hesabın var mı? giriş yap

  • enver aysever'in sorularına kaçamak ve alakasız yanıtlar verdi, enver aysever de üstelemedi, program bundan ibaret.

    bu adam her çıktığı yayında aynı ezberi anlatıyor: "trt ile program yapmadım, trt'ye program satmadım, devlet desteği almadım, demek ki arkamda akp yok".

    hacı kusura bakma da demirören grubu trt'ye program yaparak mı medya patronu oldu? doğan grubunun malını mülkünü 1/3 fiyata trt'ye program çekerek mi satın aldı? turkvuaz medya grubu trt'ye program çekerek, kosgeb'den destek alarak mı atv, sabah, takvim, yeni asır, fotomaç dahil tüm ciner grubu'na çöktü?

    cidden ne anlatıyorsun sen? türkiye'de yüzlerce gazeteci fişlenip cezaevlerine tıkılırken, daha fazlasına tehditle medyadan el çektirilirken, binlercesi işsiz bırakılırken ortaya çıkıp "ben akp ve rte destekçisiyim" diyip akp'den destek almadığını iddia eden birini kim ciddiye alır? aptal mı var olm karşında senin? halkın tamamını salak mı sanıyorsun sen? herkes survivor izleyicisi mi?

    bu ne rahatlık ya?

  • büyük saygı duyduğum insanlardır. cebime 30tl koy. tişört al de.

    5 günden aşağı alamam amk

  • sene 1997
    istanbul'a yeni gitmişim.
    çocukluk arkadaşım, can dostumla kadıköy postanesinin önünde saat 1'de buluşacağız.

    ben avrupa yakasından iett ile geliyorum. fırtına, kar, buz. rüzgar, insanın bir kulaklarından girip diğerinden iki misli çıkıyordu. deve katarı ağır aksak ilerliyordu. hava kül ve katran kokuyordu. manzara tam benlikti. neyse dağıtmayalım konuyu.

    kar, buz, trafik derken benim saat 1'de kadıköy'de olamayacağım belli oldu. başladım stresten kaşınmaya, "ya arkadaşım bekleyemez çekip giderse" diye. muhtemelen benim kar, fırtına, trafiği görüp geri döneceğimi de düşünmüş olabilirdi. ama ne olursa olsun gidecektim, geri dönmedim. saat oldu 2, daha yeni boğaz köprüsündeyiz, gıdım gıdım ilerliyor otobüs. saat oldu 2,5, sonra 3. hala varamadık amısına koduğum kadıköyü'ne. "arkadaşım şimdi çoktan gitmiştir, nasıl döneceğim bir daha aynı yolu" endişesi sardı, bitirdi beni. saat 3,5'a doğru kadıköy'de oldum, düşe kalka koşarak postaneyi buldum. "yok yok kesin gitmiştir, beklemez bu kadar saat" diyorum bir yandan. postanenin ön tarafından göremedim onu. dizlerimin bağı çözüldü. hafif diğer tarafa doğru baktığımda, karın, soğuğun ortasında tir tir beni bekleyen arkadaşımı gördüm. vazgeçip gitmemiş, it gibi titrese de beni beklemişti. koşarak sarıldım ona. garibim, 2,5-3 saate yakın beni beklemiş o soğukta.

    -işte böyle buluşuluyordu.

    şimdiki gibi kimse dakka başı osuruk gibi "qanka 10 dakikaya ordayım" diye birbirine mesaj atamıyordu ama insanlar bıçak gibi sertti, mertti.

  • sabah ciğer yemenin eskiden bir sebebi vardı, şimdi ise bir gelenek.

    adana'da sabahları ciğer yenen popüler mekanlar halihazırda tarihi büyük saat ve kazancılar çarşısı etrafındadır. hoş şehrin her yerinde bulabilirsiniz artık. konuya dönersek, bahsettiğim tarihi büyük saat ve kazancılar çarşısı eskiden adana'nın tam merkezi idi ve ilçe ve köylerden gelen tüm araçların en uğrak yeriydi ve aynı zamanda tarlalarda çalışacak olan işçilerin de toplanma alanlarından biriydi. ilçe, köy ve iş için gelenler de sabah çok ama çok erkenden gelirlerdi. (hala tarım işçileri işe çok erken başlarlar) akşama kadar kendilerini tok tutacak, o zamanlar nispeten ucuz olan ve besleyiciliği çok iyi olan ciğeri tercih ederlerdi. sonrasında bu bir geleneğe dönüştü, çok da iyi oldu.

    iş sebebi ile son iki yılını arap coğrafyasında geçirmiş biri olarak başka bir sebep olarak da adana'daki (bkz: fellah)ları gösterebiliriz. çünkü onlar da sabahları ciğer yerler ve kebapları da bizimkine benzer. (kebabın kelime kökü arapça'dır) zira çok çok önceleri adana'ya tarım yapmak ve tarımı öğretmek için getirilen bu mısırlı araplar, adana'nın sonraki yıllardaki kültürüne de iz bırakacaklardır. bilenler bilir adana'da en iyi kebapları arapuşağı dedikleri arap kökenli abiler yaparlar.

    yukardıda özellikle birinci paragrafta bahsettiğim durumları rahmetli, büyük yazar yaşar kemal de bu diyar baştan başa serisinde anlatıyordu sanırım. (bulunca editleyeceğim) ruhu şad olsun.

  • hak yemek istiyorsan sende kalsın. ancak doğrusu ilgili firmaya ulaşıp ürünü iade etmektir. bir pazaryeri sitesinden fazla ürün gelmişti. ilgili telefon numarasından firmaya ulaşıp gerekli ödemeyi kendisine yapmıştım. hakkımızı da yedirmeyelim, başkasının da hakkını yemeyelim lütfen.

  • şu ana kadar ne laptopa, ne mutfak robotuna, ne hoparlör setine ne de vantilatöre öttüğünü gördüm. (gerçi vantilatör sinbo markaydı, sayılmaz)

    bir dahaki sefere 3.5 kilogramlık saf demir külçesiyle gireceğim, bakalım onu tanıyacaklar mı.

  • bir sabah belediye otobüsünde okula gidilmektedir. liseli oldukları tahmin edilen biri kız biri erkek iki kişinin önüne oturulur. bahsi geçen kişiler öss sistemi, puanlar gibi konulardan konuşurlarken, sistemin yanlışlığı ve adaletsizliği üzerine yoğunlaşırlar. derken hatun kişi ülkemizin önemli sorunlarından birini mükemmel bir yaklaşımla değerlendirir.

    -ya biliyo musun, benim ablamda da böle oldu ya. 4 kez öss'ye girdi kazanamadı, mecburen amerikaya gitmek zorunda kaldı. işte beyin göçü böle oluyo aabi...

    ağız burun tutulur gülmemek için. arkaya dönüp "soğan ihracatı olmasın o" demek geçer içinizden, yapamazsınız*

  • marshall mcluhana göre söylenenin önemi yoktur, önemli olan nasıl iletildiğidir. burdan yola çıkarak mc luhan, matbaanın bulunmasıyla beraber insanlar linear bir hayata adım attıklarını ve daha sonra bu linearliğin endüstri devrimini ortaya çıkarmış oldugunu savunur. ayrıca milliyetciliğin de matbaanın bulunmasına bağlı oldugunu; insanların kiliselerde latince vaazlar dinlemek yerine kendi dillerinde ibadet etmeye başlayıp yan kilisedekilerden farklı olduklarını anladıklarını, böylece ayrışmanın ve gruplaşmanın başladıgını söyler.
    ona göre teknoloji zihinsel güçlerimizin uzantısıdır.