• ergun çağatay bir fotoğraf sanatçısı. 15 ocak 1937 izmir doğumlu. robert kolej'den mezun olduktan sonra üç yıl istanbul üniversitesi hukuk fakültesi'ne devam etmiş. 1964'te bir reklam ajansında metin yazarı olarak çalışmaya başlamış, sonra fotoğrafa geçmiş. 1965'te hürriyet haber ajansı, 1966'da associated press ile çalışmış. bağımsız fotoğrafçı olarak çalışmaya başladıktan sonra 1974'te avrupalı dev haber ajansı gamma'ya geçmiş. 15 temmuz 1983'te, ermeni terör örgütü asala'nın orly havaalanındaki saldırısında ağır yaralanmış. aylarca tedavi görmüş.
    kömür adam görüntüsünden kurtulmak için 12 kez ameliyat olan çağatay'ın tam anlamıyla düzelmesi beş yılını almış, ellerindeki yanık izleri hâlâ duruyor. paris'te hastanede yatarken bir kitap hazırlama fikri gelmiş aklına ve uzun süre bu kitabı kurgulamış kafasında.
    dediğine göre içindeki hınç, öfke dinmemiş.

    "fransa, asala'ya göz yumuyordu, olan bitene seyirciydi. nitekim mahkeme kayıtlarında da çıktı bu ortaya. onların bakış açılarını çok iyi biliyorum. iki yılın sonunda ellerimi çalıştırabildim. belime kadar sargılar içindeydim, ellerimin tamiri için vücudumun çeşitli bölgelerinden parçalar almışlardı. yanık içindeydim. sabahleyin banyodan sonra dışarı çıkmam, sargılanmam iki saat sürüyordu. uyandığımda ellerim kaskatı oluyordu, özel bir kremle masaj yapa yapa parmaklarımı oynatabiliyordum. bardağı dahi elime alamıyordum. 'fotoğraf hayatım bitti' diyordum. ellerimi hep çalıştırdım. ellerim kabarmasın diye özel bir eldiven kullanıyordum. ben bu katliamın altında kalmamak için bu kitabı bitirdim. küfretmek değil ama 'benim senden aşağı kalır yanım yok!' demek için..."

    'benim senden aşağı kalır yanım yok!' demek için..." bitirdiği kitabın adı: the turkic speaking peoples. peki adı niye ingilizce.
    oraya da geleceğiz efendim.

    ergun çağatay'ın kitabının amacı, çin'den adriyatik'e kadar, türklerin ve kültürünün ulaştığı ve yaşadığı yerlere gidip fotoğraf çekmek.
    çağatay bu uğurda 110 bin kilometre yol kat etmiş. tam 50 bin kare fotoğraf çekmiş ve neredeyse 500 bin dolar para harcamış.

    bu fotoğraflara yerli ve yabancı 34 yazarın makaleleri eşlik etmiş ve kitap ortaya çıkmış.
    14 yılı aşkın bir süre uğraşmış bu proje için. ve bilin bakalım bu kitap bittiğinde ne olmuş? çağatay bu kitabı yayınlatacak türk bulamamış!!!
    her tarfından milliyetçilik akan o kadar türk politikacı, sanatçı, belediye başkanı, gasteci, zengin, yayıncı, karadenizli falan varken, çağatay'ın bu eserini kalkmış alman prestel yayınevi çıkarmış. bu arada kitaba hollanda kraliyet vakfı da sponsor olmuş.

    kendi deyimiyle: batıya kafa tutmak için amacıyla yola çıktığı halde, batılılar sayesinde kitabını elinde tutuyor olmak ağrına gidiyor.

