hesabın var mı? giriş yap

  • plazada çalışırken benim de böyle dertlerim vardı. ayda bir değil, ayda en az iki üç kez cicişlerden biri yaklaşıp "falanın doğumgünü ehehe" derdi, ben de para verirdim. para vermemin tek amacı da doğumgünü dolayısıyla oluşan kaos ortamından faydalanıp dışarı kaçmaktı. eski iş arkadaşlarım beni pek sevmezdi, allahı var ben de onları sevmiyordum, bazen iş yerinde insanlarla konuşmamak için köpekbalığı maskesi takıyordum ve bunun ölçüsüz avlanma protestosu olduğunu söylüyordum(insanlardan uzak durmak için yaptığım buluşlara inanamazsınız). hatta bir tanesi bana aşırı derecede uyuz olduğu halde alter egom olan isolde'yi çok seviyor ve yıllardır yazılarını paylaşıp övgüler yağdırıyor asdfdsas. neyse, sonra baktım ki bunlar benim doğumgünümü hiç kutlamıyorlar, pasta masta almıyorlar, ben de "ayşesu'nun doğumgünü için para topluyoruz :))" diyen tiplere 25 kuruş ya da 50 kuruş vermeye başladım. nötr olduğum kişiler içinse 1 tl veriyordum, ve inanın bunu yaparken çok eğleniyordum. şrfszler bi kez arkadaşımın doğumgünümde ofise gönderdiği pastamı daha ben yokken kesip yemeye başlamışlardı bile. mesela çok taş bir kız işe başlamıştı, tüm kan çükünde toplandığı için nasıl üniversite bitirip çalıştığına hayret ettiğim bir tip de bu kız işe başlayalı henüz 2 gün 3 saat olmasına rağmen canhıraş bir çabayla herkesten para toplayıp, üstüne de kendisi para koyup kıza 2 farklı pasta ve hediye almıştı. 2 ay sonra kızı maille taciz ettiği için işten kovuldu. böyle sikimsonik ortamlarda çalışıp her ay 50 tl doğumgünü parası toplama masrafına katlanan herkese sabır diliyorum.

  • 2017 yılında bir adım fazla ve ileri attığı için 2019 play-off'larında çakılmış olan efsane takım.

    gm danny ainge'in nakış gibi işlediği "gerçek process"i hepimiz yıllar içinde gördük ve takdir ettik. bununla beraber boston'ın 2019 play-offlarında "iflas" etmesi biraz geçmişe ve hesaplanma şansı olmamış bazı kararların geç sonuçlanmasına bağlı. buradan da bu entry de geleceğe dair ne yapabileceklerine dair şahsi fikrimi sallayacağım.

    yapılanma:

    çok da geri dönmeyeceğim ancak 2017 yazı herşeyin düğümlendiği ve aslında sonuçlandığı dönem. boston'un bugünlere gelmesi ve aşırı büyümeden zehirlenerek çöküşü buradan itibaren başlamakta.

    free agent pazarından alınan gordon hayward, boston için modern basketbola dair inanılmaz bir kapının açılışı anlamına geliyordu. bir batı all-star'ını en iyi oynadığı sezonun ardından büyük bir kontratla kapmışlardı. all around bir isimdi ve topu o dağıtacak, takımda fizik ortalamada üste çıkmayı sağlayacak, oyun zekasını arttırması bir yana, sorun da çözecekti. 3 numarada hayward bu derece önemli bir oyun rolünde olacakken gereğinden fazla kullanılan isaiah thomas (bkz: king in the forth) daha az efor ortaya koyacaktı. daha verimli olacaktı böylece. aynı yaz jason tatum draft edildi. uğruna son yılların en büyük potansiyellerinden birisi olan markelle fultz'la kendisinin draft hakkı takas edilmişti. kendisi 2 ve 3 numaraların hücum ve savunmasında umut vadediyordu. ancak gelişimi hızlı olmayacak, biraz daha "cruise control" bir süreç geçirecekti çünkü takımda hiyerarşideki yeri, potansiyelinin tam ölçümmemiş/sınanmamış olması onu esas isimlerden birisi yapmayacaktı.

    bu esnada çok önemli 2 olay sırayla oldu ve 3 önemli sonucu oldu.

    olay 1- kyrie irving (haklı bir sebeple) takas edilerek thomas yollandı. bu fırsatınız varsa kullanırsınız ve ainge de kullandı. müthiş bir hamleydi. hiç kimse ama hiiiç kimse bu takası -thomas'ın yaşadığı ahlaki istismar haricinde- eleştiremezdi ve eleştirmedi de. nba finalleri 7. maçında yüzük getiren üçlüğü atabilecek muhteşem bir yetenek, bir clutch time harikası, all-star bir isim 24 yaşındayken boston'a geliyordu. anında bu fırsat değerlendirildi.

