hesabın var mı? giriş yap

  • yabancı külliyatta sea peoples olarak geçen, bilinen antik dünya'nın tunç çağı (bronz çağı) döneminin ve sisteminin milattan önce 13. asırdan yavaştan başlayıp 12. asırda kati sonuçlara erişen bir dizi istila neticesinde toptan çöküşünün ana nedeni olan kavimler grubu/konfederasyonu. bu terim batılı mısırologlar tarafından yakıştırılmış ve yaygınlaştırılmış bir deyimdir. yazılı metinlerde böyle bir terimleme yoktur. ancak, denizden gelen işgalcilerin tasviri vardır.

    homeros'un ilyada ve odysseia eserleri de çağ itibariyle mitolojik unsurlar ekleyerek bu deniz kavimlerinin cirit attığı dönemi yansıtır. truva'nın yıkımı hadisesinin, oradaki ittifak halinde geçen savaşarın ve odysseia'da anlatılan seferlerin (bir mısır bahsi geçer orada da) bu deniz kavimleri savaşlarının parçası olduğu teorileri vardır. özellikle odysseia'da çeşitli yörelere (mısır, girit vs.) çeşitli saldırıların anlatımları bulunur. mitolojik anlatıma tam anlamıyla itibar etmek mümkün olmasa da, homeros'un birkaç asır ileriden o dönemi duyum üzerinden yazıya döküp anlatmış olması gibi bir vaziyet mevcuttur.

    velhasıl, bu kavimler, iklim mecburiyetlerinden kaynaklı bir tür yağma konfederasyonu kurarak, bilinen antik dünya'da bilinen ne kadar medeniyet, yönetim, monarşi vs. var ise asur, fenike ve mısır istisnalarıyla bir bütün halinde yok etmiş, ortadan kaldırmıştır. taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmamış, geriye kalan yanmış, yağmalanmış ve yıkılmış, asırlar sonra kazılıp ortaya çıkarılacak şehir kalıntıları olmuştur.

    ki, bu yok olanlar arasında hititler gibi dönemin büyük güçleri de vardır. muhtemelen bu istila ve yıkım o denli hızlı olmuştur ki, hititler gibi yazılı kültür sahibi medeniyetler dahi arkalarında bu olanlara dair hiçbir yazılı metin dahi bırakma fırsatları olmaksızın, adeta tarihten sırra kadem basmışlardır. asurlar kendi ana bölgelerine (kuzey ırak) kadar çekilmişler ve bu surette total yıkımdan kurtulmuşlardır. mısır savaşmış ve zar zor ayakta kalmıştır. doğrudan doğruya hedef bölgelerin civarında kalan fenikeliler'in ne şekilde kurtulduğu bugün dahi anlaşılmamıştır. miken (mycenaean) medeniyetinin savaşçı kralları bir bir yok olmuştur. ugarit, alalah, karkamış, kıbrıs (alasiya), arzawa (ortabatı anadolu'ya tekabül eder günümüzde) da diğer kurbanlar arasındadır (girit'te minoa medeniyetinin sonunun kesin nedeni netlikle bilinmemekle beraber, deniz kavimlerine yakın bir dönemde benzer bir istila ile sonlandığına dair emareler bunun da deniz kavimleri işi olduğuna delalet olabilir). mısır ve asur ise tamamen yok olmasalar da, ciddi ölçüde zayıflamışlardır (ki mısır'ın yeni krallığı 100 sene sonra ortadan kalkacaktır). sadece doğrudan hedefler değil, dolaylı olarak başka medeniyetler de deniz kavmi istilalarının dolaylı sonuçlarına kurban gitmiştir; gücünü akdeniz havzasıyla ticaretten alan (afganistan'dan gelen kalay madeni babil üzerinden akdeniz havzasına dağılırdı) koca babil, çevresinin yok olması ile gücünü kaybetmiş ve 12. asırda o da elamlar'ca yakılıp yenik düşmüştür. dönemin güçleri genelde birbirleriyle diplomatik ilişkilere sahip, pek çoğu artlarında yazılı bir kültür ve ciddi arkeolojik mimari bırakmış medeniyetlerdir.

