hesabın var mı? giriş yap

  • doktora yeterlik sınavı, aslında tüm eğitim hayatı boyunca edinilen bilgi birikiminin, alana ve kaynaklara hakimiyetin tartıldığı kritik bir evredir. danışman hoca ile iyi bir iletişim kurulması her bakımdan faydalıdır. aynı zamanda jüri üyelerinin de çalışmaları ve alanlarına sundukları akademik katkıları dikkatle incelemeniz yararlıdır.
    heyecana gerek yok, size sorulan sorulara istenildiği kadar cevap verin. daha fazla ayrıntılı bilgiler vermeniz, size gelecek olan soruların zorluk derecesini artırabilir veya konuyla ilgili kapsamlı bilgi sahibi olmayan jüri üyesinin kıskançlığa kapılmasına neden olabilir. bilmediğiniz sorulara cevap veremeyeceğinizi açık yüreklilikle söylemeniz, saçmalamanızdan daha iyidir. jüri üyeleri tarafından eleştirildiğinizde tartışmaya girmemeye özen gösterin. yanınızda size yapılan önerileri kaydedeceğiniz bir not defteri ve kalemin bulunması, önemli uyarıları not almanız sınavın ciddiyetini artıracaktır. yeterlik imtihanını geçtiğinizde dr unvanın d'sini almış olursunuz.
    pandemi nedeniyle sınavlar kamera ile kayıt altına alındığı için art niyetliliğin ve keyfiliğin üst düzeyde hakim olamayacağı bir sınav olarak tanımlamamız yanlış olmayacaktır.

    abartılmayacak kadar meşakkatli olan bu sınava girecek herkese başarılar diliyorum.

  • sessiz gemi

    artık demir almak günü gelmişse zamandan
    meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
    hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
    sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
    rıhtımda kalanlar bu seyahetten elemli,
    günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
    biçare gönüller! ne giden son gemidir bu!
    hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
    dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
    bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
    bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
    bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

    y.k.beyatlı

  • türkiyeli kızın yağmurla tanışmasıyla yakından uzaktan alakası yoktur.
    türk bebek olsa, annesi astronot kıyafeti giydirir öyle çıkarırdı.

  • yeni bi ali atıf bir saçmalaması, kendisi diyor ki,

    --- spoiler ---

    "...ekşi sözlük reklam alan bir mecra. site trafiğini arttıran unsurlar da tanınan kişiler. ekşi sözlük yazarları yorum girdikçe, başkaları da girip okuyor, trafik artıyor. ekşi sözlük'ün sahibi de sayfaları reklam verene pazarlayıp gelir elde ediyor

    bu durumda ekşi sözlük'ün tanınan kişilere bir tür pay ödemesi gerekmez mi? çünkü ekşi sözlük bir iş modeli ve ünlüler de bu modelin malzemesi...

    alın size hukuki bir konu daha?..."

    --- spoiler ---

    hayatımda duyduğum en düz mantıkla söylenmiş söz bu olsa gerek, onu geçtim daha yazarlar olarak biz bile pay alamazken ünlülere verilsin yakarım bu sözlüğü.

  • her saniyesinde kendi kendinize bu oyunu seviyorumm dedirten, sadece basketbolla ilgilenenlerin degil herkesin sıkılmadan ,severek izleyebilecegi ve zevk alabilecegi süper bir film. coach carteri izlemeyen basketbolsever olamaz ya da olmamali bence cunku gercekten izlenilmesi gerek yahuuu..

  • olması gerekendir.ne kadar istemesemde yurtiçi kargoyu bu konuda destekliyorum.

    ben 3 tane farklı firmadan sipariş verdim.hepsi de yurtiçi kargoyla gelecek. sizin eşinizden corona virüsü kapıp bana getirip bulaştırabilir.lakin ben 1 aydır kendimi karantinada tutuyorken , öyle boku bokuna virüs kapmaya asla müsade etmem.

    kapacaksam delikanlı gibi çıkar sokakta yerlere belene belene yuvarlanır kaparım.

