• sadece ilk sayfayı okudum. ruhuma temas eden el çok tanıdık. elbette kitap bittikten sonra düzeltilecek bu entry ama yer tutmak istedim. bilge karasu lezzeti ve tedirginliği bıraktı bende okuduğum birkaç cümle bile.
  • düşünce akışı ve bu akışı soyutlama becerisinin ciltlenmiş halidir bu kitap. önemli olan anlatılanın ne olduğu değil, onun nasıl anlatıldığıdır. hasan ali toptaş'ın kelimelerini, bir virtüözün notaları kullandığı gibi oraya, orda olması gerektiği için yerleştirdiği ve birçoğunu da boşluklara gizlediği bu roman hikaye anlatıcılığının* apayrı bir sanat haline nasıl geldiğini ispatlıyor.

    bütün o koşuşturma, hengâme ve belirsizlik içerisinde ise nihai sonda okuyucu "hasanım ali"nin ustalığına mı, yoksa anlatılanlar neticesinde gelinene mi bilinmez; bu okuma keyfi, kalp atışlarını hızlandıran satırlar bitiminde bir damla gözyaşını bir borç ya da bu eserin karşılığı gibi son sayfaya damlatıyor.
  • tam anlamıyla fantastik bir dili var. ecic bücüc nesneler, canavarlar, kılıçlar vs.ler olmadan, gayet dünyevi ve günlük mevzuularla da nasıl bilim kurguya yaklaşılabildiğini gösteriyor bu kitap dediğim kitap.

    hasan ali toptaş'ın klasik olmaya yakın bir anlatımı var, sonsuzluğa nokta ve bin hüzünlü haz ile aynı tadı aldım mı bilemiyorum ama onlar kadar sürükleyici olduğunu söyleyebilirim. sonra efendime söyleyeyim, yazının ulaşaılabileceği sınırların sonsuz olduğunu, toptaşın bu sınırları zorladığını, ne kadar doğuya gidilirse sonunda batıya ulaşılacağını da söyleyebilirim. ("oraya doğru fazla gidersem, buraya dönmem coğrafya gereği" *)
    hatta uykuların doğusunda aslında uyuyamama krizleri olduğunu... kitabın dönüp dolaşıp aynı yere geldiğini...
  • hem de merkezinde hissediyorum, vah bu ne acayip şey böyle diye düşünmüş ve öyle düşündüğü sırada hemen yanıbaşında bitiveren bir monçiçi dans edip göbek atarak söylediği şarkısında, bu da işte eninde sonunda mavi bir kitaptır diyormuş ve arada sanki üfür üfür ipe diz tekniğiyle de yazılmış gibi bir havası vardır demiş ve efendime söyleyeyim, monçiçinin göğsünden çıkan üç kelebek hep birlikte sigur ros'tan glosoli'yi söylemeye başlamışlar. kitabın kapağını açtığı anda kendini bir hikayenin ortasında bulmuş da, önce tereddüt edip acaba hikayenin başında mıyım yoksa ortasında mıyım yoksa en sonuna geldim de daha bir şey anlamadım mı diye düşünmüş, öyle düşününce de şaşırıp bu nasıl iştir diye merak etmiş, dönüp dönüp okuduğu cümleleri pek bir beğenip ah bunları okurken kendimi hayatın hem taşrasında
  • son zamanlarda yazılımış en büyüleyici ve bence süpriz türkçe yazılmış roman.... anlatımı, kurgu ve imgelem muhteşem....
    yazarını bursa kitap fuarında elince chestirfield paketi ve kahvesi yakalayıp sorguladım adam manyak tatlı biri....
  • hasan ali toptaş' ın akıllara zarar romanı. o yağmurla beraber ben de yok oldum adeta, ben de savrulup gittim. romanda en sevdiğim bölüm ise sonlara doğru;

    --- spoiler ---

    ana karakter dayısından bahsediyor. serseriydi, her gece arkadaşlarıyla içerdi ama eve döndüğünde yatmadan önce mutlaka kitap okurdu.

    --- spoiler ---

    diyor ki bence romandaki en hoş ayrıntılardan biri.
  • "bir bakıma, insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykuda oluyor, diyordum."
  • "bir hikaye sonsuzmuş gibi göründüğünde, kendine ulaşmış demektir çünkü. bu da, az şey değildir hikaye açısından. bilirsin, ne kadar çırpınırsa çırpınsın, kendine ulaşamayan bir hikaye başka noktalara da ulaşamaz."
  • bir hasan ali toptaş romanı. toptaş'ın bu son romanında dilinin bütün taşları yerine oturmuş görünüyor. olay kurgusu zor izlenen hayal ve gerçeğin içiçe geçtiği, birbirinde kaybolduğu ve okuyucuyu sıklıkla yanılttığı bir roman. dolayısıyla dil bakımından beklentileri olan edebiyat okurunu doyuran lakin olay örgüsü üzerine odaklanmayı seven okuyucuları sıkması muhtemel bir yapıt ortaya çıkmış. ben dilin çok önemli olduğunu düşünürüm, lakin olay örgüsünün de akışkanlığı hele zevkle bir romanın başına oturmuşsam, ziyadesiyle önemsediğim bir şeydir. ne yazık ki ikinci husus hayal ve gerçek, uyku ve uyanıklık münakaşaları içinde heba edilmiş görünüyor. bu arada yazar kendini de bir karakter olarak romanın içine yerleştirmiş, bu da tercih etmediğim bir şey, yazarım romanın içinde kendini anlatması, masa başında çektiği varoluş azapları falan... sevmiyorum bu durumu.

    özet: hasan ali toptaş her halükarda bu ülkenin en iyi romancılarından biridir.
  • yarım kalmış bir cümleyle başlayıp yarım kalmış bir cümleyle biten kitap. bu parçalar aynı cümleye ait, dolayısıyla elinizde başı sonu olmayan bir kitap var. bir rüyayı andırıyor olmasına rağmen öyle olmak için bile çok tuhaf.
hesabın var mı? giriş yap