    demirden kılıç ve kargılarıyla gelişkin gemilerinden inen onbinlerce savaşçı, bronz mızraklı ve at arabalı (chariot) savaşçılara sahip medeniyetleri tek tek indirmiştir (bu bağlamdadır bronz/tunç çağının bitip "demir çağı"nın başlangıcı). silahları da gemileri de üstündür; demir kılıçları bilinen dünyanın tunç mızraklarına göre üstün bir silahtır. akdeniz'de uzun yolculuklar yapabilecek seviyede hıza, manevraya ve dayanıklılığa sahip bir gemi teknolojisine (galley - kadırga tipi kürekli gemiler) sahiptir bir de bu kavimler..

    hareketlerinin nedeni olarak belirtilen unsur ise genellikle kuraklıktır..tüm akdeniz havzasında dönem itibariyle açlığın ve kuraklığın izleri sürülür. bu kavimleri harekete geçiren unsurun da, bölgede yaşanan o vakte dek eşi benzeri görülmemiş kuraklık ve dolayısıyla oluşan açlık (su olmadan tarım da olmuyor zira) neticesinde yaşanan kendini doyurma ve kurtarma arayışı (ve bu nedenle de harekete geçmeleri) olduğu düşünülür.

    deniz kavimleri haklarındaki ve hikayeleri ile ilgili asli yazılı bilgiler mısır yazıtlarından elde edilmiştir. bilhassa da medinet habu yazıtları epey bir detay verir. ama bu detaylar tam olarak bu kavimlerin kimliği ve orijinleri konusundaki gizem tabakasını tam olarak ortadan kaldırmaz. hatta "deniz" ve "ada" bağlantıları bu kavimlerin tamamı değil, bir kısmı için kullanılır ana temel teşkil eden mısır yazıtlarında. ancak istilacı kavimlerin tamamı genelde bu "deniz kavimleri" çatı isminde torba halinde toplanır.

    mısır yazıtları genelde kendi medeniyeti üzerine yapılan atakları, kendi üzerlerine olan etkileriyle inceler. diğer medeniyetlerin yaşadıklarını detaylı anlatmaz. ancak diğer medeniyetlerin yaşadıkları yok oluşu dört bir yandaki arkeolojik kalıntılar gösterir. örneğin hitit başkenti, bugünkü çorum sınırlarındaki hattuşaş kenti, suriye'de ugarit, günümüz yunanistan'ındaki eski miken şehirleri, bir ihtimal truva en önemli yaşayan arkeolojik kanıtlarından birkaçıdır bütün bu yıkıntının..

    bir diğer kaynak da ugarit mektuplarıdır. günümüz suriye sınırlarında yer alan ugarit medeniyetinden elde edilen yanmış, bir kısmı daha fırınlarının içinde tespit edilmiş ve hiçbiri muhtemelen muhataplarına/hedefine hiç ulaşmamış çivi yazısından kil mektuplardır deniz kavimlerinin tehlikesini ve istilasını anlatan metinler. ugarit ordusu ve donanması dışarıda seferdeyken aniden gelen kalabalık ve korkunç bir istila ve bu istilanın karşısındaki yardım çığlıklarını tasvir eder bu mektuplar.

    tarihi ve arkeolojik verilerden bu istilaların doruk noktasının mö 1180-1170 civarına tekabül ettiği düşünülür.

    bu kavimlerin yakıştırıldığı karşılıklar vardır; ancak bir çoğu kesinlik arz etmez. bu teorilerin bir bölümü, etimolojik yakınlıklar üzerinden yapılır (aşağıda anlatacağım, sakin)..bir de bu kavimlerin başka metinlerde de yer yer geçtiği görülür. örneğin bu kavimlerin bazılarının mensuplarının paralı asker olarak kadeş savaşı'nda yer aldıklarına yönelik kitabeler bulunur (kadeş yazıtları). ancak belki 2 tanesi hariç tutularak, hiçbirinin tam kökenleri hakkında kesin bir bulgu yoktur. hatta müteakip olarak işgale uğrayan bölgelerde ortaya çıkan diğer kavimler (örn. frigler) ile bile bağlantılandırılmalı veri kısıtlılığı nedeniyle pek mümkün değildir. etimolojik çıkarımların bir bölümü, mısır'ın hiyeroglif alfabesine latin alfabe sistematiğine çevirmekteki ikilemler nedeniyle iyice güvensiz hale gelir.

