hesabın var mı? giriş yap

  • ben : erkek
    eşim: kadın

    ilk evlendiğimizde mecbur paraları birleştiriyorduk.. çünkü her orta direk türk genci gibi evlenirken çektiğimiz kredilerin borçları vardı. o zamanlarda gelirlerimiz birbirine yakın rakamlardı. eşim maaşı yattığında maaşının büyük bir bölümünü bana verir, ben kendiminkiyle birleştirir borçları öder, evin diğer giderlerini falan hallederdim.

    şimdi evleneli 6 yıllık bir süreç geçti. ben iki kez terfi aldım. eşimin maaşıyla benim maaşım arasında belirgin fark oluşmaya başladı. artık ondan hiç para almıyorum. hâlâ evin bütün ödemelerini ben yapıyorum. araç giderleri, kredi kartları sağlık sigortaları vs. hepsini ben ödüyorum. eşim ise kazandığı parayı ne yapıyor bilmiyorum. tek bildiğim eve hergün kargo geliyor. sanırım eşim trendyol'a çalışıyor.

  • fransız sosyolog roger caillois, oyunlar ve insanlar kitabında *oyun biçimlerini dört kategoride sınıflandırıyor:

    agon veya rekabet: örneğin, satranç neredeyse tamamen agonistik* bir oyundur.
    alea veya şans: örneğin, bir slot makinesinde oynamak neredeyse tamamen tesadüfi bir oyundur.
    mimesis veya rol oynama: örneğin, bir karakteri canlandırmak için dans etmek, taklit.
    ilinx: * veya vertigo, algıyı değiştirme, baş dönmesi, bozukluk veya kontrol kaybı anlamında. örneğin, halüsinojenler almak, hız trenlerine binmek, düşene kadar dönen çocuklar.

    ayrıca caillois, yapılandırılmış ve kuralları ortaya konulmuş oyunlar (ludus) ve yapılandırılmamış, kuralsız ve spontane gelişen aktiviteler (paidia) olarak da bir ayrım yapar. paidia'dan ludus'a doğru bir eğilim olduğunu söyler. yani, spontane gelişen aktivitelerde ve oyunlarda, kurallı olmaya doğru bir yönelim vardır. bunu da insanın doğası ile ilişkilendirir.

    caillois ayrıca, şans oyunları doğası gereği kısıtlama ve diğer oyuncuların hamlelerini bekleme oyunları olduğundan, paidia ve alea'nın bir arada var olamayacağını vurgular. benzer şekilde, ludus ve ilinx de uyumsuzdur, çünkü yapılandırılmış kurallar yoktur. uygulanan herhangi bir kural ise sadece ilinx'i frenlemek içindir.

    mesela poker hem alea hem de agon'u içerir. çünkü kartların karılması şans unsuruna dayanırken, kurallar çerçevesinde strateji geliştirmek rekabete dayanır. izleyicisi olan sporlarda oyuncuların rekabeti agon'a dayanırken kendilerini sahadaki oyuncuların yerine koyanlar mimesis'e dayanır.

    agon'da, rekabette bir tarafın üstünlüğü artarsa oyun bitebilir. alea'da yani şansta ise, oyuncunun etkisi tamamen belirsizleşirse ya da tamamen pasif, etkisiz olduğunu anlarsa oyun yine sonlanabilir. dolayısıyla oyun kimseye ait olmayan bir noktada konumlanmalıdır.

  • david weber'in honor harrington serisinden, hayatımda grdüğüm en "abi gel senle bir rakı içelim" karakterlerden biri olan karakter.

    ilk kitapta karşılaştığımızda horace harkness bir chief petty officer'dir. (kıdemli üstçavuş) kariyeri boyunca 12 kere senior chief (başçavuş) olma şansını yakalamıştır, hatta iki kere olmuştur da, ama horace harkness'in iki küçük sorunu vardır.

    birincisi, çarşı izninde herhangi bir mekanda bir marine uniforması görürse, üniformanın içindekini hastanelik etmenin kendisi için nefes almak gibi fiziksel bir zorunluluk olması...

    ikincisi de tanrı, kraliçe ve amirallik lordlarının büyük bilgeliklerine rağmen yaptıkları ufak hataları düzeltmek adına kendini aynı gemiyi paylaştığı silah arkadaşlarına gemide normalde bulunmayan ufak tefek rahatlıkları sağlamayı kendine bir görev edinmiş olması.

    ama harkness buna rağmen donanmadan atılmamıştır, çünkü çoğu zaman eline geçirdiği herhangi bir elektronik parçasıyla yapabildiklerini buweaps'taki r&d uzmanları aylarca düşünüp çözememektedirler.

    bir sokak dövüşçüsünün suratına, bir dövüş horozunun duruşuna ve ustura keskinliğindeki bir zekaya sahip bu ihtiyar kurt, honor harrington'un kuyruğuna takılıp genç teğmen scotty tremaine'i kanadı altına aldıktan sonra hayatta pek bir ileri gitmiş...

    --- spoiler ---

    ...hatta honor harrington hikayesine dahil olmuş en korkutucu kadınlardan biri olan marine başçavuşu iris babcock (ki sıradan humanoidleri çekirdek gibi ayıklamak üzere tasarlanmış ana karakterimiz bu abla tarafından er meydanında patates çuvalı gibi sağa sola savrulmaktadır. askere gitmiş vatandaşlarımızın gördükleri en felaket başçavuşu hatırlamasını istiyorum. işte o ceberrut başçavuş bu ablanın yanında masum kedi yavrusu gibi kalıyor) ile dünya evine girip evinin erkeği, üstüne bir de çektiği bir başka akla hayale sığmaz kulamparanın neticesinde sir horace harkness bile olmuştur.