    olay 2- gordon hayward ligin ilk maçında, ilk çeyrek bitmeden sezonu komple kapattı. ötesi yok, korkunç bir sakatlıktı.

    ve bu dramatik 2 olay 4 sonuç yarattı

    1- top trafiği tamamen kyrie irving'in kontrolüne döndü. zaten öyle olması beklenen bir şeydi ancak boston bu noktada modern basketbolda olması gereken etkin ve hızlı top dağılımı trenini farkında olmadan kaçırdı.

    2- jason tatum bir all-star oyunu oynayarak takıma beklenmedik ve çok değerli bir katkı sundu. bu durum play-off'larda özellikle kendisini gösterdi çünkü kyrie irving de bir ameliyat geçirince kendisinin kişisel gelişimi bir anda tamamlanmayı da geçti ve başka bir seviyenin efsane adayı olarak ortaya çıktı.

    3- takım, 2018-2019 sezonu başladığında gereğinden fazla sulanan bir saksı bitkisi gibi aşırı beslemeden zehirlenmeye başladı. artık önemli bir isim olan tatum'un kullanması gereken şutlar ve setler vardı. hayward geri döndürülmeliydi, onun oynaması gereken oyunlar ve setler vardı, aynı zamanda brown, horford gibi isimleri -özellikle horford'ı beslemesi gereken- setler ve hücumlar vardı. bunun da üstünde kyrie irving'in oynayacağı oyunlar ve setler vardı. tüm bunlara ek olarak kalitesini ıspat etmiş terry rozier gibi isimlerin de alacağı süreler, oynayacağı oyunlar ve setler vardı. tüm bunları düzgün yönlendirmek imkansızdı. dolayısıyla da aşırı beslemeden dolayı içten zehirlenmeler başladı.

    4- gordon hayward bir kambur haline dönüştü. büyük sakatlığının etkilerini atamadı ve oyuna kanalize olması çabalandıkça o takımı verimsizleştirmeye başladı. bu durum özellikle jason tatum, jaylen brown ikilisini olumsuz etkilemeye başladı ki kendileri aynı zamanda kyrie irving aşırı topu domine etme durumundan da etkileniyorlardı. çift kanallı olumsuz beslenme onları bitirdi.

    herşeye ek olarak ortaya çıkan sorun ise:

    sorun 5 - kyrie irving'in takımı parçalaması. any given sunday'i izleyenler bilir. takıma katılan willie beamen çok yeteneklidir, yeni nesli ve geleceği temsil ediyordur, bununla beraber yaptığı "liderlik" takımı parçalamaya başlar. işte irving resmen onun gibi diğer isimleri aslında küçülterek ve aşağılayarak, onları takımdan kopararak kadronun takım olma bilincini ve ruhunu yok etti. pek çok isim "basketbol oynamaktan zevk almıyoruz" dedi ve irving'in olmadığı maçlarda takım çok daha paylaşımcı bir oyun oynadı.

    sezon bir şekilde bitti ve boston son 2 sezonunda çok başarılı bulunan, doğu finallerine kadar gelen ve doğru basketbol oynayan harika bir ekipten şımarık, çabuk dağılan ve şu anda da komple dağılmanın eşiğine gelen bir takıma döndü.

    buradan sonra ne yapılması gerekiyor ?

    valla açıkçası buradan sonra takımda rotasyonun 1-2 kişi küçülmesi şart. kyrie, tatum, hayward, brown, horford, smart, rozier, morris gibi isimlerden bir kaç tanesinin "anlamlı bir plana bağlı kalarak" gönderilmesi gerekiyor. burada olağan şüpheliler irving ve rozier ancak asıl gönderilmesi isim şişkin kontratı ve verimsizliğiyle gordon hayward. onu gönderebilmek için de sağlıklı bazı parçalarından kurtulman gerekiyor ki burada işte boston parçalanma eşiğine geliyor. tahtaya isimleri ve senaryoları yazan ainge'in mutlaka düşündüğü 2 3 temel nokta vardır:

    1- kyrie irving ile yapılanma yapmalı mıyız?

    2- anthony davis takasını nasıl yapabiliriz?