    deniz kavimlerini oluşturduğu bilinen kavimler:

    denyen -- mısır kitabelerinde (medinet habu'da da, harris papirüsünde de) bu kavmin bir ada halkı olduğu yönünde ifadeler mevcuttur. nerden geldikleri konusunun tam net olmaması bir yana, kim olduklarına dair teoremler de doğrudan doğruya isim benzerlikleri üzerinden yapılır. israiloğulları'nın dan kavmi, güney italya bölgesi kavmi daunlar, danaoi (akalar), günümüz yunanistan'ını vaktinde işgal eden dorlar gibi hipotezler hep "denyen" ismine benzerlik üzerinden çıkmadır.

    ekwesh - yine antik yunan akalar'ın diyarı için hititçe tabir olan ahhiyawa üzerinden kurulan isim benzerliğinden akalar'ı imlediği savları vardır. ancak kim olduğu en belirsiz gruplardandır. mısır yazıtları bunların libya üzerinden yapılan saldırılarda libya ordusunda paralı asker olarak yer aldıklarından tut da bunların sünnetli olduğunu dahi yazmıştır da tam nereden kökenlendiklerini yazmamıştır.

    lukka - antik dünya'da yaygın olarak bu şekilde isimlendirilmelerinden yola çıkılarak (hititler de bu şekilde isimlendiriyor), bu kavmin likyalılar'ı temsil ettiğine yönelik az muhalefet gören bir görüş birliği var. ikinci ramses'in kadeş yazıtlarında da lukka kavmi, hitit safında savaşanlar arasında geçiyor. muhtemelen de doğru bu hipotez..

    peleset - bölgeye isimlerini de veren, deniz kavimleri istilası neticesinde bölgeye yerleşen antik "filistinliler" (philistines) kavmi olduğu konusunda neredeyse bir ittifak mevcuttur.

    shekelesh - etimolojiden yola çıkarak, sicilyalılar olduğu teorize edilir. mısır yazıtlarında bu deniz kavimleri detayının yanında libyalılar (meshwesh) ile birlikte mısır'a merneptah dönemi saldırdıkları da anlatılır. mısır anıtlarında yuvarlak kalkanlı mızraklı askerler olarak göğüslerinde madalyonlar, kafalarında başlıklar ile tasvir edilirler. ugarit mektuplarında da isimleri geçer; denizlerde çok rahatlıkla hareket ettikleri anlatılır.

    sherden - kuvvetle muhtemel sardinyalılar (başlığında ayrıca yazmıştım, oraya bakınız --- (bkz: sherden/@turcopolis))

    teresh - tirenliler veya truvalılar olduğu hipotezleri vardır. bu da etimoloji bazlıdır. ancak başka da bir bilgi yoktur haklarında..

    tjeker - bunların kökenleri de varsayımsaldır. medinet habu'da istilacı kavimler arasında geçmesinin yanında, wenamun namlı gezginin mısır'da papirüslerde keşfedilen ve bugün puşkin müzesi'nde sergilenen hikaye yazımında geçer (bu "seyahatname"nin fiction olduğuna inanılmaktadır artık günümüzde). wenamun'un hikayesinde, kenan'daki dor limanının (israil'de hayfa civarı antik bir yerleşim) beder unvanlı bir tjeker prensince yönetildiği belirtilir. ancak bu muhtemelen, tjeker'li arkadaşların büyük deniz kavmi istilasından sonra bölgeye yerleştiğine emaredir, zira wenamun'un hikayesi, medinet habu'ya göre daha geç bir döneme aittir.

    weshesh - belki de hakkında en az bilgi olan kavim. sırf fonoloji ve etimoloji benzerliklerinden bazı hipotezler vardır haklarında - akalar'ın parçası olduğu, antik karya'nın wassos kentinin (bugünkü güllük bölgesi) halkı olduğuna, güney italya'da oscia bölgesinden geldikleri gibi - hiçbiri de net bir belirtme imlemez.

  • dün akşam letonya riga'da bir kadın, "siz istanbul'da kedilere mi tapıyorsunuz" diye sordu.

