• iki tane çok büyük eksisi olan filmdir. ilki hadi neyse de ikincisi nazarımda affedilemez bi hatadır.

    ilkinden başlayalım. bizim memlekette kimse içinde kendisi olmayan bi hikaye anlatamaz. bu yüzden de bu memleketten iyi hikayeci pek çıkmaz. içinde yetiştiğiniz sosyal grup dışında birilerini anlatmaya çalıştığınızda mutlaka çuvallarsınız (iyi hikayecileri tenzih ediyorum), bu yüzden güya gençleri anlatan tv dizileri, güya polisleri anlatanlar, güya askerleri anlatanlar vs hep saçma sapan mizansenler yazarlar.

    aynı hatayı kazım öz de yapıyor ve güya apolitik, tabiri caizse tiki gençleri de anlatmak istiyor ve o da saçmalıyor. kendi durduğu yerden bakınca ne görmüşse onu anlatıyor ve karikatürleştirmeyi geçtim, olabilecek en kötü stereotipleri yaratıyor. mesela o el sıkarken el kaçırma sahnesinde filmi kapatmıştım. sonra myri'nin azarı üstüne devam ettim ancak. allahtan öz o grubu anlatmaya devam etmemiş sonrasında. o yüzden filmin bu sahnelerini kazasız belasız atlatabilirseniz sonrasını zevkle seyredebilirsiniz.

    çünkü öz, yurtsever diye adlandırılan bu kürt üniversiteli gençliği anlatırken gerçekçiliği yakalıyor. yani öz kabiliyetsiz bi adam değil, kalemi iyi. ama işte sadece kendi çevresini anlatabiliyor. bu da onu büyük bi sanatçı yapamıyor.

    yönetmenliğine sonra geleceğim, şimdi o affedilemez hatasından bahsetmek istiyorum. bu kürt örgütlerinde örgüt içi ilişkilerin neredeyse yasaklandığını zaten biliyoruz. öz buna eleştirel bi bakış getirmiş ve benim takdirimi kazanmıştı. ama bi sahnede öz'ün eleştirel duruşunun da bi sınırı olduğunu görüyoruz ve aslında o sınır da çok darmış meğerse.

    örgüt, ilişki içindeki çifti eleştiriyor, bi tanesi çıkıp yaşadıkları ilişki için "çirkin" diyor, ali (idi sanırım adı) fenalaşıyor, arkadaşları ali'yi yüzünü yıkaması için götürürlerken aa o da ne.. çalılıklar içinde başka bi çiftin seviştiklerini görüyoruz. burada eşşek kadar gözümüze gözümüze sokulan bi mesaj var.. öz diyor ki, "bunların ilişkisi çirkin değildi, aha bak asıl bunlar çirkin"..

    bu mesajı güçlendirmek için aslında tek taraflı bi sevişme gösteriyor öz. erkek kıza yumulmuş, kızda hareket yok.. yani öz'e göre orada sevişen çift de aslında sadece erkeğin zorlamasıyla, çirkinliğiye yaşıyorlar o cinselliği.

    ona göre de cinsellik çirkin bi şey olabiliyormuş yani.. yani eleştirisinin temeli "aşk, meşk, cinsellik, bunlar güzel şeyler" değil, öyle olsaydı orada çalılıklar içinde birbirine sarmaş dolaş bi çift görürdük, arada bi de adam kızı öper ve kızdan karşılık alırdı. böyle tecavüzcü coşkun tandanslı bi sevişme olmazdı oradaki.

    neyse.. kazım öz'ün yönetmenliğine gelirsek, evet öz'de gerçekten kalite bi kumaş var. sanırım ben öz'ün önceki filmlerini de seyrettim (emin değilim aslında ya) ve onlarda da üç yüz altmış derece dönmeleri gayet işlevsel kullandığını hatırlıyorum. bu filmde de bu sahneleri gayet başarılı kullanıyor. görüntüyle bi şeyler anlatmayı beceriyor, bazen konuşmalar sahnelerden önce geliyor, bazen sonra geliyor (böyle yazınca senkronizasyon hatası demişim gibi olmuş.. yok onu kastetmiyorum. konuşmalar baya baya önce ya da sonra geliyor, bilerek yapılmış sahneler bunlar yani), zamanla oynuyor, yapabiliyor.. zaten bu kadar uzun filmi sıkmadan seyrettirebilmesi de kendisinin maharetli rejisinden geliyor.