    --- spoiler ---

  • mehmet günsur'un 5 milyonuncu kez aynı karaktere hayat vereceği dizi.

    yakışıklı, kültürlü, sanat seviyor, çok güzel aşık oluyor ve postmodern. adamı öyle kazıdılar ki aklımıza mesela oynadığı karakterleri sıçarken falan düşünemiyorsun.

  • hırvatistan maçıyla tekrar gördük ki seyircisiz bir şeye benzemiyor futbol. bence seyircisiz maç cezası yerine maçsız seyirci cezası uygulanmalı. olay çıkaran seyircilere 90 dakika mal gibi boş saha izlettirilmeli. (bak bir daha yapıyorlar mı?)

  • asıl sorun nusretin o an sahada olabilmesidir. nasıl girdi, kime kaç riyal akıttı bilen var mı?
    edit: fifa başkanı gianni infantino nusretin kankitosuymuş. insan böyle hayırlı dostlar biriktirmeli işte.

  • mesleğim dolayısıyla kullanıcı ve satıcısıyla fazlaca muhattap oldum.
    genellikle kullanıcı ve küçük torbacı tabir edilebilecek kitle arasında belli belirsiz bir ayrım var. bunun sebebi bağımlılarının tüm hayatlarını madde kullanmak üzerine kurmuş olmaları.
    edindiğim bilgiler ise şöyle.
    ilk kullanışta ne olduğu tam olarak anlaşılamıyor, yüksek bir uykusuzluğa ve dinçlik hissine neden oluyor.
    kullanıcılar meyve suyuna karıştıranlar ve pipocular olarak ikiye ayrılıyor genellikle.
    meyve suyuna karıştıranlara "sosyete" deniyor. zira pipo kullanıcıları eriyen maddenin dumanını defalarca kez içine çekerken, "sosyete" ler aynı miktarı tek seferde kullanabiliyor.
    bağımlılık arttıkça takılınılan ortam tamamen kullanıcı ortamına dönüşüyor. tüm sosyal çevre bu konsept etrafında oluşmaya başlıyor. genel yaşam gece uyanık, gündüz uykulu olmaya dönüyor, işte bu noktada da kullanıcı ve satıcı arasındaki perde iyice inceliyor.
    büyük torbacı ve toptancıları genellikle maddeyi hiç bir şekilde kullanmıyor. kullanmama gerekçeleri ise ; "biz neler gördük, adam karısını, kız kardeşini , kız kendini, adam kendini satıyor bunu bulmak için, hayatta bulaşmam." ayarında.
    meth kullanıcısını anlamanın yolu ise yüzüne bakmaktan öte gözlerinin içine bakmak. genel bakışları tedirgin ama uyanık. kafayı taşçılar kadar kırmıyorlar ancak madde kullanmadıkları sırada en basit soru cevapta bile başarısızlar. diğer taraftan, yalan söyleme durumu inanılmaz bir artış gösteriyor. bilhassa madde etkisi altındayken.
    diğer taraftan 6 aylık bir kulanımdan sonra dişler erimeye başlıyor. evet, bildiğiniz eriyor. bilimsel sebebini bilmiyorum ancak eriyen dişleri gördüm.
    şu sıralar fazla popüler. bunun bir kaç sebebi var. birincisi, bonzaninin yerini meth aldı. ne olursa olsun bu illegal de olsa bir piyasa ve bonzai üreticileri talep azalınca meth yapmayı öğrendiler. işin komik yanı ise, iranlılar öğretti. piyasa meth sürüldü.
    diğer yandan karı yüksek, sürümü bol, masrafı az. kullanıcılar için ise kısmen ucuz ve bağımlılık devam ettirilebilir bir seviyede.
    ikincisi, türk ceza kanununun 188/3 maddesi kapsamında değerlendirilip 188/4-a kapsamında sayılmaması.
    bu şu demek, tck 188/4-a maddesine göre kokain,eroin,morfin ve sentetik uyusturucu(bonzai) satışı cezada arttırım sebebi. meth ise temel ceza olan tck 188/3 kapsamında değerlendiriliyor ve bu da bir tercih sebebi oluyor.
    istanbul tabii ki kullanımda başı çekiyor ancak en "hareketli" olan yer bursa.
    bunu bir çok farklı yerden duydum. bilhassa üniversite öğrencileri arasında yaygınlığı giderek artıyor. bunda maddenin kısmen ucuz olması ve öğrencilere arzuladıkları uykusuzluğu sunması büyük bir etken.
    diğer yandan, bağımlılık hususu çok ama çok hızlı gerçekleşiyor. tam bir "bir kereden bir şey olur" maddesi.
    kullanmayın. buna bulaşmayın.

  • ilk aşk gibi bir şey lan.

    bilgisayardan internetten önce bu vardı hayatımızda. gerçi tam olarak vardı diyemem kendi adıma, zira bizim televizyonun böyle über bir özelliği yoktu ve fakat akraba evlerinde denk geldiğimde saatlerimi geçirirdim başında. hava durumu desen var, fikstür desen var, güncel haberler desen var. internete ilk girdiğimde hissetiklerimi belki bir kademe düşüğüyle yıllar önce hissettirdi bu meret bana. sosyal statü belirleyicisiydi gözümde resmen. gerçi öyle hala, nerde teletext seven bir insan var, işte orada güzel bir insan vardır.

    şimdilerde boşladık biraz elbet ama yeri ayrıdır kalbimizde.
    unutulmadın teletext.

  • “19 tane suç kaydının olması bir insanı kötü yapmaz” demiş ablamız. kafaya bak. belki de doğal seçilime izin vermen gerekiyordu kadir.