    şaka yapıyor sandım ama o kadar çok kedi görmüş ve herkes mama verip sevdiği için hindistan'daki inek mevzusu gibi bir şey sanmış.

    ben buna hala gülüyorum.

  • --- spoiler ---
    açık açık söylediler dizinin konusunu. beğenirsin beğenmezsin ayrı ama durum belli. verildi cevaplar.

    dizinin konusu ve adanın olayı belli; ab-ı hayat.

    ada; ab-ı hayat'ın saklandığı yer.

    tarih boyunca bir çok kişi tarafından aranılan ab-ı hayat, adanın içinde yer alıyor. ab-ı hayat'ın özelliği insanlara sonsuz bir yaşam ve gençlik vermesidir. bu durumda önce jacob'ın sonra richard'ın içtiğini gördüğümüz şaraba benzeyen koyu renkli o sıvı, ab-ı hayat.

    jacob'ın elinde sınırlı miktarda bulunan sıvının kaynağı muhtemelen ışığın merkezindeki yer. kadını ışığa bakarak şöyle söyledi; bütün insanlar bu ışığın peşinde oysa hepsinin içinde biraz var ama kimseye yetmiyor, yaşam ve ölüm orada. bütün insanlık yüzyıllardı ölümsüzlüğün, sonsuz hayatın peşinde ve aslında gerçekten hepimizde biraz olan tek şey bu; hayat. var ama yetmiyor, fazlasını istiyor insanoğlu. bu ab-ı hayatın kaynağı bulunursa bulan insanlar insanlığı bitirir. pek çok inanç sisteminde inanılan şudur; tanrı, yaşam kaynağı, ışık demeti, evren artık hangisini seçerseniz; büyük güç, enerji, ışık, yaşam herkesin, her canlının içinde vardır.

    bizim hikayemizde bu ab-ı hayat bir adanın içine saklanmış duruyor. gelip geçen bulamasın, hiçbir insan sahip olamasın diye. fakat engellenmek istense de bir şekilde insanların yolu oraya düşüyor. bazen bir gemi kazası bazen bir uçak kazası. teknoloji değiştikçe geliş yolları değişiyor. işte bu insanlar adaya geldiği zaman ab-ı hayatı ele geçiremesinler diye bir bekçiye ihtiyaç duyuluyor.

    bu bekçide aranılan şartlar; tercihen adada doğmuş olması, ab-ı hayat içmiş olması, özünde iyi bir insan olması.

    jacob'ın ve isimsiz evladın annelerini öldüren kadın da aslında bir emanetçiden fazlası değil, öldüğü zaman teşekkür ediyor çünkü artık bu döngünün dışına çıkmış yerine vekil atamış durumda. ada artık o'nun ölmesine izin veriyor ve tıpkı richard gibi o da ölmeyi uzun zamandır istiyor.

    jacob'ın ve desmond'ın ortak bir özelliği var. ikisi de tam sebebini bilmedikleri halde adayı korumak için odaklanıyorlar. desmond 108 dakikada bir deli gibi butona basarken dünyayı kurtardığını düşünüyordu. jacob da, ab-ı hayatı saklarken dünyayı kurtardığını düşünüyor. ikisi de haksız sayılmaz.

    özel ve seçilmiş ölü bedenlerin yerini alan black smoke'un bir özelliği var. bedenine girdiği kişinin bazı hareketlerini ve sözlerini yaşatıyor. locke'un bana ne yapmam gerektiğini söyleme civarında bir lafı vardı ve black smoke, locke'un bedenine girdikten sonra bu sözü kullanmaya devam etti. sahil kenarında oturan ve anası isim vermeden öldüğü için isim açısından piç kalan eleman da, annesinin ve kendisinin sözlerini tekrarlıyor. insanlar gelirler yıkarlar...