    hikayede ise filmin en sonu hariç çok da dikte edilen bi mesaj yok denilebilir. sanki tamamen objektif bi şekilde bu yurtsever öğrencileri anlatmış gibi duruyor. bi iki noktada istisna var ama tabii ki.. mesela nezaretteki eski tüfek bi aydının "bu halk için bi şey yapmaya değmezmiş" lafı sanki mesaj gibiydi.. gerçi bahoz'un mesajına ters mi, paralel mi pek anlamadım. o sahne (yine 360 derecelik bi dönüşle) eski devrimcilerden bugüne hiç bi şey kazanılmamış olduğunu gösteren bi sahneyle devam ediyor ve ben içimden "harbiden değmez bu halka" diyordum. ama bu benim sinikliğimdendir belki bilemem. oysa bahoz filmin sonunda dağa çıkış çağrısı yapıyor ve (silahlı) mücadeleye devam diyor. bu bi çelişki mi anlamadım.. ya da öz, türk solcusuna boşverin deyip, kürtlere de dağa çıkın mı diyor.. bimiyorum.

    son olarak sinan bengier'in kürtçe konuşmasına şaşırdığımı, bunca senedir seyrettiğim adamın kürt olduğunu ancak bu filmle öğrendiğimi, ali sürmeli'nin hem kurtlar vadisi'nde hem de bahoz'da oynamasının güzel bi tezat olduğunu, ve filmdeki en komik sahnenin tabii ki yatay geçiş esprisi olduğunu söyleyerek bu uzun entry'yi bitireyim. camı açık bıraktıydım içerisi havalansın diye, ellerim klavye üstünde dondu neredeyse, entry bitene kadar kalkmayayım dedim.. lan hala uzatıyorum.. bitti.
  • cemal hakkinda filmde ilginc kucuk bir ayrintida yurdun kantinine girisde oluyor. cemal'i orgutlemeye calisan iki yurtsever, once kitap okur musun sorusu ile baslayan dialogun sonuna dogru, sen kurt degil misin diye soruyorlar, cemal de hayir aleviyim diyor. belki de benim cok fazla onemsedigim bir ayrinti. niyesine gelince cemal'in kurtlugu red edisinin tek nedeni asimile olmasi degil dini kimligini on planda tutmasi. aslinda bu ayrinti bile filmin ne kadar gercekci oldugunu gosteriyor cunku gercek hayatta ozellikle aleviligi on planda tutup ulus kimligini onemsemeyen bir cok kisi var turkiye'de.

    sakin editi: bu entryden aleviligi on planda tutmayi elestirdigim sonucu cikaracak suser lutfen bir daha don oku. bu entry filmin hayati ve donemi ne kadar gercekci yakaladigini anlatmak icindir.
  • filmin ilk sahnelerinden birinde, cemal dersim'den istanbul'a gitmek için feribotta iken karşı feribottan ona doğru cenaze gelmektedir. son sahnede ise cemal gerillaya katılmak için dersim'e dönerken karşı feribottan bu sefer bir düğün alayı geldiğini görürüz. ister istermez düşündürüyor insanı.

    "bir çıkınca dağlara
    bir düşünce toprağa
    iki olur gerillanın düğünü.."
  • öncelikle spoiler içeren bir yazı olacaktır, diyerek uyarımızı yapalım.