    3- kyrie'yi göndererek daha iyi olmayı nasıl başarabiliriz?

    sırayla gidecek olursak irving gibi bir ismi feda edecekler gibi ama onu göndermek hakikaten çok zor bir karar. nba'in en önemli 10 isminden birisine "hadi sana bay baaay" demek sadece sizi zayıflatmadığı gibi gideceği potansiyel yeri de güçlendirip sizi zor duruma da sokuyor. irving 5 yıl sonrası için yeşilleri giyerse bir kere mutlaka davis takasını zorlamak zorundalar çünkü kadroda rol tanımları, şut ve set sayıları azaltılmış, daha kompakt bir kadroya ihtiyaçları var. olası davis takası kendilerinden brown ve tatum'ı alır bence ama davis için değer. irving planı davis siz işleyecekse de mutlaka rotasyondan brown-smart-tatum-hayward dörtlüsünden fedakarlık yapmak zorundalar. en az biri belki de ikisi rollerin daha iyi dağıldığı bir takım için gitmek zorunda. iki maddeyi birden topladım aslında. geleyim süper uçacağım 3. maddeye:

    kyrie'yi göndererek rekabetçi kalabilmek mümkün ama bu rozier'la olmaz çünkü modern oyunda 1 numara pozisyonu size yeri geldiğinde o gün 40 sayı atabilecek bir potansiyeli şampiyonluk için şart koşuyor. işte burada size çakma kyrie geliyor: kemba !!! evet çok salakça ve onun kyrie'nin olduğu kadar clutch olduğunu iddia da edemem ama elinizde irving varken sizi bırakıyorsa free agent pazarından alabileceğiniz 2. bir all-star isim var mı? dahası kemba walker takımın toplam yetenek tavanını biraz daha -ama çok az daha- aşağıya çekerken daha az dominant bir karakter sunuyor. daha az sorunlu bir karakter: boston'a gelip "buraların ağası benim biat edin" diye artislik yapmak yerine oturmuş bir takıma "merhaba beyler ben geldim" diyip karşılıklı saygıyı pekiştirmeyi daha mümkün kılacak bir kişilik. toplam yetenek seviyesi 105/100 olan bir takımın zehirlenip çökerek 75 seviyesine inmesiyle 98/100 olması ama daha verimli olması bence daha iyi bir plan. unutuyoruz ama davis takası da hala masada. seneye davis gibi prime bir ismin 36 yaşında bir efsane all-star'ın gönlü olsun diye free agent olduğunda başarılı bir takımı bırakması bana hiç ihtimal dahilinde gelmiyor.

    boston'ın ne yapacağına cesurca karar vermesi lazım bence. bir planı sadakatle uyguladıklarında o plandan verim elde edecek potansiyele sahipler. danny ainge eminim ki elendikleri gecenin ertesinde bir tahtaya ihtimalleri yazıp detaylı bir planı yine maharetle yürütmeye koyacaktır. yaptıkları yapacaklarının teminatı olan bir gm'le bence boston parçalanmadan bu süreçten çıkacaktır.

