hesabın var mı? giriş yap

  • beni beğeneni ben beğenmiyorum, benim beğendiğim beni beğenmiyor. işin kötüsü bu sözler ismail yk şarkısında geçiyor ve sonuna kadar katılıyorum.

    yoksa ben zurna mıyım he?

  • sırayla vermek gerekirse
    1-renault fluence
    2-hyundai accent
    3-fiat linea
    4-sedan palio
    5-ford connect
    kuş serisi çok çok sonradan geliyor.

    genelleme yapmıyorum, sahibi olanlar da alınmasın ama fluence konusuna özellikle değinmek istiyorum. şu ana kadar başıma 2 kaza geldi, ikisinde de fluence vardı ve yüzde yüz onlar suçluydu. işin ilginç yanı araçların ikisinin de gerçek sahibi o sürücüler değildi. biri araç kiralamış öteki devletinmiş. bence sıkıntı da burdan geliyor. fluencelerin çogu filo kiralama gibi şirketlerden geliyor. sürücüleri genellikle gerçek sahipleri değiller. o yüzden gavur malı gibi kullanıp trafikte terör estiriyorlar. özellikle 34 plaka fluence görünce hemen kaçın yada kaçmayın o gelir sizi bulur.

  • en sevdiğim mevsim kıştır benim için ve bana kışı sevdiren sayamayacağım kadar detay var. bir kısmı şöyle :

    karın yağışını izlemek, kaç yaşında olursan ol gökyüzünden beyaz kar tanelerinin düşüşünün verdiği heyecan ve hayret hissi.

    yılın ilk karında dışarı koşup insanların ne yapıyor bu bakışı altında kahkaha atarak kendi etrafında dönmek. kar tuttuktan sonra kartopu oynamak, karda yuvarlanmak

    kimsenin basmadığı bir yerdeki karlara basmanın verdiği haz

    kat kat giyinmeye rağmen deli gibi üşümek, soğuktan başka bir şey düşünemediğinden kafandaki rahatsız edici her düşünceden ve sesten kurtulmak

    hafif bir kar ya da yağmur eşliğinde kulakta kulaklık sevilen müzikleri dinleyerek ve soğuktan titreyerek istiklal caddesi ya da kadıköyde yürümek, sonra sokaktaki kestaneciden kestane alıp yemek, kestanenin insanın içini sıcacık yapması

    evde ailecek oturmuşken yenen kestane

    vapura binip herkes soğuktan içerde otururken sıcak bir sahlep alıp vapurun dışına oturmak, bir yandan yüzüne çarpan rüzgardan üşürken bir yandan sahlepin içini ısıtması

    soğuktan elin, burnun kıpkırmızı olmuş eve geldikten sonra yapılan sıcak duş ve sonra üstüne battaniye alıp peteğin yanına oturarak iyice ısınmak.

    sobada kestane yapılan, sonra portakal yiyip kabuğu sobaya atılan çocukluğunun kışlarını hatırlamak ve özlemek

    kar yağıyorken camdan dışarıyı izleyip müzik dinlemek. şehrin beyazlığından büyülenmek, karın ne kadar mucizevi ve güzel olduğunu düşünmek, sokak lambasına bakıp kar yağıyor mu diye anlamaya çalışılan, yere kar tutar tutmaz anneye dışarı çıkmak için baskı yapılan küçüklüğü hatırlayıp gülümsemek.

    hasta olmamak için sürekli mandalina yemek çeşitli bitki çayları içmek

    sonunda sıcak bir yere varacağını biliyorsan üşümek.

    kar, karın ne kadar güzel bir şey olduğundan bahsetmiş miydim? sanırım dünyadaki en sevdiğim şeylerden birisi. sadece o bile kışı güzel yapmaya değer.

    ah bir an önce kış gelse de üşüsek, kafamdaki susmayan düşünceleri soğukta dondurabilsen. yazdan iyice bunaldığımı fark ettim.

  • mükemmel bir instagram canlı yayınıdır, her gece 00.30'u sabırsızlıkla bekletir. şu karantina günlerinde her şeyi unuttuğum bir saat yaşamama vesile olan programdır. aynı zamanda kimseyle bağ kuramadığım şu günlerde tüm mücbir sebepler ailesiyle duygusal bağ kurdurandır.

    mesela melikşah altuntaş'a bayılıyorum keşke kankam olsa <3 şimdiye kadar özel olarak hiç takip etmemiştim ama 2010lardan beri nerede hangi mecrada görürsem göreyim bir göz atıyordum yaptıklarına (yanlış hatırlamıyorsam mynete mi ne bir mecraya videolar çekiyorlardı bir kaç kişiyle. nerede olduğundan çok emin değilim ama ilk o videolarda görmüştüm.) bundan sonra net takipçisiyim. inanılmaz eğlenceli, benzetmelerine, esprilerine, entelektüel seviyesine bayılıyorum. bazen ama gözlerinden böyle derin bi üzgünlük geçiyor gibi hissediyorum. bir şişe chivas ile kapısını çalıp "amaaaan boşver be melik" demek istiyorum (kanka olcaz ya o bakımdan).