    film cemal adında bir alevi kürt gencin istanbul'a okumaya gelmesiyle başlar. cemal yeni geldiği ve tamamen yalnız olduğu bu yeni habitat içerisinde kendisine yeni arkadaşlar aramaya başlar. önce okulda karikatürize edilmiş bir türk öğrenci grubuyla birlikte takılır ancak bu grup cemal'e kıro gözüyle bakarlar ve içlerinden birisi hariç hor görürler. bu dışlanmışlık sonucu cemal bu gruptan uzaklaşırken kürt yurtsever mensupları cemal'e kollarını açar. ancak cemal kendisini kürt olarak görmemekte hatta "kürtçe konuşuyor diye kürt olmak zorunda mı" şeklinde savunma bile yapmaktadır. yinede grupla birlikte takılmaya kendi kültürüne daha uygun insanlarla saz eşliğinde türküler dinlemeye ve kendi dilini konuşabilme özgürlüğüne kavuşur. ardından yönetmenin otobüste kullandığı metafor ile türk toplumu tarafından dışlanmasının altı çizilir. cemal, kendisinin kürt olmadığını iddia ederken devlet tarafından uygulanan politikalar ile kendisine yabancılaşmıştır. şehirde geçirdiği sürede bu yabancılaşmanın etkisinden kurtulup kendi öz varlığının farkına varmaya başladığında ise toplumun refleks olarak kendisini dışarı doğru ittiğini de acı içinde farkeder. kendisini yabancılaştıran devlet aynı zamanda türk toplumunu da yabancılaştırmanın yolunu şu şekilde bulmuş durumdadır; otobüsteki kürtleri "başka bir dilde" konuştukları için otobüsten atan türkler yaşadıkları coğrafyanın kültürel gerçeklerinden uzaklaşmış, burada yaşayan halkların kültürlerin etkisine tamamen yabancılaşmış ve dayatmacı bir türklük üzerinden tüm coğrafyanın egemeni olma hezeyanı içerisindedirler. ermenilere, kürtlere, süryanilere,araplara vs tamamen yabancılaşmış bu türk toplumu diyarbakır zindanlarında duvarda asılı olan "vatandaş türkçe konuş çok konuş" tabelasının adeta canlı birer uygulayıcısı haline gelmiş ve tektipleşmiş, şeyleşmiş durumdadır. belki tek bir sahne üzerinden çok fazla çıkarım yapmış olabilirim ama filmin ben de yarattığı tezahür hep bu yabancılaşma kavramı üzerinden gitti.

    cemal kürtlüğüne sahip çıkıp mücadeleye aktif olarak atıldıktan sonra ise bu sefer örgütün yabancılaştırma etkisini görüyoruz. hareket içerisindekilerin aşık olmamaları, sevişmemeleri, alkol almamaları vs tam olarak sovyetik örgütlenme yapısının artık muhafazakar addebileceğimiz yapısından kaynaklanmakta ve yine bir tektipleşmeye sebep olmaktadır. yani cemal bir yabancılaşmadan kaçarken bir diğerine de farkında olmadan girmiş durumdadır. bu hareketin yarattığı idealize edilmiş devrimci karakter ise yine bir nevi "şeyleşme" olarak kabul edilebilir. ancak cemal'in bir şansı var mıydı? bence yoktu. mücadeleyi şehirde yürütmek yerine en azından kendisini daha özgür hissedeceğini düşünerek hikayenin sonunda dağa çıkmakta ve hem devletin hem de belki de bu yanıyla şehirdeki hareketin baskısından bu şekilde kaçmaktadır.

    ayrıca solcu argümanlar üzerinden kendi örgütlerinin "en haklı" örgüt olduğu kavgasını yapan fraksiyonlara temas edilmesi de güzel bir ayrıntı olmuş. son olarak "sınıf intiharı" sorusunu sorduğu için dalga geçilen arkadaşın durumunu çok gerçekçi buldum.kendi gözlemlerim de bu tarz toplantılar içinde birazcık farklı bir soru soran veya farklı bir fikre sahip olanların topluluğun antipatisini topladığını gözlemledim.