    bu kitabı ortaya çıkarana kadar kendi ülkesinde nice bakanın makamında boşuna dil dökmüş, nice zengine el açmış çağatay. "bir dilenci gibi dilendim ama sonuç alamadım" diyor kırgınlıkla kızgınlık arasında gidip gelirken. "belki de kitabınızın içeriğini iyi anlatamadınız..." gibi yara kaşıyan bir cümle tüm yorgunluğunu açığa çıkarıyor: "hayır. çok ayrıntılı anlattım. bizde kendi kültürüne, kendi kökenine karşı bir ilgisizlik var. acı ama öyle. bir de tarif edilemez bir avrupa hayranlığı var. belki bir zamanlar bende de vardı ama yurtdışında yaşadıktan sonra o insanların bizden daha üstün ya da farklı olmadıklarını gördüm. bizden daha akıllı çalışıyorlar sadece, o kadar.
    bu projeyi anlayan ve ilk mali desteği veren, dönemin (1992) başbakanı erdal inönü oldu. o, bu işe çok inanmıştı. başbakanlık tanıtma fonu'ndan 150 bin dolar verilmesi vaad edildi (sonuçta ne olduğunu aşağıda takip edebilirsiniz). elbette devletin verdiği parayla proje tamamlanamazdı. geriye kalan parayı dilenerek elde ettim. bazı kereler, kazandığım parayı bu işe koydum. üçgen inşaat dışında kimse destek vermedi. koç holding'in verdiği iki cip sayesinde orta asya'da dolaşıp fotoğraflar çekebildim."
    çağatay, kitabın editörü prof. dr. doğan kuban'la oturup türklerin kültürel macerasını açıklayabilecek başlıklar belirlemiş. amaç, türklerin izini sürmek, asya'dan balkanlara kadar uzanan 2 bin yıllık türk sanat ve kültür hayatını enine boyuna irdelemek. türklerin sınırları, konuştukları diller, göçebelik kültürü, islamiyet öncesi asya steplerinde göçmenler, türk-pers gelenekleri, perslerin türk edebiyatındaki izleri, güney avrupa'da türk göçmenleri, islamiyet öncesi türk-arap ilişkileri ve arapların türkler üzerindeki etkileri, avrupa tarihinde türkler, uygurlarda maniheizm ve budizm, sibirya ve orta asya'da şamanizm ve türkler, anadolu alevileri, hıristiyan türkler, anadolu'da türk mimarisi kitapta yer alan konu başlıklarından bazıları. bu makalelerin 24'ünü dünyaca tarafsızlığıyla ünlü batılı ve doğulu bilim adamları yazmış. merhumtuğrul şavkay'ın hem göçebelik, hem cumhuriyet dönemindeki türk mutfağını tanıttığı yazısı ise kitabın bonusu.
    kitabın içeriği netleşir netleşmez çağatay, fotoğraf çekimi için yola koyulmuş. iran'dan kuzey moğolistan'a, özbekistan'dan tataristan'a kadar asya'da türkçe konuşan tüm ülkeleri karış karış dolaşmış. dil konusunda pek zorlanmamış. "kıpçak ve oğuz türkçesi var. gramer aynı, cümle yapısı aynı, kelimeler değişiyor. eğer kulağınızı bu işe verirseniz, anlamak isterseniz bir süre sonra adamın şivesini alıyor, yeni kelimeler öğreniyorsunuz. mesela 'karnım acıktı' yerine 'aş kazanım boşaldı' diyor. özbekistan'ın doğusunda yumurtaya 'tohum' diyorlar. konuşulanların yüzde 40'ını anlıyordum. zaman zaman tercümanla dolaştım. türklerin dünyasında kadınların önemli bir yeri var, kadın kesinlikle ikinci sınıf vatandaş değil. hacı bektaş veli, müritlerine 'kadını okut' der. 1300'lerde söylenmiş şık bir laf...

    musevilik, maniheizm, budizm, şamanizm, alevilik, hıristiyanlık; bizde her din var. anadolu aleviliği mesela kendine has bir dindir, iran'dakine benzemez. şamanlığın izleri hâlâ sürüyor. bizdeki ağaçlara adak adama hikâyesini birçok yerde gördüm. kitapta çeşitli bölgelerden çekilmiş fotoğraflar, şaman geleneğinin bir biçimde devam ettiğini gösteriyor. tuva'da bir kadına neden ağaca kumaş parçası bağladığını sordum. onlara göre her şeyin bir ruhu var, dağın da ruhu var. dağ kendisini kabul ettiği için mutlu olduğunu, ona teşekkür ettiğini göstermek istediğini söyledi."
    tuva'dakiler sanki türklerin ilk halleri gibi, daha yabaniler. türkiye'ye yaklaştıkça daha rafine gruplar çıkıyor. türklerin en büyük özelliği, yerleşik grupların arasında kaynaması. yerleşik düzene eklemlendikçe onların şeklini alıyor. elbette katışıksız türk yok, olması da imkânsız. hele türkiye'de hiç yok. ben kafatasçı ideolojiye inanmıyorum. kendini türk hisseden türk'tür, ayrımcılığa karşıyım. türkiye'de birkaç kuşak ötesine gidebilecek, soy ağacını çıkarabilecek kaç kişi var? göçerliğin getirdiği bir dinamizm var, ama kurumsal bir güven yok. bu nedenle kendini savunmak zorunda kalıyor, gayet sert ve vahşi bir tip oluyorsun. göçer oldukları için türklerin kendilerini koruma/savunma/el atma duyguları çok gelişmiş. üreten ve yaratan tipler değiller; hep alma, koparma var. biz ilk kez atatürk sonrası üretmeye başladık.

    kitap ile ilgili konuşan ergun beyin, özellikle türkler ve yalan konusundaki görüşleri çok ilginç:

    "onca yıllık asya macerası sonunda türklere ve türklerin dünyasına dair çok şey öğrendim. yolculuğum sırasında bazı davranışlarımızın sebebini öğrenmeye başladım. dünyada tüm uluslar yalan söyler, fakat bizim gündelik hayatımızda yalan çok daha fazla ve gereksiz yere kullanılıyor. bunun nedeni göçerlik. steptesiniz, dört-beş aile kalıyorsunuz, bir baskın oldu gece, sağ çıkmanız lazım. ayakta kalma içgüdüsüyle yalan söyleyecek ya da şiddete başvuracaksınız. dünyanın her yerinde türklerin yalan söylerken mimikleri aynı, gözlerini kaçırıyorlar."