    bu ab-ı hayat durumu bize, çok zengin insanların hani sayid'in dünyayı dolaşarak vurduğu insanların ve widmore efendinin aslında neyin peşinde olduğunu anlamamızı da sağlıyor. ilana gibi jacob'a bağlılığı ile bilinen insanlar widmore'un karşısında yer alıyorlar çünkü widmore'un o ışığı gördüğünü ve amacının adayı, jacob'ı kurtarmak değil de black smoke olayına girmeden o sıvının, ışığın kaynağına ulaşmak olduğunu biliyorlar. hatırlayın ilana ekibindekiler minibüste söylemişlerdi yanlış taraftasın diye... öyle değil mi ama bir düşünün tarih boyunca gerçekten çok zengin insanlar, krallar ve widmore gibiler yani elde edebilecekleri her şeyi elde eden insanlar neyin peşinde olurlar? ölümsüzlüğün.

    bu arada tamam jacob'ın yerine biri geçiyor ve o görev devrediliyor da arkadaş harbiden salaksınız ha bu kavuk olayı black smoke geleneğinde yok hala uyanamadınız. dumanın özelliği şu; o ışığı korumakla görevli kimseler ölürse onların bedenlerine yerleşebiliyor. deli teyzenin amacı neydi? adayı koruma görevini piçe vermek, aday o'ydu yani. o ölünce bedenine girebildi black smoke tıpkı, locke gibi bir başka seçilmiş aday ölünce bedenine girebildiği gibi.

    adadaki manyetik alanın özelliği falan filan hep aynı çünkü adanın içinde ab-ı hayat var ve bu enerji kaynağı çok güçlü...

    peki ölüler niye dolanıyor?

    hayatın ve ölümün kaynağı olan yerden bahsediyoruz. bilumum inanışa göre ölen ruh, enerji aslına rücuu eder yanı o kaynağa geri döner. o enerji ise bazılarının öldüğü halde işlerinin bitmediğine inanıyor ve içine almıyor. o kimseler serbest salınıma devam ediyor.

    --- spoiler ---

  • at dalışı ya da atlı dalış olarak bilinen bu gösteriyi daha önce hiç duymadıysanız, yalnız değilsiniz diyebilirim. bu tuhaf ve unutulmuş gösteri, 1800'lerin sonlarından ikinci dünya savaşı'nın sonuna kadar, 60 yıl boyunca amerika birleşik devletleri'nde popüler olarak sergilenen bir gösteriydi.

    bu çılgın fikrini teksas'ta vahşi batıyı gezen ve eğitimli hayvanlarla gösteriler ve atış sergileri düzenleyen doktor lakaplıwilliam frank carver tarafından icat edildi. anlatılan hikayeye göre olay şu şekilde gelişmiştir. 1881'de carver yine gösteriden gösteriye koşarken, kervanıyla nebraska'da platte nehri üzerindeki arızalı bir köprüden geçiyordu. bu sırada atı ya da atlarından biri aşağıdaki sulara düşer, ardından girişimci ruhu oğlum bu olay tutar lan der ve sonda atlı dalış gösterisi ortaya çıkar.

    daha sonra hayvanlarını eğitmeye başlayan carver. geziginci olan bu hayvan gösterilerinde en sevdiği gösteri haline gelir. oğlu al, atların eğitimine ve bakımına yardım ederken, kızı lorena'nın ilk binici olduğu söylenir. müstakbel gelini sonora webster 1923'te gösteriye katıldığında, carver artık işi iyice büyütmüştü ve her biri farklı bir şehirde performans gösteren iki dalış ekibi bulunmaktaydı.

    carver'ın ölümünün ardından, dalış atı şovunu oğlu al carver devraldı. yıllar 1928'i gösterdiğinde dalış atı şovu atlantic city'ye gelir ve önümüzdeki birkaç on yıl boyunca bir çok amerikan filminde de gördüğümüz steel pier'de ünlü bir gösteri haline dönüşür. hatta gösterininwild hearts can't be broken adlı bir filmi bile bulunmaktır.

    bu garip şov amerika'daki hayvan hakları gruplarının baskısı üzerine 1978 yılında yasaklandı. son söz olarak söylenen iddialara göre, gösterinin sürdüğü tüm yıllar boyunca, yüksek dalış atlarının hiçbirinde bildirilen bir yaralanma olayı ya da ölüm olmadı. ancak aynı şey biniciler için söylemek mümkün değildi. ortalama olarak yılda iki yaralanma oluyordu, genellikle kırık bir kemik veya bir çürük. hatta carver'in gelini ve al'ın karısı olan sonora webster carver 1931 yılındaki bir dalış sırasında, atının dengesiz bir şekilde tanka dalması sonucu kendi gözlerini yeterince hızlı kapatamadığı için kör olmuştur. sonora kör olmasına rağmen, on bir yıl daha eyleme devam ettir.