  • demem o ki, 107 yıllık şanlı kung fu hocalığımda rastladığım en kızgın vites değişikliği üniversite yıllarıma dayanır. bilenler bilir, bilmeyenler bilmezler; yurtlar bölgesinden binilen dolmuşun, çıkış kapısına varmasına kadar kampus içerisinde bir miktar yol alınır. işbu güzergahın süresi, dolmuş şoförünün o anki halet-i ruhiyesine göre değişir. hiç unutmam, aydınlık bir cumartesi akşamüzeriydi, henüz kahverengi kuşaktım ve ağır bir kung fu çalışmasını yeni bitirmiştim. maksadım kuğuları beslemek üzere tunalı'ya gitmekti. tabi serde gençlik ve kung fu'ya açlık da var olduğundan, biraz da 'yüzen kuğu tekniği' çalışırım diye dolmuşa bindim. hatıralarım beni yanıltmıyorsa, en arka koltuk sağdan ikinci sırada oturan civan mert bendim. araç hareket ettiğinde hepimiz neşe içerisinde dolmuş ücretlerimizi bizatihi takdim ettik. ağır ağır ilerliyorduk çamlar ve bölümler arasından. kısacası mes'uttuk. şoför, o yüzyıldaki her dolmuş şoförünün yaptığı gibi alışılagelmiş sorusunu sordu: "parasını veremeyen, parasının üzerini alamayan var mı?" bizler helal süt emmiş insanoğulları ve kızları olduğumuz için "aa bidakka hocam, ben paramın üzerini almadım" demedik. sergüzeşt yolculuğumuza devam ettik. derken, alışılagelmemiş bir şey oldu ve kaptanımız para alışverişini ilgilendiren sorusunu tekrar etti. garip bir titreşim yayıldı dolmuşun içinde. ense kökümüz ilk kez karıncalandı. galiba bunun nedeni biraz da şoförün sorusuna kattığı belli belirsiz sertlikti. bizler, yani kemal yekun 13 kişi kendi hallerimize rücu etmek üzereydik ki, aynı soru bu kez daha şiddetli bir tazyikle dayandı kulak kepçelerimize. susuştuk. “parasını veremeyen 2 kişi” lafzı şoförün ağzından patlak verince ise, ense kökümüzdeki tuhaf karıncalanma kuyruk sokumumuza doğru ilerlemeye başlamıştı bile. ince bir telaş kapladı hepimizi. dolmuşun kubbesini bu telaşla yapılan mırıldanmalar dolduruyordu artık. birbirimize bakıyorduk. bila ücret hareket eden o iki kişiyi tespit ve tenkide çalışıyorduk. ama nafile. galiba hepimizde güzel poker yüzleri vardı. “parasını iki kişi vermedi, versin” gürlemesi üzerine, orta sıralarda oturan volkmen kulaklığı takmış saf bir arkadaşımız “ha?.. ne… ne oluyor?” diyerek ayağa sıçradı. yediği naneyi anlamışçasına özür dileyerek parayı uzattı. ona kızsa mıydık, teşekkür mü etseydik bilemedik. çok karmaşık duygular besliyorduk hançeremizde. ama yarı yarıya da rahatlamıştık. geriye kalmıştı bir. artık onun peşindeydik. herkes birbirinin kulaklarına bakıyordu. başka volkmenli yoktu. takriben birkaç dakikalık kampus içi seferi adeta birkaç asırlık kabusa dönüşüyordu. öyle ki, ücreti peşinen takdim ettiğim halde o bir kişi yerine tekrar dolmuş parası vermeyi bile düşünmeye başlamıştım. lakin kefenin cebi olmadığı gibi kung fu elbisesinin de cebi yoktu. kuşağı vardı. üstelik iki tam dolmuş parası almıştım yanıma ve o dönüş parası da çorabımda mukimdi. vazgeçtim. ancak bu arada, ben böyle düşünürken de, şoförle dikiz aynasında göz göze geldiğimizi fark ettim. aslında herkes o aynaya bakıyormuştu. sadece gözler vardı kadrajda. adeta carl leone-sam peckinpah karışımı bir vahşi batı düello sahnesinin tam ortasında idik. sahneler, bir çift gözden başka bir çift göze kayıyordu sürekli. “parasını vermeyen o bir kişiiiiiii, parahısını versiiinnnnhhh” infilakıyla birlikte bel hizasındaki vitese hamle yapan şoför vitesi öyle bir kızgınlıkla değiştirdi ki, o koca demir yığını, adeta asfaltla hemhal olup meşke gelmişçesine sarsıldı. tanrım o ne sarsılıştı. tabi bilemiyorum, taklit yapmış da olabilir ama, tüm organlarımız ayrı sarsıldı. kampus çıkışa iyice yaklaşmıştık ve bazılarımız camlarda mevzi alıp çıkış kapısındaki görevlilere “kurtarın bizi bu manyaktan” diye bağırmak üzere kendilerini hazırlıyorlardı. ben kung fu’nun bana verdiği yetkiye dayanarak serin kanlıydım. (nefesimizi tutabildiğimiz, çivilere yatabildiğimiz gibi, kalp kapakçıklarımızı 3’e, 2’ye hatta 1’e indirebiliyorduk.) derken çok sert şekilde vites küçültüldü. durma noktasına geldik ve durduk. şoför el frenini çekti. şahadet getirenler vardı aramızda. önce, şoförün kendi kapısından çıkıp bizim dolmuşa giriş yaptığımız fıslayan kapıdan gireceğini ve allah ne verdiyse sunacağını düşündüm. ama sonra bu düşüncenin çok safdillilik içerdiğine kanaat getirerek, şoförün kısa yoldan, vites üzerinden atlayıp torpido gözündeki levye ile harikalar yaratacağı sonucuna vardım. mamafih ikisi de olmadı. o, baş seviyesindeki dev aynasından bizlere bakarak “parasını vermeyen o bir kişi var ya…” girizgahını beyan etti. arkasından gelecek sinkaflı kelimeler hepimizi ürpertiyordu. her ne kadar kısa bir es verilmiş olsa da cümle başlangıcına, zaman çok ağır ilerledi. sert bir esinti dolmuşun topraklı zemininde bir iki çalıyı önümüzden sürükledi. dolmuşun kepenkleri çarptı. bir anne çocuğunu eve soktu. kimileri gözlerini kapadı, kulaklarını yumdu. ben, elim abanoz saplı mınçıkamda, hasmımı bekliyordum. derken, cümlenin sonu geldi: “parasını vermeyen o bir kişi var ya…. işşallah sınıfta kalır!”
    kim sınıfta kaldı bilemedik hiç. ben kuğuları besledim. ve o sene çok ‘kızgın vites’ yaptı.