    velhasılı kelam iyi bir filmdir ve toplumla daha çok buluşma şansı bulup olaya tamamen yabancı olan türk halkının filmler, belgeseller, kitaplar üzerinden hemen yanıbaşında yaşanan tüm acılardan haberdar edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
  • filmi henüz bitirmedim. zaten son zamanlarda bir oturuşta bitirdiğim film nerdeyse yok. neyse filmin yarısından fazlasını geçtim. ama buraya, izlediğim yere, kadar olan kısmındaki iki sahne bence filmin ve de cemal in yaşadığı tarzda o güne kadar inşa edilmiş yapay kimliğin yerle bir olmasını sağlayan kişilik ve kimlik sorgulamasının, cemal benzeri birçok kürt açısından kendi hayatında izdüşümü var. birincisi cemal in kürtlüğünü kabul etmeyişine son noktayı koyan abdülbaki nin cemal e "senin anenin adı ne" ve aldığı cevaptır. gerçekten de cemal in annesinin adı, birçok kürt ün olduğu gibi, gerçekte başka kimlikte başkadır. ismi kimlikte mehmet olarak geçen bir kürt, eğer ki kürtçe ve kürtlüğün hakim olduğu bir çevrede büyümüşse adı gerçekte mehmet değildi. "mihemed" dır, "hem" dır, "hemo" dır, "hemûş" dır, "mem" dır, "memo" dır. kimlikte ismi mustafa geçen birisinin ismi mistefa, mıç, misto dır. ismi hatice olan birinin ismi gerçekte xec, xeyce dır. ismi ayşe olarak geçen birinin ismi ewêş, eyş, eş dır. ama hepsi bu isimlerin kürtçe de geçtiği gibi değil türkçe de geçtiği gibi geçer. üstelik bu cemal de olduğu gibi kürtler de genel olarak kanıksanmıştır. çünkü çoğunlukla köyde yaşayan kürtler in resmi daireye işi düşmesi dışında pek bir anlamı olmayan kimlikteki adın pek bir önemi yoktur. ta ki kürtler resmi, kamusal alana çıkana kadar. yani kürtler kamusal alana çıktığı anda aslında kendisinden ne kadar çok şeyin alındığının, değiştirildiğinini farkına varmaya başlar/başladı. cumhuriyetin ilk yıllarındaki içinde dini öğeler de barındıran isyanlardan sonra suskunluğa geçen kürtler in 1960 larda tekrardan hareketlenmeye başlamasının, kamusal alana çıkınca kürtler in kendi kimlikleri ile ilgili bir farkındalık geliştirmeye başlması ile yakından ilgisi var. devlet istediği kadar kürtçeyi yasaklasın, istediği kadar kimlikteki adını değiştirsin, istediği kadar şehrinin adını değiştirsin. o zaten kendi sosyal çevresinde yine kürtçe konuşuyor, arkadaşına "memo haydê em herin rihayê"(mehmet haydi urfa ya gidelim) diyordu. ama şehirleşme, okullulaşma, mektepli olma kürtlerde asimilasyon sürecini hızlandırmışsa da, paralel bir farkındalık geliştirerek kürtler in uyanmasına neden olmuştur. yani cemal in annesinin adının kimlikteki hali ile gerçekteki hali kendisine[ ve de benzer şeyi yaşamış kürtlerin] resmi ve gayrı resmi konumunu tüm çıplaklığı ile yüzüne vurmuştur.
    mehmed uzun un kendi adına benzer birşeyden bahsettiği hikaye için:(bkz: #8150959)

    bir diğer sahne otobüste kürtçe konuşan kürtler in otobüsten atılmasıdır. bu olayla birlikte cemal in tüm kabulleri, varsayımları yerle bir oluyor. yani etliye sütlüye karışmayan kürtçe konuşan makbul bir türk olarak kalmayı yeğlese de, bunun öyle kolayca kabul edilen bir şey olmadığı gerçeği ile yüzleşiyor. yani sık sık tekrarladığı üzere o kürtçe konuşan herkes kürt olmak zorunda değil sanıyordu. ama kürtçe konuşup türküm diyen herkesin türk olması da öyle kolay değildi. bir kere öyle ulu orta konuşmayacaksın," burası türkiye, burda türkçe konuşulur". bu sahnenin yaşanmamış olduğunu, halen yaşanmadığını söyleyebilir miyiz?. bu sahne resmi, gayrı resmi kanallardan fazlasıyla yaşandı. yaşanıyor.

    (bkz: kendini türk sanan kürtler/@cyrus the virus)
    unutmuşum ama bir üçüncü sahne daha var. o da trt dedki yaşlı amcanın bilimsel verilere dayanarak ortaya attığı kürtçe yoktur iddası.
    (bkz: sözde kurt alfabesi)
    zaten çıkan bu kavgadan sonra köyünden gelip, tutulduğu fırtınanın ardından kendini hiç ummadığı yerde bulan cemal in hikayesindeki geri dönülmez süreç başlıyor.
  • öğrenci muhalefetinin 80 sonrasında bahar eylemlerinin ardından yükselişinin 92 itibariyle yaşadığı ilk çöküşe tanıklık eden bir film. film o dönemi çoğu doğu kökenli kürt ve pkk sempatizanı (hatta pkk'li) bir grup öğrencinin gözünden ve örgütlülüklerinden anlatıyor. o dönemi ve daha sonraki dönemleri yaşamış üniversiteli devrimcilerin muhakkak izlemesi gereken bir film. muhtemelen kendisi de böyle bir örgütlülüğün içinden gelen yönetmen kasım öz o dönemin tipolojilerini ve süregelen tartışmaları yansıtmaya çalışmış. kürt sorununa çatışmaların en yoğun olduğu dönemden üniversiteli bir bakış.