    görsel-1
    görsel-2
    görsel-3
    görsel-4
    video-1
    video-2

    kaynak:123

  • ''futbolcuların saha içinde neler yaşadığını kimse bilmiyor. oraya çıkışımızı, maç içerisinde neler yaşadığımızı, stresi, her şeyi...'' demiş paşam!

    çok yanlış anlamışız biz seni! şu açıklamayı görünce vallahi içim acıdı lan!

    belçika güzeliyle evlen, lamborghini'ye bin, zikin taşağına denk gez, muhabirleri evinden aldır, sahada ve saha dışında her türlü çirkefliği yap, takımına, takım arkadaşlarına ve taraftarına saygı duyma sonra çık 'neler yaşadığımı bilmiyorsunuz' de!

    gerçi suç sende değil! şu karaktersizliğine rağmen sana forma verip arkanda duranda... müptezel seni...

    edit: dünün en beğenilen entry'leri'nden volkan'a sevgilerle...

  • forrest gump'ta forrest ve jenny arasında geçen şu konuşma, (esasında forrest'in son cümlesi)

    forrest: "will you marry me? i'd make a good husband, jenny."
    jenny: "you would, forrest."
    forrest: "but you won't marry me."
    jenny: "you don't want to marry me."
    forrest: "why don't you love me, jenny? i'm not a smart man, but i know what love is."

  • bu yaratığın düşüncesi şuan tam olarak şöyledir

    bana yan bakan herifi iki kere yere vurdum adam hastanelik oldu yoğun bakımda ölümle cebelleşiyor ama devletimiz beni saldı demek ki haklıyım öyle abartıldığı gibi de bişi olmuyormuş karakola gittim geldim bu kadar, namımda yayıldı artık kimse bana yan bakamaz bakarsa hastanelik ederim problem yok bi karakola uğrar çay içer çıkarım.

  • video: yunanlilarin turkleri kitledigi dogfight videosu. (sag ust ko$ede skor tablosu olan)

    tabi haliyle video'nun alti yunanlilar turkler arasinda binbir tane kufurle$meyle dolu. ama bir tanesi var ki:

    "don't forget malazgirt 1071, istanbul 1453, fenerbahce 1907!"

  • bi kaç gün önceki bir bölümünde büyükbabasının anlattığı hikaye ile hitap ettiği yaş aralığının sanılanın aksine oldukça geniş olduğunu kanıtlamıştır, hikayeyi anlatayım da tam olsun:

    ben kendi yolumda yürürken bir gün çok güzel bir kızla karşılaştım, ve ona bundan sonra yola birlikte devam etmeyi teklif ettim ve birlikte yürümeye başladık, yol arkadaşım ve ben hiç bir zaman yolun dümdüz olmayacağını biliyorduk, ve karşılaştığımız çukur ve tümseklerde hep birbirimize destek olduk, bir süre sonra yolumuzda bir kız çocuğu eşlik etti bize, kendi yol arkadaşını bulup onunla yürümeye başlayana dek
    sonra bir gün yol arkadaşım topallamaya başladı, ayakkabısına bir çakıl taşı girmişti, hepimiz onun ayakkabısındaki taşı çıkarmak için çok uğraştık ama bi türlü olmadı taş artık yürümesine engel olunca bir elma ağacının dibinde dinlenmeye başladı ve bana onu orda bırakmamı ve yoluma devam etmemi söyledi, başka seçeneğim olmadığı için onu orda bırakmayı kabul etmek zorunda kaldım ve yoluma benim de ayağıma bir taş girinceye kadar devam ediyorum, yol arkadaşımın yokluğunu ve desteğini o kadar çok hissediyorumki, keşke birlikte yürüdüğümüz zamanlarda ona varlığının önemini anlatsaydım diyorum

    sekiz yaşında ve aşıksanız hayat ne kadar güzel di mi?