hesabın var mı? giriş yap

  • "koşullu olumlu kabul" dür en köklü sebebi.

    şimdi efendim, bir aile düşünün ki çocuğa yaklaşımları şöyle :"sınavdan iyi alırsan seni severiz, müsabakada madalya alırsan seni severiz, doktor olursan seni severiz "vb. çocuk arkadaşlarıyla kavga mı etti hooop" sen ne biçim çocuksun? "ve akabinde gelen bir cezalandırma yöntemi olarak yok sayma, yüz çevirme.

    bu durumda ailenin yaptığı şey tam olarak" koşullu olumlu kabul "yani seni olumlu bir şekilde değerlendirmemiz, kabul etmemiz sevmemiz için koşullarımız var evlat. sen bunları yaparsan severiz, yapmazsan sevmeyiz.

    işte bu noktada çocuk tedavi görmediği müddetçe içine saplanacağı bir bataklıkla karşılaşıyor." onaylanma ve kabul edilme isteği "çocuk bundan sonraki hayatını sevdiği bir insan olduğunda kendisini sevmesi için sürekli çaba harcayacak, kabul görmeye çalışacak.

    çocuk isterse çok güzel /yakışıklı, başarılı, düzgün, iyi eğitimli, birikimli biri olsun hep içten içe yetersizlik hissedecek. hep onaylanmak ve kabul edilmek için çabalamak zorundayım diye düşünecek, çünkü "yetersizim ve sevgiye muhtacım"

    sevgili ebeveynler, elbette çocuğunuzu doğru yönlendirmek, onun iyi özelliklerle donanmış olmasını istemeniz doğal. ancak şu şekilde "arkadaşlarına şiddet uygulaman kesinlikle yanlış, onaylamıyorum. hatta belki bu yüzden cezalandıracağım seni. ama her ne olursa olsun, ben seni seviyorum ve hep seveceğim" yani koşulsuz şartsız olumlu kabul.

    tüm ebeveynler bu konuda bilinçlenir umarım. çünkü ağlayan çocuğa bile bırak numara yapıyor, ilgi çekmeye çalışıyor diye diye bir nesli hasta ettiler.

  • çok antipatik bir tweet.

    yıldız haklı, hayko haksız. oturmuşsun tatil beldesindeki villanda; şehrin göbeğinde bile otursa sabahın 7'sinde o karanlıkta işe/okula giderken ''ulan inş köpek çetesi çıkmaz karşıma'' diyen insanlara twitter'da felsefe yapıyorsun.

  • ülkeler arası siyaset ağır basıyor denmiş.

    bassa ne olacak eurovision’da bu birini kazandırmayı bırak ilk 5’e sokmak için bile yeterli değildi.

    bok gibi şarkılarla katılıp “ama falanca bize puan vermedi” demek de yüzsüzlük.

    hatta türkiye’nin 2003’ten 2012’ye kadarki derecelerine dönün bakın, hemen hepsinde hak ettiğini aldığını göreceksiniz. 10 yıl içinde neredeyse sürekli 2 ve 4.olmuş türkiye. neredeyse yüzde 70-80 ilk 5’te kalmış. daha ne derecesi alacaksın “shake it up şekerim” falan deyip.

    sen gel “düm tek tek” diye bir şarkıyla katıl, sonra bekle ki kazanasın.

    sertab’ın şarkısıyla o “düşman” dediğiniz ülkelerin bile türkiye’ye nasıl çatır çatır 10-12 puan verdiğini görmüştük. iyi iş çıkarırsan sonucu da iyi olur.

    kaldı ki ingiltere’nin yıllar boyu sıfır çektiğini de cümle alem biliyor. demek ki bu adamların dostu yok, ondan sıfır çekiyor.

    türklerin yersiz derecede duygusal olduğunu daha önce yazmıştım. bu saçma sapan duygusallığın içine bürünüp ülke politikasını ona göre belirlemek de neresinden baksan anlamsız.

  • 2001 senesinin kasım sonu ya da aralık başı, buz gibi bir hava. annem büyükdere caddesinde tam şişli camii’nin olduğu yerde bir mali müşavirlik ofisinde çay-yemek işlerine bakıyor, ben de 12 yaşında bir ortaokul öğrencisiyim.

    1999’da babamın yaptıkları artık canımıza tak deyince annemle birlikte, annemin yıllarca çalışıp didinip pırlanta gibi dizdiği evi tek bir iğne almadan bırakıp, memlekete ölen dedemin evine, dayımların yanına kaçmıştık. boşanma davası, velayet vs. kesinleştikten sonra 2001 yılının yaz aylarında tekrar istanbul’a döndük. sıfırdan başlamıştık yani. çok güçlü bir kadın annem, hayatında tek gün okula gitmemiş ama yıllarca fabrikalarda, ofislerde çalışarak hem evine baktı, hem de beni okutmaya çalıştı.

    döndüğümüzde 1 odası, 1 küçük mutfağı ve büyükçe bir balkonu olan annemin teyzesinin çatı katını tuttuk. bizim hiç eşyamız yok, sadece kıyafetlerimiz ile döndük ama evde bir insanın asgari düzeyde hayatını sürdürebileceği, teyzemin ve çocuklarının eski eşyaları var. bir tek televizyonumuz yoktu. annem ben sıkılmayayım diye bir akrabamızdan ikinci el bir televizyon almış, alırken de dolandırılmıştı, o başka bir enrtynin konusu. bu şekilde kendi ayaklarımız üzerinde durana kadar idare edecektik artık.

