    bunlar parasallaşır mı, yani gerçek bir çalışma ilişkisine döner mi orası belli değil elbette. ama yine de mesleğe dair çok daha bilgilendirici yol gösterici yorumlar makaleleler değil de basit bir shitpost sayesinde kurdum bu kadar ilişkiyi, mutluyum.

    sevdim bu shitpost işini. yarın da evde internet kopuyor diye gidip starbucks'ta çalışmamı sekiz paragraflık bir felaket önleme, "think outside the box" hikayesi olarak pazarlamayı planlıyorum. önümüzdeki hafta da kamp alanından laptop fotoğrafı atıp çevirmenin doğayla iç içe olmasının anlam ve önemi üstüne saçmalarsam daha bu kadar bağlantı kurarım gibime geliyor.