• 10 dakikalık kısa teneffüsün sonsuzmuş gibi gelen dakikalarına sebep olan ilkokul aktivitesi.

    çok değil daha 12 – 13 sene önce girmişti taso denilen günde dört öğün cips yeme sebebi hayatlarımıza.
    ...

    babamın işten dönerken getirdiği poşetin içindeki cips paketlerinin hışırtısı. ne akşam yemeği için annemin hazırladığı patates-köfte, ne 19:00 haberleri öncesi televizyonda yayınlanan tsubasa’nın eski bölümleri ne de hocanın verdiği çarpım tablosunu ezberleme ödevi umrumda. aklımdaki tek şey cipsin içinden çıkacak olan taso. belki bi süper taso çıkar ya da bugs bunny karakterinin kırmızı halkalar içerisinden kafasını çıkarttığı mega tasolardan bir tanesi.
    annem “oğluşum akşam yemeğinden önce cipsini ye ki iştahın açılsın” diye bana içeriden hoş sesiyle sesleniyordu sanırsam, bu kısmını pek hatırlayamıyorum… babam ekmeği keserken ben de cips paketini alttan sıkarak patlattım. yere düşen cipsleri kardeşime verdikten sonra, cips denilen taso’nun yanında verilen çerezleri yemeğe başladım. paketin dibinde 4-5 cips daha kalmıştı ki dipteki yeşil renkli normal taso s.k gibi bakıyorduk bana. biraz hayal kırıklığıyla elime alıp üzerindeki baharat, yağ ve kırıntıları yalayıp taso poşetimin içine attım.



    annemim öperek uyandırdığı başka bir hafta içi sabahı üstelik cuma günü de değil, cumartesiye daha üç kocaman gün var. bir yandan üstümü giyinirken bir yandan da annemin hazırladığı ballı ekmeği yiyorum. ders programının altına astığım çalışma programına kayıyor gözlerim; her gün okuldan sonra bir saat matematik bir saat türkçe bir saat hayat bilgisi yazıyor. ben ise hergün 4 saat beden eğitimi çalışıyorum.
    çarşamba gününün derslerine bakıyorum. okulların beş ders olduğu vakitler hala. kalleşçe sıralanmış hayat bilgisi, matematik, türkçe derslerinin arasında sıkıştırılmış müzik dersi bana mutluluğu hatırlatıyor. ama eminim hülya hoca müzik dersinde matematik alıştırması yaptıracak. çarşambalardan nefret ediyorum.
    geçen seneki defterimin en arka sayfasından kestiğim çarpım tablosu elimde, boynumda ninja kaplumbağalı suluk (düğmesine basınca kapağı açılanlardan), yumurta kokan beslenme çantası ve sırtımda kemiklerimin toplamından daha ağır olan ilkokul çantası. sabah ayazında okula giderken son bir umut çarpım tablosunu ezberlemeye çalışıyorum; iki kere bir; iki, iki kere iki; dört … kendimce uydurduğum bir ritimde söyleyince şarkı gibi oluyor.



    sıkıcı geçen türkçe derslerinden sonra üçüncü teneffüs zili çalıyor. ilk iki teneffüste yaptığım taso karşılaşmalarında yenik düştüğüm için cebimdeki taso sayısı, sabahkinden daha az. futbol’da olduğu gibi tasoda da başarısız birini bulup kepmek için sınıfa bi göz gezdiriyorum. üçerli dörderli gruplar halinde sıraların başına üşüşmüş herkes. en çalışkanından en tembeline, en güçlüsünden en zayıfına herkes ince bileklerinin gücü dahilinde gaflik tasosunu, üst üste dizilmiş diğer tasolara fırlatıyor.
    murat’ı gözüme kestiriyorum. murat boycana ufak, biraz cılız ve gözlüklü bir çocuk. hobileri arasında derse katılmak, ödev yapmak, kitap okumak var akşamları hugo’yu bile izlemiyor. biraz ısrar ettikten sonra benle taso oynamayı kabul ediyor, kalabalıktan uzak, kimsenin başımıza toplanmayacağı bir sıraya geçiyoruz. cebinden çıkarttığı yepisyeni tasolara bakıyorum. belli ki hepsini cips paketlerinden toplamış, alın teriyle kazanılmış tasolar değil.
    ikimizde beşer tane normal taso koyuyoruz ortaya, yazı turayı (tas mı? res mi? ) murat kazanıyor ve ilk atışta üç tane tasoyu ters çevirip ürkek ve minik elleriyle topluyor tasoları. biraz moral bozukluğuyla sıra bana geçene kadar bekliyorum. sıra bana geldiğinde yerde kalan son üç tasoyu da ben alıyorum… resmen kepildim hem de süt murat tarafından. bi daha oynayalım diye ısrar ediyorum zil çaldı hoca gelecek diyip sırasına geçiyor.