    böyle bir kitap ortadayken bunu almanlar ve hollandalıların sahiplenip bastırmış olması insana ister istemez türk ve yalan kelimelerini yanyana düşünmeye itiyor.

    acaba o her fırsatta ne kadar milliyetçi olduğunu sergilemekten kaçınmayan devlet yöneticilerimiz, iktidarda olsun muhalefette olsun fotoğraflarını her fırsatta ay yıldızın önüne bastırıp posterleten politikacılarımız acaba bize yalan söylüyor olabilirler mi?
    uyduruk sanatçılığını paraya çevirebilmek için her fırsata türk milliyetçiliğini ön plana çıkaran tipler acaba her gün ekranlardan bize bakıp açık açık yalan mı söylüyorlar?
    ya da, eninde sonunda sembolik değeri olan bayrağımıza en ufak bir saldırıda, önüne geleni öldürecek kadar saldırganlaşan ve bunu milliyetçilik adına yaptığını iddia eden kalabalıklar yalan mı söylüyor.
    ya da yalan söyleyemediği zaman yaptığı gibi şiddete mi başvuruyor?
    acaba gündelik hayatımızda en çok kullandığımız yalanların başında milliyetçi olduğumuz iddiası geliyor olabilir mi?
    bence olabilir. ya da milliyetçiliğin m'sini bilmiyoruz.

    benim anladığım milliyetçilik, ergun çağatay'ın milliyetçiliği kardeşim.
    kendisini 5 yıl hastaneye mıhlıyacak kadar büyük bir travmadan çıkıp, bunu yapan ermenilere olan hıncını önüne gelen ermeniyi öldürmeye değil, böyle bir alana kanalize edebildiği için böyle.
    milliyetçiliğini sembollerle, şekilcilikle (bayrak, istiklal marşı vs...) sınırlamadığı, bir milliyetin varoluşundan bugününe kadar karanlıta kalmış kültürünü araştırıp hayatını buna adadığı için böyle.

    bunun yanında, her gün gazetelerde, televizyonlarda, meydanlarda, götten uydurulmuş şarkılarında, sakarya'da, trabzon'da, kırklareli'nde, ankara'nın ortasında, milletin meclisinde, elinde urgan kürsülerde, santori kilisesinde, şişli'de, argos'un önünde, türk bayrağının önünde billboardlarda milliyetçilik şovu yapanların topu da soytarıdır.

    ben dahil, ortalıkta türk kültüründen ve değerlerinden bahsedip dolaşan ve ama bu kitap ve benzerlerinden haberi bile olmayan bütün kitleler ve hatta sen de, en hafif söylemle ahmaktır.

    tüm bu yazının ana fikrini anlayamayanlar için açıklama:
    olay tabi ki sadece bu kitap değildir.
    ama bu kitap her şeyin bir özetidir. sonuç olarak bu kitabı almanlar ve hollandalılar basmıştır, türkler dönüp bakmamıştır bile. o yüzden hiç kimse kalkıp 'ben milliyetçiyim' diye dolaşmasındır artık memlekette.

    evet, sinirliyim.
    bu kadar sık ortaya atılan bir şeyin içi bu kadar boş mu olur be kardeşim?

    her bir yan türk milliyetçisi dolu ama altı öyle boş ki. zaten içi hiç bir zaman pek dolmamıştı ama, son 25 yılda herşeyin içi boşalırken türk milliyetçiliği de tam takır kuru bakır hesabı kurudu gitti. ankara'nı barajları hesabı.
    ha bu arada o gökçekde çok acayip milliyetçi bi adam ha. hem komunistlere de karşıdır kendisi, aman destekleyin!

    ek: ergun çağatay'a bu çalışmaları için erdal inönü'nün başbakan yardımcılığı sırasında basbakanlik tanitma fonundan 150 bin dolar verilmesi karara baglandi. kultur bakanliginin takip ettigi projenin ancak 100 bin doları ergun çağatay'ın eline geçti. daha sonraki yıllarda devletin çeşmesinin başını tutanlar kitap tamamlandiginda geri kalan paranın verilmemesi ya da en azından kendilerine de bir şeyler koklatılmadan verilmemesi için ellerinden geleni yaptılar. sonuc olarak ergun çağatay'a verilmesi gereken 50 bin dolar, bir şekilde hazineye geri verildi. böylesine önemli bir çalışma içine giren çağatay, sonuçta devletin çarkları içine girince bunun ne demek olduğunu iyi anlamış olsa gerek, zira devletin vaad ettiği 50 bin dolara güvenerek haraket etmesi kendine pahalıya patlamış oldu. 50 bin doların verilmemesi ötesinde bildiğim kardarıyla şu sıralar hala vergi ve sigorta primlerini ödemeye çalışıyor. özetle, her zaman olduğu gibi alnının akıyla bir iş yapmaya çalışan insanlara destek değil köstek olma geleneği ergun çağatay özelinde de devam etmiş oldu.
  • nihayet türkçesi tetragon yayınlarından, türkçe konuşanlar* adıyla çıkmıştır.
hesabın var mı? giriş yap