    üniversite olarak istanbul üniversitesi' nin seçilmesi filme çok hoş dekorlar sağlamış. ayrıca o dönemin havasının yakalanması için iç ve dış mekanlarda, giysilerde ve dilde özenle çalışılmış, bayağı emek verilmiş. pastel renkler bana o yılları bir daha yaşattı.

    yalnız filme o dönemin öğrenci hareketini görmek için gidenler biraz hayal kırıklığına uğrayabilirler. dediğim gibi film daha çok yurtsever kürt öğrenci hareketine odaklaşmış ve genel bir perspektif sunma niyetinde değil. ancak örgüt içinde yaşanan tartışmalar ve karşılaşılan durumlar çoğu kişiye tanıdık gelecektir:)

    film de ne yazık ki karikatürleştirilmiş tiplere ve davranış kalıplarına rastlamak da mümkün. bu toprakların filmi olduğu için arabeskleşmek ve derinleşememek bence bazı durumlarda göz ardı edilebilir.

    yalnız film 'dağa çağrı' yla bitiyor ki... o dönem yüzlerce üniversiteli yurtseverin uyduğu bir çağrı.
  • dogrudan eksisine yöneliyorum: söyle bir gecerken dönemin apolitik gencligine de ugrayayim, diskoya, bara giden ögrencileri bos bombos tipler olarak yansitayim sekilciligi yakismamis. köyden gelen cemal´i o ortamlarin acmamasi gayet dogal ancak sehirde büyümüs gencleri de sazli-sözlü mekanlarin acmasini beklemek, dahasi bunu olumsuzlamak, bagdas kurup baci derdik klisesiyle ayni potada eritilebilir.
  • filmde yansıtılan cinsellik ve romantizm, alkol vs. üzerindeki görüş ve uygulamalar ne sadece o dönemle ne de yurtseverler ile kısıtlıdır, bu ülkede pek çok sol örgütlenme bu tür olguları inatla "yozlaşma" veya "batının ahlaksızlığı" olarak addetmiş, sovyet tarzı bir bireysizleştirmeyi uygun görmüştür, halen daha görenler de vardır. (eşcinselliğe kapitalizmin oyunu diyen bile çıkar.) belki dışarıdan bakanlara samimi veya anlamlı gelmiyordur ama, yaygın kanının aksine bu filmde ağır basan yön dağa çağrıdan ziyade çok detaylı olmayan, belki naif bile diyebileceğimiz (xyz sebepler ile mükemmel anlatılamamış ama iyi kötü derdini ifade edebilen) bir özeleştiridir.

    ah bir de keşke adam gibi okusaydılar, ağalarının, paşalarının, böyüklerinin arzu ettiği gibi dümdüz birer insan olsaydılar sisteme şirk koşmayarak, verilen kimliği sorgusuz sualsiz kabul ederek, keşke di mi? işte oturup bir düşünmek lazım, belki bunu en çok isteyen de yine o insanlardı ama bazen ışığın varlığına dair en ufak bir ihtimal dahi görülse karanlığa biat etmek zor gelir. pembe dizi izleyen teyzeler gibi yorumlamadan önce azıcık düşünmekte fayda var.

    şöyle de bir edit: eleştirilen noktalardan birisi bilhassa dikkatimi çekti, sarışın (beyaz) türk öğrenci üzerinden yapılan genelleme. şöyle ki, bir istanbul üniversitesi mezunu olarak (hatta edeb.fak. öğrencisi olarak) bu steryotipi görmemiş, duymamış olsam "abartı" derdim. hadi mevzubahis filmin geçtiği dönemden takriben 10 sene sonra geçmiş olsam da o sıralardan, bazı şeyler kolay kolay değişmez. dikkat edilmesi gereken birinci nokta; alanı, zamanı kısıtlı olan bir medya üzerinde her karaktere ve olaya tek tek analiz yapmak biraz lükstür, sinema olsun heykel olsun fark etmez, biçim içeren bir öğede öyle ya da böyle genelleme yapmak mecburidir, mesajı en kısa yolla vermenin yolu odur. bu bir nevi anlatı aracıdır aynı zamanda. çok doğru demiyorum, ama o kadar da yanlış değil. ikinci nokta ise bu genellemeye takılarak aslında orada daha fazla önem taşıyan bir mesajı kaçırmak, cemal boş kağıt verince kimsenin onu iplememesi, lakin genç kızımız çıkmaya çalışınca "senden beklenen bu değil" uyarısı ile karşılaşması. akla kara gibi sunulan bu iki karakterin birbiri ile iletişime geçmesi her iki tarafın da engellerine takılıyor.
  • kazım öz'ün senaryosunu yazıp, yönettiği film. eylül'de gösterime girmesi bekleniyor.
    90lı yılların ünversite öğrencileri üzerinde durmuştur.
    oyuncu kadrosu :