  • ampül ve hırsızlık çok moda. bu trende yabancı kalmayan bir kiracıdır.
    kim bilir belki havaya atıp zevkle yere düşüşünü seyretmiştir ampülün.

    yanında da bir cigara.

    (yazarken farkettim, ampül; ne iğrenç bir kelime. başka bir şey bulamadınız mı?)

  • prajina; cinsiyet: erkek; yaş: 31; il: istanbul
    konuşmaya 5, ilkokula 8 yaşında başladım. okumayı 10 yaşında söktüm. orta 1'de sınıfta kaldım. lise 2'ye kadar her zaman sınıfın en tembeli, en sorunlu öğrencisi oldum. ancak lise 2 ve lise 3'te takdir aldım. gece gündüz çalıştım. öys'de 56'cı olup boğaziçi üniversitesi'ne girdim. mezun olduktan sonra yüksek lisans için abd'ye burslu gittim. yl bitince tekrar bü'ye döndüm. doktoramı bitirmek üzereyim. lise 2'de ne mi oldu? şu anda karım olan sınıfın en çalışkan kızına aşık oldum. kendimi ona ispatlamam gerekiyordu.

    meali: karım biraz daha güzel olsa şimdi nasa'daydım.

  • adamlar istanbul liginde 6-7 takimin kendi arasinda oynadigi maclar iicin yildiz istiyorlar. birinin bu mallara ulusal ligler kurulmadan once turkiyenin her yerinde mahalli liglerin bulundugunu, farkli bolgelerin kendi aralarinda sampiyon cikardiklarini anlatmasi gerek. bu durumda mersin idman yurdunun mersin sampiyonluklari icin 30. yildizi falan takmasi gerekiyor.
    ama soz konusu en buyuk eglence ise, bu senede fenerbahce111!!!

  • "evli erkek abazanligi der susarım" dedikten sonra 2 cilt kendini öven suserları görmemize neden olan durum.

  • sağlam yamuk yapmıştır, tanımadan&tanışmadan gönül koyduğum yazarlar kervanına katıldı..

    14 aralık ekşi sözlük kemal kılıçdaroğlu buluşması için kendisine katılmak istediğimi belirten bir mesaj attım. 1-2 gün sonra dönüş yaptı ve beni listeye aldığını söyledi. çok mutlu oldum. uzun zamandır istediğim bir görüşme olacaktı. kılıçdaroğlu'na yöneltilecek sorularımı hazırlamaya başladım. sonra benden iletişim bilgilerimi istedi, gönderdim. günü biliyordum ama saati sordum. cumartesi günü de çalışan bir kapitalizm kölesiyim. özellikle yılın bu zamanları çok daha yoğun oluyoruz. saati de söyledi ve o saat için yöneticimle görüşüp izin aldım. yaklaşık 3 saat izin aldım ve o 3 saate gelen müşteri randevularımı arayıp tek tek erteledim özür dileyerek.

    neyse sonra kendisi 20 kişilik listeyi açıkladı, heyecanla adımı aradım ama bulamadım. listeyi açıklamasından 120 saniye sonra mesaj attım kendisine, o derece bekliyorum çünkü. unutmadım seni, sen de varsın, geliyorsun dedi. ben de çok absürd birşey sormadım, acaba dedim yedek listeye mi attın beni. yok bildiğin varmışım ekipte ama ne hikmetse ismim yazılmadı. editlesin diye bekledim editlemedi. iletişim bilgilerimi vermiştim, buluşma yeri ve saatini bekledim haber gelmedi.

    şu an galiba görüşme yapılıyor ve ben işyerinde çalışıyorum. galiba beni yedek listeye koyduğunu [eğer böyle bir liste varsa] dahi söyleyebilecek kadar bile kıymet vermiyor karşısındakine, diyalog kurduğu yazara. çok daha farklı şeyler yazabilirdim ama yazmıyorum, sağlık olsun. bu vesileyle tanımış oldum kendisini. belki de makul bir mazereti vardır, kim bilir..