hesabın var mı? giriş yap

  • siz hiç kalbinizden taşan sevgilinizin bir başka aşk için ağladığını gördünüz mü?

    ben gördüm, bir kere.

    çok ağlanırsa kör olunur mu? bilen vara yazsın bana, neyse.

    bir aylık bir amerika tatili idi sadece. gözleri parlamıştı böyle bir imkan doğdu gitmeli miyim sence derken. hayatımda hiç kimseyi öyle yüreklendirmemiştim sanırım, kendim de dahil.

    her şey bu tatille başladı, hayatımın bu kadar boka saracağı hiç aklıma gelmezdi, felaketlerin bir alıştırma dönemi olmalıydı bana göre, böylesi zalimlikti.

    siz hiç alkolle arası iyi olmayan sevgilinizi zil zurna sarhoş bir bar köşesinde ağlarken buldunuz mu?

    ben buldum, bir kere.

    ıslak suratını omzuma gömüp "çok canım yanıyor" dedi. bende can kalmadı diyemedim.

    ellerimi tutup "ben başkasına aşık oldum" dedi. ben bir daha sevemem diyemedim.

    tüm renkler soldu, etraftaki tüm ışıklar söndü, ben karanlıktan korkuyordum ve elimi bir başkasına aşık bir adam tutuyordu. dramın dibi.

    tekrar omzuma gömülüp hıçkırıklarla ağlarken "sana bunu nasıl yaparım, ama aşık oldum, nasıl yaparım" diye boğuk bir sesle nefesini gömleğimden içerilere kadar üflüyordu hırsla.

    fıtı fıtı fıtı, çok duygusallaştım, tamam neyse, git ve mutlu ol dedim, evet ellerimle ittim onu, başta direndi sonra bir kelebek gibi süzüldü canını yediğim.

    bazen aşk gider, anılar kalır. bazı sevgililer başkalarına aşık olabilir ve siz bir daha sevemeyebilirsiniz.

    elimi tutabilirsiniz.

  • türkiye'de bir kişinin bireyselliğine saygı gösterirseniz, o kendini "sizi yenmiş" sayar. mesela sokakta karşıdan gelene yol verin, o da iyice üzerinize yürüyüp size sürtünerek geçsin. metroda yanınızdakinin rahat etmesi için bir alan açın, ve o insan sizi daha çok sıkıştırmaya başlasın. bir kişiye karşılıksız bir iyilik yapın, ve karşınızdaki sizin "ondan çekindiğiniz için" bu iyiliği yaptığınızı sansın.
    bu ülkedeki, çok az sayıdaki naif insanın sürekli başına gelen şey budur.

    türkiye, birey olamamış eziklerin ülkesi. birbirine omuz atan kişiliksizlerin memleketi.
    bu ezikler etraflarındaki kimsenin "bireysel alan"ına saygı göstermez. üstüne, gider isveç'teki adamların birbirine saygısını "samimiyetsizlik" olarak tanımlar.

  • genel kavramların hiçbir varlıkları olmadıklarını ve sadece birer ad'dan ibaret bulunduğunu savunan öğreti.

    adcılığı, on birinci yüzyılın sonlarına doğru, compiegne papazı roscelin ileri sürmüştür. roscelin'e göre genel kavramlar, bir takım seslerden ve adlardan başka bir şey değildirler, sadece birer "müsemmasız isim"dirler ve hiçbir gerçeklikleri yoktur... roscelin'un bu savı, din kurumunu ve kiliseyi temelinden sarsmıştır. çünkü din kurumu ve kilise, başta tanrı kavramı olmak üzere, tümüyle genel kavramlara dayanmaktadır. genel kavramlar gerçek sayılmazsa, din ve kilise de gerçek sayılamaz. bu yüzden, hemen bütün ortaçağ, adcılar'la genel kavramları gerçek sayan gerçekçiler'in kavgalarıyla kaplanmıştır.

    abaelardus, kavramcılık öğretisini ortaya atarak her iki düşünceyi uzlaştırmaya çalışmıştır... adcılık, öğreti olarak on birinci yüzyılda ortaya atılmakla beraber, düşünce olarak pek eskidir. antikçağ yunan düşüncesinde de stoacılar ve epikuroscular adcıydılar. kinik düşünür antistenes, platon'un gerçek saydığı ide'leri için "atı pek iyi görüyorum ama atlılığı göremiyorum" demişti. aristoteles de platon idelerinin gerçekliklerine karşı çıkmıştı. islam felsefesinde de, başta ehli sünnet olmak üzere, pek çok düşünürler adcılığı tutmuşlar ve dışımızdaki bağımsız varlıklarla ilişkili olmayan mefhûmâtı sırfa'yı "müsemmâsız isimler" saymışlardır. onlar için de gerçek, ancak nesnel varlığı olan şeylerdir.

    on dördüncü yüzyılın adcı gizemcileri bu savı geliştirerek kiliseyi sarsmışlar, dinle dünya işlerinin ayrılmasını sağlamışlardır.
    on sekizinci yüzyılın duyumcuları da adcıdırlar. duyumcu condillac "tümeller addan başka bir şey olsalardı tümel olamazlardı" demektedir...

    adcılık, ortaçağın koyu karanlığı içinde yepyeni bir dünya görüşüne temel hazırlayan çok önemli ve ilerici bir öğretidir.