    sinan bengier
    ali sürmeli
    cahit gök
    havin funda saç
    selim akgül
    asiye dinçsoy
    ali geçimli
    kadim yaşar
    bertan dirikolu
    engin emre değer
    volga sorgu
    feyzullah gürdaş
    ececan gümeci
    çağlayan bozaci
    zelal maraşli
    muhlis asan
    turgay tanülkü
    ümit çirak

    web sitesi:
    http://www.firtinafilmi.com/tr/anasayfa.aspx
  • --- spoiler ---

    filmin başındaki köy ovacık tarafları mıydı? sanırım değildi, bilemedim.

    "parti"ye giden yolu şirin güzel ve haklı gösterdiği için eleştirilmesini, kötü gözle bakılmasını anlarım bu filmin ama sırf bunun için gayet net ve doğru yansıttığı olayların da üzerini çizmemek lazım.

    sözde ülkenin en modern medeni demokrat aydın iline geldiğimde ilk sene doğru düzgün kimse kapı açmadı yüzümüze. ne teröristliğimiz kalmıştı ne bir şey. hani olsak eyvallah, sonuçta kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama bölgenin nadir tipik chp'li ailelerindendik. aydın demokrat insan ön yargılı davranmaz, ayrımcılık yapmaz, geçiniz.

    otobüs sahnesi abartılı gelmiş. bizzat balçova otobüsünde şahit olmuşluğum var. yaşlı bir teyze ve -sanırım- torunuydu, o sahnedeki kadar da ses çıkarmıyorlardı. atılmadılarsa da atılmaktan beter edildiler.

    doğuda bir evde atatürk portresi abartılı kaçmış. bugün git dedemin tunceli'deki evine, duvarda atatürk portresi var. ha bu stockholm sendromu mu, helsinki humması mı onu ayrı tartışırız.

    polis kötü gösterilmiş. onlarca yıldır sokakta, karakolda ve çeşitli yerlerde insanları döven taciz işkence eden öldüren tecavüz eden, okul bahçesine dalıp panzer ile çocuk [(bkz: sevcan)ezen], kadını linç edip öldü* diye çöpe atan kiribati polisi zaten.

    türklere sığ bir bakışı var filmin. genelleme yapması üzücü gerçekten, gerçi hızlı solcular arasında türklerin olduğunu da göstermiş. yıllardır elimden geldiğince toplumsal gösterilere giderim. alsancak, basmane kapısı, konak. kitle o kadar az ve aynı ki bir süre sonra hep tanıdık yüzleri görmeye başlarsınız. 3 blok ötede insanlar eğlenirken arada facebook'tan hükumeti eleştiren videolar görseller, slogan laflar yazar paylaşırlar. sen de parasız eğitim, soma'nın hesabı sorulsun, gezi'de ölenler unutulmasın vb diye yürür dayak yersin. hadi yine de genellemeyelim biz.

    örnekler çoğaltılabilir, çoğaltılabilir de zihniyetler değişir mi bilmiyorum. çünkü bu yaşananlar çoğunluk için hiçbir şey ifade etmiyor, muhtemelen inanmıyorlar da zaten. birilerinin akıllarının almadıklarını sen bizzat yaşıyorsun, böyle de adaletsiz acımasız bir dünya burası.

    insan, bizzat görmediği bilmediği tanık olmadı tanımadığı, insanlar kentler olaylar süreçler ile ilgili ahkam kesmemeli. sırf sen yaşamadın diye bir olayı olmamış kabul etmek cahil zihnin en seksi yansımalarından biridir.

    neyse, kime ne anlatıyorsun, akçaabat sebatspor geldi aklıma yersiz. akçaabat köfte, bir de vakfıkebir eppek.

    oyunculuklar ise benim hoşuma gitti, genelde beğendim, özellikle asiye dinçsoy iyi bir performans göstermiş. yabancı dil konuşulan kısımlarda türkçe alt yazı olmalıydı, umarım kasti değildir. 90'lar kokusu iyi verilmiş. ya o yılların standart tv görüntü kalitesi vardır, o görüntü kalitesinde dünyanın en tatlı filmini, dizisini, haberini izlettir bana yine de bir ürperirim, öyle de özledir benim için.

    cemal keşke o arada kalmışlığa direnmeyi başarıp okuyup büyük adam olsaydı. bu da ayrı deryadır, yine başka bir zaman değiniriz.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap