hesabın var mı? giriş yap

  • farklı bir yere taşındığım için elimde boşta kalan bir ev vardı , 30 35 yaşında istanbul bağcılarda metroya da yakın konumda , ama eski bina olduğu için kiracıya vermeden evvel badana vs yaptım sonrasında bugün birisi aradı 850 bin tl veririm dedi , şimdi aklımda iki soru ;

    1) bu fiyata satılır mı ?
    2) satarsam parayla ne yapmalıyım ?

    ev bu arada 3+1 5. kat üzerinde çatı var. tecrübeli arkadaşlardan fikir almak isterim açıkcası , 850 bin tl nizi nasıl bi yatırıma döndürürsünüz , istanbulda başka ev alma şansım yok gibi , yeni ev alsam 1 milyon kredi çekmem lazım en az , il dışından belki bakılabilir ama hangi il , hangi bölge vs.

    bana mesajla ulaşırsanız çok sevinirim , tabi burayada yazarsanız başkası da belki yararlanabilir.

  • gazi ünvanı; çanakkale'de, sakarya'da, kore'de, dağlarda pkk ile savaşanlara verilir. sen nasıl gazi oldun? polisin ve askerin yapması gereken görevi neden üstlendin? kimin dost, kimin düşman olduğunu bilmeden kendini nasıl sokağa attın? salak mısın sen? yoksa önceden kurgulanan bir şeye alet mi oldun? çok soru var kafamda sözlük. bir insan doğduğu, aşık olduğu ülkesinden bıkar mı? evet sözlük bıkar.! bıktık.! bıktırdılar.!

    edit: imla

  • sene 2002 mayıs sanırım yaşım 19
    hayatımda ilk defa memleketim ve şehrimden uzak anadolu’nun bir şehrinin gelişmemiş bir ilçesinde myo 1.sınıf öğrencisiyim.
    ilk dönem bitti bütün öğrenciler evlerine dönmeye başladı.
    arkadaş ve çevrem arasında nasıl dönüyorsun, ne zaman döneceksin, istersen birlikte gidelim sohbetleri havada uçuşuyor.
    o dönemler içine kapanık biriyim.
    istanbul’a bilet alacak param olmadığını kimseye söyleyemiyorum.
    cuma günü okulun son günü
    o akşam ve takip eden haftasonu akın akın herkes memleketine dönüyor.
    ben gündüzleri evden hiç çıkmıyorum.
    çarşıda sağda solda görüp neden gitmedin yada gitmiyorsun soruları işe karşılaşmak istemiyorum.
    ilçe küçük bir yer hemen hemen bütün öğrenciler, esnaf ve yerel halk kısmen birbirlerini tanıyorlar.

    gündüzleri evde radyo dinleyip öğrenci evimde az kalan bitmeye yakın erzaklarımı dikkatli tüketip akşam 20.00 istanbul otobüsünü izlemek için uzak noktaya gidiyor, giden öğrencileri izliyorum, bir gün benimde o otobüse binebilme hayalini kuruyorum.
    sonrasında bütün ilçeyi karanlıkta geziyorum sokak sokak. gündüz evde yatmanın acısını çıkarıyorum.
    yorulmalıyım ki eve gittiğimde uyuyabilmeliyim zira gündüz yeterince uyumuşum.

    o yılları yaşayan bilir
    internete sadece kafelerden ulaşabilirsin, cep telefonu sadece sms ve sesli arama içindir.
    kontörün yoksa arama sms ve çağrı yapamazsın.
    benim de yoktu tabi.
    kaldığım evde eski ev sahibinin çevirmeli ev telefonu vardı. benim için büyük şans.
    ailemden arayabileceğim herkesi aradım istanbul’a dönebilecek otobüs bileti için. yok maalesef.
    en erken para gönderebilecek ablam 1 hafta sonra maaşını alınca yollayabiliyor.
    herkese haber salıp beklemeye koyuldum.

    ilçede sadece ziraat bankası var
    parayı bana o bankanın şubesine havale ile yolluyor aliem.