  • bu gece hbo’da finali yayınlandı. 4. ve son bölümü.

    yavaş başladı, hızlı bitti bu mini seri.

    --- spoiler ---

    buradaki yorumlar ve eleştiriler finalle birlikte biraz daha kökleniyor. hakikaten de katarina ve büyüklüğünden çok -tarihten silinmeye çalışılan- potemkin ve katarina aşkı anlatılmış dizide. madem o kadar potemkin anlatacaktınız; bari ingiliz diline geçmiş potemkin village sözü nereden gelir, ona bari değinseydiniz.

    genel oyuncu seçimlerindeki sorunlar var, bir kişi hariç. katarina’nın oğlu paul’u oynayan joseph quinn müthiş iş çıkarmış.
    bir ezik ancak bu kadar güzel canlandırılırdı.

    bunun ötesinde türkleri güzel harcamışlar dört bölümde. yerler biriz. adamlar resmen kırım’a yürüyerek giriyor. türkiye deplasmanının kolay geçmeye başladığı yıllar. bizim takımın başında 3. mustafa var. o daha eski kafalı. katarina tabii ki deli petro (peter the great) dönemindeki askeri modernleşmenin ekmeğini yiyor.
    bizde de bu üst üste mağlubiyetlerden sonra 3. selim gelecek. o da reformist. orduyu falan yenilemeye çalışacak. ama düşüş başlamış bir kere. bu modernleşme süreci ancak imparatorluğun çöküşünü bir 100 sene daha erteleyecek.

    --- spoiler ---

  • bu şarkının amacı kıpır kıpır oynatmak değil, akp denen kötülük ve nifak imparatorluğunun bittiğini müjdelemektir. milenyumun çav bellası böyle olur.

  • muhabbetşinas biri değildir. açıkçası ben de böyleyim. bu durum bazen beni düşündürmüyor da değil. sonuçta insanlar tarafından yanlış anlaşılıyorum, kötü bir izlenim bırakıyorum diye düşünürüm.

    mesela adam soruyor sana bir şeyler sen de güzel güzel anlatıyorsun; yeri geldiğinde neşeli ve nüktedan aktarıyorsun yaşadıklarını ama iş soru sormaya, muhabbeti tersine çevirmeye gelince hiçbir şey sormuyorsun. o adam senin nereli olduğunu sormuş; nelerle iştigal ettiğini merak etmiş; bunlara yorum getirmiş vs. ama sen her şeyi anlattıktan sonra susup oturmaya devam ediyorsun.

    bazen de ulan ben de sorayım şunun nereli olduğunu diyorum ama harbiden hiç merak etmiyorum lan. sıfır merak yani. adam senin kütük'le ilgili şakalar espriler bile geliştirmiş; sen hiçbir şey sormuyorsun. o yüzden soru sorulmadığı sürece konuşmayan insanı sadece ketumlukla açıklamak mümkün değildir. bazı zaman çoğu şeyi ilginç bulmayan biri de olabilir.

  • nöbetçi astsubay hafifçe kapınızı tıklatır. iki kolunun altında iki güzel kız, birini seçmenizi ister. ikisininde elinde birer kahvaltı tepsisi, seçtiğinizi odaya bırakır ve diğer kızla gider. mango aromalı o ferahlatıcı içeceğinizi bitirdikten sonra da hem onu tazelemek, hem de biraz daha serinlemek için havuz başına, diğer komutanların yanına geçilir. fonda da jazz havalarında ya da big band formatında yaylalar coverı dönmektedir.

    her seferinde ısrarla sormama rağmen sonrasını anlatamadan düşüncelere dalıp gittiler, bana anlatılan bu.

  • başlığı ilk gördüğümde;

    mercedes-benz, bmw, vw, audi, opel, porsche, man 'dan daha iyi araçlar üretildiğini, dış ticaret hacminin 3 trilyon $ olduğunu ve bunun 2 trilyon dolarının ihracat olduğunu, ağır sanayide almanlardan daha öne geçtiğimizi, dünyanın en kaliteli makinlerinin bizim tarafımızdan üretildiğini, adidas, puma, hugo boss, bosch, siemens, solingen, gaggenau gibi firmalardan daha iyi firmalarımız olduğu, bayern münih, borussia dortmund, wolfsburg, schalke 04, bayer leverkusen'den daha iyi takımlarımızın olduğunu

    fikri uyanmıştır bende.

    fakat görüyorum ki; olay tamamen farklıymış.

    edit: ergen sabah gazetesinedir sitemim.

  • gerçek gs gurmeleri bilir ki, rakibi uça kaça gidiyorum havasında iken kendi rolantide giden gs rakibi tökezleyince yılın topunu oynar ve rakiplere ızdırap olur öyle bi akşam bekliyorum.