    o zamanlar gültepe’de doğalgaz yok, hani olsa da bizim oturduğumuz ev doğalgaz tesisatına uygun mudur orası şüpheli. çok eski bir yapı çünkü. çatı katı olduğu ve yapı çok eski tahta bir çatıya sahip olduğundan, rüzgar estiğinde evde hissedilirdi. kış ayları bizim için ciddi sıkıntıydı. kış yaklaşınca sobayı, o zamanlar her yerde bulunan bir sobacıdan ikinci el almıştık. böyle içi tuğla, hayvan gibi döküm bir soba. sağolsun belediyede çalışan bir akrabamız da annemin adını ‘meşhur’ kömür yardımlarına yazdırmış, kış öncesi 30-40 torba kadar bir kömür gelmişti ama soba tek başına kömürle yanmıyor, tutuşturacak odun lazım.

    şimdilerde yerinde devasa şişli marriott otelin olduğu yerde o yıllarda pazar yeri vardı. yanı başı o zaman da şimdi de minibüs durakları. haftada birkaç akşam okul sonrasında annemle iş çıkışında buluşur, o pazar yerinde pazarcılardan depozitosu olmayan meyve-sebze kasalarını isterdik. olan da verirdi allah razı olsun. kasaları hemen kaldırımda toplar, oracıkta insanların ayaklarının altında kırıp, yanımızdaki çamaşır ipi ile bir deste haline getirirdik. bunu yağmur altında sırılsıklam olarak yapmak zorunda olduğumuz da olurdu. sonra hemen oradan elimizde tahta destesi ile gültepe minibüsüne biner eve gelirdik. iş çıkış saatlerinde gültepe minibüsleri tıklım tıklım. kimi zaman minibüsteki yolcular, kimi zaman minibüs şöförleri bu durumdan hiç hoşnut olmaz, kendi kendine söyleneni de olurdu. anneme bakardım, bir şey demezdi, ne desin ? soba odunsuz yanmıyor ve hava soğuk.

    o yıllarda çocuk yaşımda bu yaptığımız bana çok normal gelirdi. insanların ayaklarının altında kasa kırmaktan, o tahta destesi ile tıklım tıklım minibüse binmekten, sonra onu sırtımızda eve taşımaktan hiç gocunmazdım.. çocukluk işte, kısa süre içerisinde başkalarının eşyalarıyla, devletten gelen kömürle, pazardanan taşınan odunla yaşamaya alışmıştım, normalim olmuştu hemen. ama annem için hiç öyle değildi. yüzünde sürekli o hüznü, nasıl olmayacak bir şeyi olur yaptığımızın zorluğunu görürdüm.

    enrtyi nasıl bağlayacağımı bilemedim dostlar.. ne zaman kombiyi açsam o günler geliyor aklıma. az önce uyandım ve üşümüştüm, gittim kombiyi ateşledim, yine aklıma geldi. odasına girdim annemin üstü açık, aklımda bunlar, üstünü örttüm, oturdum yazdım..

  • merhaba mirkelam bey. bundan 8 sene evvel, kadıköy'deki bir apartmanda sabaha karşı "tavla, tavla beni tavla, salla pulları zarları" şarkınızı son derece yüksek sesle dinleyen komşumun zilini çalmıştım. müzik yüzünden duymadı tabii, bir daha çaldım. elimi çekmedim zilden. sonunda müziği hiç kısmadan kapıyı bi kız açtı, içeriden dumanlar yüzüme yüzüme geliyordu. "buyurun?" dedi. "hanımefendi sabahın köründe bu nasıl bir ortam, lütfen müziği kısar mısınız?" demiştim. o da bana "mirkelam bizde kısamam ayıp olur" demişti. o anın şokuyla "ha pardon o zaman" dedim, hatta nedense özür falan diledim. ben şunu sormak istiyorum abi size: "o gün orada mıydınız?"
    teşekkürler.

  • astrolojiyi yerden yere vurduğu için eleştirildiğini duydumya artık gözlerim açık gitmem.
    astrolojinin bilim dışı olduğunu, bilimi geçtim tamamen yalan yanlış antik masallar temelli bir safsata olduğunu bugün aklı başında herkes bilir.
    astrolojiyi eleştiren, inkâr edenleri yereceksek tüm bilim camiasını işin içine katmalıyız.
    konu hakkında yaptıkları videoda anlattıkları tamamen bilim dünyasının görüşlerini yansıtmaktadır. bir şeyin "kadim" bir geçmişi olması onu gerçek kılmaz, hatta söz konusu bu tarz muğlak kavram ve inançlarsa onu tamamen yalan yapar çünkü atalarımız sadece gözlerinin gördükleri ve akıllarının erdiklerine anlam yüklediler. şimdi ise teknolojinin o imkanları ile çok çok daha ötesini görüyoruz.

    kısaca burçlar, fal falan batıl bir eğlence aracı olarak günümüzde varlığını sürdürüyor. ama bunu ticarete dökmüş dolandırıcılardan aman uzak durun, paranızı bunlara kaptırmayın.
    bu işi profesyonel yapan her astrolog dolandırıcıdır unutmayın.

    edit: oha lan ne fav almış. hurafeler yerine bilime inanan tüm yazarlara teşekkür ederim.