  • yaklasik 4 gun once evimden kovuldum. 4 gunumu sigindigim abla evinde geciriyorum. sehremini'nin surlara yakin eski bir mahallesi burasi.
    birbirine yapisik apartmanlar, daracik sokaklar, carsisi. yolun ote tarafinda buradan degisik hayatlari ile fakir bir semt burasi. ve tabi oturanlari da fakirlikten bol bol nasiplenmisler.
    cok uzaga gitmeden kaldigim evden baslayayim.
    bir oda, bir salon bir apartman kati. giris kat. bu evde buyumus iki tane delikanli var. babalari eski topkapi kabadayilarindan. allah rahmet eylesin iyi bir adamdi ama, beraber yasadiklari babasinin gazina gelip cok dovmuslugu vardi ablami.
    galiba fakir insanlarin bir ozelligidir; sahipsizlik...
    sokaginda, kucuk cocuklar yirtip pirtik elbiseleri ve sumuklu suratlariyla top kosturuyorlar. yuzlerinden okunuyor aslinda cok iyi bakildiginda ve en cok cocuklarin fakirligi uzuyor insani.
    ki, isil isil da mutlu bu cocuklar.
    galiba, fakir cocuklarin uzerlerinde bir mutluluk halesi var. mutlular, fakir olduklari henuz onlara ogretilmedigi icin. bunu kiyaslayacak insanlar henuz hayatlarina girmedigi ve bunu yuzlerine yansitmadigi icin.
    hem cocuk olmak demek; eski bir top, ucu yirtik bir ayakkabi ile sokaklarda mutlu olabilmek de degil mi ?
    ablam, hayati boyunca parasizliktan cok cekmistir biliyorum. kocasi cok calismayi seven bir adam degildi. en cok eski bir kamyonetin arkasina koydugu meyve sebzeyi satardi ki, cani isterse.
    ben iclerinde cok kaldim. bilmediklerinden degil, bu sartlari daha iyi bir hale getiremediklerinden de degil.
    sadece bunu bir kader olarak gordukleri icin, bu sekilde ve bu sartlarda yasamaktan bile mutlu olabilecek detaylar bulduklari icin... galiba kadercilik de fakir insanlarin ozelligi.
    ha su da var; belki fakirlik degil ama yoksulluk biraz. ac degil, acikta degiller ve bulunduklari sartlari kabullenmis ve dahasini istemez vaziyetteler.
    ha surda durdugum yerden ve sartlardan dolayi kimseyi fakir, yoksul diye nitelendirmem ne kadar dogru bilmiyorum.
    neticede kalacak baska bir yerim olmadigi icin buraya siginmis biriyim.
    galiba burdaki en fakir benim.
    ortak ozelligim olmayacak kadar hem de...

  • netflix'de 100 humans adında deneysel bir belgesel var, orada izledim. yüz kişiyi ellişerli olarak iki gruba ayırıyorlar. iki gruba da aynı olay anlatılıyor ve biz de işte tepkileri izliyoruz. anlatılan olay şu: bir anne küçük yaştaki çocuğunu arabanın içinde birkaç saat yalnız bırakarak gidiyor, çocuk da bu sürede havasız kalarak can veriyor.

    ilk gruba bu hikaye anlatılırken ekranda tipsiz, aşırı bakımsız, suratından iğrençlik akan, uyuşturucu bağımlısı stayla bir kadın fotoğrafı görüyoruz. kamera elli kişiye döndüğünde, hepsinin suratında da aynı nefret dolu ifadeler görülüyor ve "sizce ne ceza verilmeli" diye sorulduğunda, 30-40 yıl mahkum olmalı nidaları havada uçuşuyor, hatta bu canavar kadının ömür boyu hapse tıkılması hatta ve hatta idam edilmesi gerek diyenler bile oluyor.

    sıra geliyor diğer elli kişilik gruba. hikaye aynı, ortada ihmalkarlıktan hayatını kaybeden küçük bir çocuk var fakat bu sefer ekranda aşırı güzel, adeta melek gibi bir annenin fotoğrafını görüyoruz. insanların ceza olarak bırakın idam ya da hapis istemini, "bu masum kadın zaten çocuğunu kaybettiği için yeterince acı çekmiş olmalı, o yüzden ceza verilmesin hatta travmasını atlatması için psikolojik destek verilmeli" diyenler bile oluyor.

    şuç aynı oysa ki ama işte dış görünüşün insanlar üzerinde yarattığı etki, adeta dipsiz bir uçurum gibi.

    malesef ben de dış görünüşün her şey olduğunu düşünenlerdenim. dışınız güzelse eğer, insanlar için içinizin çok da bir önemi kalmıyor. dış görünüş yönünden şanslı olan insanların hatalarına kolayca tolerans gösteriliyor ya da onlara pozitif anlamda önyargı yapılıyor. hatta karşıdan karşıya geçerken arabalar bile durup yol veriyor eğer yeterince güzelseniz. değilseniz de yukarıdaki örnekteki gibi yaşamanızın bile bir kıymeti yok diğer insanların gözünde...

    debe editi: çok da uzun yazdım bi' kişi bile okumaz derken bak şimdi.. sabah sabah mutlu oldum valla. teşekkür ediyorum herkese :)