    sanırım o haftasonu geçti
    önümde daha kocaman bir hafta var
    sonraki pazartesiye kadar beklemek zorundayım.
    cepteki para miktarım sıfır.
    kredi kartı yokki daha kaç yaşındasın. sıfır kart sıfır para.
    içimden dedim bekleyeceksin yok başka çarem.
    bütün arkadaşlarım hatta bütün okul öğrencileri döndü artık şehirlerine. bitti sezon.
    tanıdığım bitkaç esnaf ve ev sahibi kaldı. ev sahibini pek sevmezdim yobazın biriydi.
    ne ondan borç isteyebilirdim ne de esnaftan
    sabırla bekleyecektim, önümüzdeki pazartesi para gelmesini.
    20 yıl geçmiş günlük tam olarak ne yaşandığını hatırlamıyorum.
    ama ertesi günü mutfakta yiyecek ve pişirecek hiçbir şey kalmadığını hatırlıyorum.
    küçük mutfak tüpüm dahil bitmişti.
    zaten öğrenci evinde ne olabilirdi.
    gündüzleri tam gün odamda yatıp, akşam güneş batımından sonra çarşıya gezmeye çıkıyordum.
    küçük sarı renkli radyolu kaset çalarım vardı.
    aptal yerde sadede trt fm çekiyordu.sevmiyordum aptal radyoyu.
    coskun sabah, ahmet kaya ve tatlıses kasetlerim vardı
    onları dinleyip uykuya dalardım
    şimdi ahmet kaya dışında hepsinden nefret ediyorum.
    ilk günler sonrası açlığı iyice bedenimde hissetmeye başladım, uykuya dalmak zorlaşıyordu artık yatakta uzanmak acı veriyordu.
    o berbat günün gecesi çarşıya çıktım yine.
    birşey yapmalıydım para elde edecek birşey, sırf birşeyler yiyebilmek için.
    sony walkmanim vardı pillerini ısırarak sonuna kadar kullandığım hayatta en önemli eşyam.
    merkeze ıspartaya gidecek param olsa onu satmayı düşünüyorum.
    kulağımda walkman sokaklarda aptal aptal geziyorum ahmet kaya'nın kaseti sanırım emin değilm.
    pek inanılır gelmeyebilir zaten bana da mucize gibi gelmişti.
    hayatımda yolda ilk kez para buluşumdur. 5 milyonluk bir banknot bulmuştum.
    inanamıyorum şaka gibiydi.
    eğilip aldım gerçekten 5 milyon.
    o zaman tabi daha 6 sıfır atılmamış.
    o zaman bir gazate 500 bin lira. bir kolon sayısal 250 bin liraydı. hatırladıklarım.
    zaman gece ilçede bakkalar kapalı gittim eve dedim akıllı ol dikaktli harca daha 5-6 günün var.
    o gece eve dönüp sabredip aç yattım.
    ertesi günü ilk defa gündüz çıktım dışarı sabah markete gidip 3 ekmek ve geri kalanı ile yettiği kadar domates aldım.
    tabi bilgisayar programlama okuyorum kafa çalışıyor.
    yaptım hesabımı dedim her gün yarım ekmek içine domates 6 gün yeter bana tek öğün.
    o şekilde geçirdim bir haftayı
    erken açıkmamak için gündüz uyumaya devam edip akşam yedim
    akşam sonrası yürüdüm eve geldim yattım
    ertesi gün yine aynı

    pazartesi günü bankaya öğleden sonra gittim hayal kırıklılığına uğramamak için.
    dedim gişede adıma havale var mı? evet

    o günkü sevincimi unutamam tam 50milyon
    ablam göndermiş sağolsun. minnettarım.

    ilk işim pideciye gidip kıymalı pide yemek oldu
    sonra biletçiye gidip istanbul biletimi aldım.

    her akşam uzaktan ağlamamak için kendimi zor tutup kalkışını izlediğim istanbul otobüsüne pazartesi bindim ve evime gittim.

    aradan 20 yıl geçmiş tam. bunlar gerçekten yaşandı mı? inanması bile zor ama evet yaşadım

    yeri merak edenler ısparta uluborlu

  • koskoca lise dönemi bu şarkı hakkındaki hikayelerle geçmiştir. çocukluk dönemini de atilla taş yedi. ben de diyordum allah neden belamı verdi diye.

  • kadınların foto ve videosunu çeken bu dayılar ve sığınmacılar yüzünden toplu alanlarda rahat rahat telefon kullanamıyorum. telefonu başka insanlara doğru tutmamak için yere doğrultuyorum, böyle giderse kambur ve boyun fıtığı olacağım.