    bartu küçükçağlayan'a da bu kadar gülebileceğimi tahmin etmezdim. çok zor bir karakter gibi gelirdi bana. egosu yüksek, biraz da huysuz gibi. ama şimdi izliyorum da zeki ve yaramaz bir çocuk gibi olduğunu görüntülüyorum. baya tatlı ve komik biriymiş. eşini ve eşiyle olan muhabbetini de baya seviyorum sanırım. ne güzel bulmuşlar birbirlerini, maşallah diyip devamını dileyeyim <3

    programa gelince, gerçekten gülmeyen var mı ya? inanamıyorum, çünkü ben her gece gülmekten katılıyorum, son programda ağladım resmen. onlara ayrı, aşağıdaki mavi tiklilerin yorumlarına ayrı gülüyorum. bazen ben de dayanamayıp yorum yazıyorum ama hesabım kapalı olduğu için sadece arkadaş çevrem bunu görebiliyor *

    karantina bitse bile bu yayınlara devam etsinler istiyorum. her gün olmasa da haftada bir ayda bir ne bileyim, eksik kalmasınlar. magazin yapılacaksa da böyle yapılsın memlekette işte.

  • karizmaların tavan yaptığı fotoğraf çekimidir. özellikle hakan balta, sneijder ve riekerink'e çok yakışmış.

    işte o poz

    fenerli arkadaşlar kıskanmış olabilirler, sizinkilerin de efsane bir pozunu vereyim madem de bir yerleriniz şişmesin. buyurun

  • thy'nin boeing 777'sini air canada'nın 767'si ile karşılaştır, saçma sapan bok at, sen mal olma da thy kötü olsun. o da güzel tabi.

    thy'nin 777'si:

    http://www.seatguru.com/…ines_boeing_777-300_v2.php

    air canada'nın 777'si:

    https://www.aircanada.com/en/about/fleet/77w.html
    (uyanıklık yapmadan "three cabin configuration - international" yerleşimine bakılacak)

    thy ekonomiyi 3-3-3 dizerken air canada 3-4-3 dizmiş. thy'de comfort class var, air canada'da premium economy.

    ve gelelim zurnanın zırt dediği yere, thy'de koltuk genişliği 18 inç, öndeki koltukla mesafe 31-32 inç. air canada'da nasıl mı? koltuk genişliği 17 inç, öndeki koltukla mesafe 31 inç. ama air canada daha rahat. neden? çünkü yavşaklık bedava.

  • mevcut durumun ciddiyetini anlamaktan aciz, işleri kolaylaştırmaları gerekirken iyice zorlaştırmaktan başka bir işe yaramayan, sorumsuz ve bencil insanlardır. çoğunluğu oluştururlar.
    edit: “olası sonuç buydu, ya ne olacağdı?” diyenler var. ya arkadaş ben anlamıyorum, adamlar çıktı masaları kaldırdı, saatleri sınırlandırdı, ha evet tedbirler yeterli mi? hayır değil. ama bu kadar da ahmak olunmaz, birazcık düşünürsün “masaları kaldırmışlar, oturam da yerde pattis yiyem.” demezsin hayvan değilsen, onun yerine dersin ki; “bir süre evde daha fazla vakit geçireyim, avm’ye falan gitmeyeyim.” illa koyun gibi güdüp her hareketinizi yönetmek mi gerekiyor sizin, kafanız hiç mi çalışmıyor? neden lan neden?
    edit2: “avm çalışanı onlar.” diyorlar bazı çok bilmişler, aynen kanka montla gelmişler yemek katına. velev ki avm çalışanları bunlar, zaten yok değil mi avm’lerin ve avm içindeki mağazaların personel bölümleri, depoları, yemek alanları?? illa dip dibe yerlerde oturarak yemek yemeleri lazım avm çalışanlarının, onlara virüs etki etmiyor, avm çalışanları arasında virüs yayılmıyor. geçiniz.

  • allah rahmet eylesin. kadın şehitler mehitler aman dediği zamanlarda ileri evre kanserdi ve beyindeydi tümör. haberi yokmuş tümörden de. belki de muhakeme yeteneği zarar gördü ve o da fark etmedi. ben bu hastalığının onu çok etkilediğini düşünüyorum ve o dönem çok da acı çekti ve yalnız kaldı.

    yani arkadaşlar vatanımıza denmeyen kalmadı, oynanmayan oyun kalmadı bu topraklarda ama bunları yapanların hiçbirinden bu kadar nefret etmediniz. en basiti; ülkeyi yiyip bitiren rezanın pek sevgili eski eşine hala hürmet gösterip sahnelerini dolduruyorsunuz. o insanlar alenen zarar verdi bu ülkeye. peki ona neden aynı tepkiyi göstermediniz? nur yerlitaşsa sadece kendine zarar verdi. ayrıca özürler diledi kaç defa. yapmayın sizin de mi gücünüz zayıf olana yetiyor sadece.
    edit: (bkz: ek ödeme yalanı) adalet arayan sağlık çalışanlarına destek olalım.

  • bir tek benim dikkatimi çekmemiş bu detay..

    bu ne bereket? bu ne bolluk? yediniz, bitirdiniz, sömürdünüz lan ülkeyi!

    not: şu hareketi savunan da kusura bakmasın ama ağır eziktir.