  • lisede ve üniversitede cuma namazı kaçırmazdım. ta ki hutbede ak parti siyaseti ile paralel cümleler ve gündemle ilgili hutbeler dinleyene kadar. o gün bugündür gitmiyorum belki 7-8 sene oldu gitmeyeli belki daha fazla. unuttum bile en son ne zaman gittiğimi

    edit: ne kadar 10 iq lu insan var şu hayatta. birsürü özelden hakaret eden insan var. size ne olm size ne? isteyen gider isteyen gitmez

  • "kimse oturmak zorunda değil, parası olmayan yallah köyüne" demiş bir kişi. bu algıda olan ciddi bir yoğunluk var ve anlamakta ciddi zorluk çekiyorum bu kitleyi.

    benim köyüm burasıysa ne olacak kardeşim?

    burada doğup büyümüşüm, yerim yurdum burası. maddi koşullardan ev alamamışım, yıllardır aksatmadan ödüyorum kiramı. nereye gideyim ben? daha doğrusu niye gideyim?

    düzgün yönetilemeyen ülke ekonomisi dururken, mülteci sorunu, çarpık kentleşme ve enflasyon dururken, koskoca işsizlik sorunu dururken vatandaşa bok atmak, parası yoksa s*ktiri çekmek midir çözüm?

    bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığındasınız, anlıyorum. gel gelelim çember giderek daralıyor.

    ailenizden kalan mal mülk para, gün gelir de yetmez ise size, ya da o torpillerle girdiğiniz işiniz çalkalanırsa bu ekonomide, o vakit siz yallah köyünüze gidebilirsiniz. ama sesini duyurmaya çalışan, derdini dillendiren insanlara bok atmak haddinize değil, bunu da böyle bilin.

  • evde büyütmesi, salonda ve balkonda yetiştirmesi çok kolay ve müthiş zevkli olan şahane ağaç. yediveren cinsini bulursanız tadından yenmez. sürekli çiçek açar, koku yayar, güzellik sunar, mutluluk saçar.

    çiçekçiden, pazardan ya da marketten alacağınız bu fidanı, salon ya da balkona yerleştirmeden önce 17 litrelik daha büyük bir saksıya taşımalısınız.

    büyükşehirler yaşayan ve toprağa erişimi olmayanlar hazır turunçgil toprağı da kullanabilir.

    toprak değişimi sırasında bitkimizin köklerini sarsmamanız çok önemlidir.

    yok ben kendim sıfırdan yetiştireceğim diye düşünenler de, 8-10 limon çekirdeğini önceden 24 saat oksijenli su (10 damla oksijenli su içeren çeyrek litre su) içinde beklettikten sonra sivri ucu aşağı gelecek şekilde toprağın 1 cm derinliğine ve bitki başta kazık kök oluşturacağından 17 litrelik saksılara ya da ağız kısmı kesilerek ince uzun bir saksı haline getirilmiş 2 litrelik su petlerine dikebilir.

    mümkünse her saksıya iki çekirdek dikin. güneş gören bir yerde kalmasını sağlayın. toprağın üstü kuruduğunda nemlendirin. önemli olan toprağın üstünün kurumaması. hep hafif nemli olması ama çamur halinde de bulunmaması.

    sonradan zaten mecburen saksıya alacağınız için, bence doğrudan bir yapı marketten 17 litrelik bir saksı alıp doğrudan çekirdekleri ona dikin. böylece pet şişeden saksıya taşıma sırasındaki muhtemel kök zayiatına karşı önleminizi de almış olursunuz.

    limon çekirdeğini diktikten sonra da, limon fidanı çıktıktan sonra da sulama hep aynı. saksı güneş görecek ama toprağının üstü hep hafif nemli olacak. toprağın üstü kuruyunca hafifçe sulanacak. çekirdeği sprey ile sularsanız fazla su vermemiş olursunuz, ki iyi olur. çekirdek patlayıp minik bir fidana dönüşünce fısfısla sulamaya devam edebilirsiniz. çiçeklenme dönemi hariç her zaman yapraklarına da su püskürtebilirsiniz. buna bayılır kendileri. pek sever.

    unutmadan suyumuz klorlu su olmayacak, oda sıcaklığında ve ılık olacak. çeşme suyunu evde 5 litrelik bir pete doldurup 48 saat bekletirseniz klorsuz bir suyunuz olur. sulamada en önemli konu elbet saksının dibinde su biriktirilmemesidir. eğer saksının kabında su varsa bu kökleri çürütür, bitkimizi incitir, yapraklarını sarartır. güneş ise bu hanımı hemen ayıltır, gülümsetir.

    nihayetinde limon ağacı/fidanı, bulunduğu yere kendini çok yakıştıran ve hemen alıştıran bir arkadaşımızdır. kış öncesi balkondan salona ya da yaz başı salondan balkona taşıdığınızda tepki olarak yapraklarının bir bölümünü döker, ki hemencecik üzülmeyin, o yapraklar yeşilin en güzel tonunda ilerleyen günlerde yine çıkar. bu arada en önemli konu limon ağacının soğuktan çok korktuğudur. kış şartlarına karşı çok dayanıksızdır. 0 derece altında kalırsa şoka girer, rahatsızlanır, -5 civarına düşerse hayata gözlerini yumar. aman!

    bir de ev içinde yaşayan limon ağaçları çiçek açar ama bu çiçekler meyvaya dönüşmez. kapalı ortamda yaşayan bir limon ağacı bahçedeki cankuşları gibi rüzgar, arı, böcek ve diğer yollarla döllenme yapamadığı için anne olamaz. tozlaşmasını yine biz sağlamalıyız.

    ağaç çiçek açtığında yapmamız gereken, fön makinası ile 1 metre uzaktan çiçekler üzerine hafifçe soğuk (sıcak değil) hava verip bir nevi doğadaki rüzgar ortamını yaratmaktır.

    dahası bir sulu boya fırçasını, çiçeğin dış bölümündeki ince uzun erkek organlarından merkezdeki büyük dişi organa doğru hafif hafif dokundurmak da bitkinin tozlaşmasına büyük katkı yapar. kulak pamuğu da bu işi görür. günde 2 defa bu konuda çaba göstermek, minik yeşil limoncuklar görmemize sebebiyet verir. ağzını yerim senin, güzelliğe bak ya.

    saksı toprağının üstünde oluşan beyazlıkları da her zaman bir kaşıkla toplayıp çöpe atmalıyız.

    saksı içinde olan bitkilerimize gübre de vermek durumundayız. iç mekanlardaki saksılarda yaşayan tüm bitkilerimiz için sıvı solucan gübresini kullanabilirsiniz. kokusuzdur, sinek böcek yapmaz, bitkiyi coşturur, yaprak yaprak açtırır, çiçeğe doyurur.

    son olarak bitkilerin kök ve yapraklarını güçlendirmek için 2 litre suya 1 aspirin eritip ayda bir defa bununla sulama yaparsanız bağışıklı sistemi güçlü çok sağlıklı ve hanım hanımcık bir limon ağacınız olur. mutluluk ve zarafetle salonunuza kurulur, ruhunuza afiyet, gönlünüze huzur doldurur. her dem gülümser durur.

    ~

    evde limon ağacı, kumkuat ve calamondin yetiştiren güzel gönüllü insanları seviyorum. limon iyidir, hoştur ama size calamondin yetiştirmenizi öneririm. lütfen. bu hayatta böylesi bir güzellikten yoksun kalmamalısınız. muhteşemdir.

    calamondin; turunçgiller aleminin prensesidir, canıdır, cananıdır.

    12 ay çiçek açar, mis gibi kokar, ki görmeniz lazım :)

  • her yıl düzenli olarak alıyorum oldukça rahat ve konforlu. dünyadaki bütün insanlar aynı ayakkabıyı giyse ne olur, kapitalizimin uşağı olmayın dedelerimiz ninelerimiz ayaklarına giyecek lastik ayakkabı bulamazken bugün ayakkabı beğenmez olduk.

  • 98 hande ataizinin prime oldugu donemdi. o tarihteki 1 yasinda temiz lada samara 3 milyardi. 40 milyar 13 lada samara yapar. bugunun eski model polosuna uyarlarsam 400 binden, 5.1 milyon gibi bir para yapar. o donemlerde hande ataizi gibi cesur oyuncu da fazla yoktu. varsa da dinazordu. mum kokulu kadinlarin piyasadaki ruzgari hala suruyordu ve ruhsar dizisi yeni baslamisti. hande ataizi bir cok reklama da cikardi.

    gunumuzde bir artist ile karsilastirmak yanlis olur cunku bugun piyasa da cok fazla oyuncu manken var. sistem daha fazla urettigi icin 2 3 cok degerli kisi aradan siyrilmamis oluyor. belki belki muhtesem yuzyil donemi uzerli seviyesinden 1 2 gomlek ustun haldeydi veya aski memnu donemi beren saat seviyesinden 2 3 gomlek ustun haldeydi.

    yani buyuk ihtimalle o donem en cok kazanan turk televizyon kisiligi idi. uc bir ornek yani 1998 hande ataizinin kazandigi para. neyle kiyaslarsaniz kiyaslayin gozunuze fazla gorunebilir.