    günlerden çarşamba, hafta sonuna iki gün, okulun bitmesine iki ders, cebimde beş tane taso var. ders zali çaldı, öğretmenler zili de çalmak üzere, hava yağmurlu eve gidince sokakta top oynayamayacağım. bazen hayat bir çocuk için ne kadar zor oluyor.
    sınıf yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladı, kızlar üzerlerinde yelekle sınıfa giriyor, berna her zaman olduğu gibi ders çalışıyor, ekrem burnunu karıştırıp kızlara gösteriyor, sınıfın en arkasından oturup kimseyle konuşmayan çocuk sırasında oturuyor, yavuz müzik dersi için getirdiği flütünün içini temizliyor, nöbetçi örgenci tahtayı temizliyor.
    bu ayrıntılar aklımı işgal ederken, kaybettiğim tasolar aklıma geliyor ve boş boş etrafa bakmaya devam ediyorum. çalan öğretmenler zili bile umrumda değil, lakin tam o sırada anlayamadığım bir gürültü sonrası ani bir sessizlik oluyor..

    sessizlik`…`

    “faruk taso kapışı yapıyooooooor!” diye yineliyor cılız bir ses.

    sessizlik`…`

    evet faruk yine taso kapışı yapıyor, o yapmayacakta ben mi yapacaktım, her gün eve iki avuç dolusu tasoyla dönüyor, hatta annesi artık ona kızıp, tüm tasolarını sokağa atıyormuş. babası panço’nun fabrikasında çalışıyormuş hergün eve poşet poşet taso getiriyormuş bizim bi arkadaş görmüş.
    bu taso kapışı, o gün kaybettiğim tasoları tekrardan elde etmem için bulunmaz bir fırsattı, hemen sıramdan fırlayıp, faruk’un çıktığı sıranın önündeki kalabalığa karıştım. aç insanlar gibiydik, üç – beş plastik parçası için gururumuzu bırakıp faruk’un elinden bize bahşedilecek olan tasolara bakıyorduk. bir ara aşık olduğum ceren’i gördüm. oturduğu yerden biz zavallılara bakıyordu, ona son bir kez kısık gözlerle kendimce etkileyici bakış attım, çantasını açıp içinden çıkardığı elmaya ısırık attı, ben de s.klemedim çok.

    şerefsiz faruk, önünde oluşan minik kalabalığa baktıkça inceden inceye bir zevk almaya başlamıştı gözlerinin içi parlıyordu, derslerdeki ve futboldaki başarısıyla (başarısızlıgıyla) yakalayamadığı popülariteyi, tasolarla elde etmişti, halkının ona yaptığı ısrarlara dayanamayarak var gücüyle fırlattı tasoları orspu cocugu. önünde bekleşen tebasını düşünmeden yapmış olduğu bu harekete hiç bozulmadık. “hücüüüüüüm” diyerek tasolara atladık. önüme düşen normal tasonun üzerine ayağımla bastım ve ivedi bir hareketle ayağımın altından alıp cebime koydum. kafamı kaldırdığımda, toz bulutu arasından seçebildiklerim sadece çığlık atan ece’ler, aslı’lar ve merve’lerdi.
    hemen x ışınlı gözlerimi devreye sokup, pelerinimi savurdum. sınıf kapısının önündeki tasoyu almak için uçmaya başladım. yerde duran coyote’nin mega tasosuydu. aslıda coyote’yi pek sevmezdim acme isimli her boku üreten şirketten ıvır zıvır sipariş eden bir çakaldı ama şu an için seçme tercihim yoktu. tam tasoyu yerden almak için davranmıştım ki, az önce beni kepen süt murat tasoya ayağıyla vurup almamı engelledi, daha sonra gitti kendisi aldı... yerde dizlerim üzerine çökmüş, elim avucum bomboş, murat’ın sinsi gülüşüne bakıyordum. sırtlan murat sırasına çöküp kitaplarını açtı. aşkım ceren pembeli morlu kalem kutusunun gözlerinden silgisini ve ucu her zaman sivri olan kalemini çıkartıyordu…

    kapının açılması, arkamda hülya hocanın belirmesi, hocamızın sınıfın halini görüp çılgına dönmesi ve kapının önünde diz çökmüş olan zavallı ben’in kulaklarını çalar saat kurar misali çevirmesi, speedy gonzales’in bile yapamayacağı çeviklikte vuku bulmuştu. hocayı gören sınıf hemen toparlanmış kabak benim başıma patlamıştı. hocanın eli, sağ kulağım ve yere sürüyerek giden ayakkabılarım tahtaya doğru ilerliyorduk.
    şimdi tahtada duran bir adet ben, sızlayan bir adet kulak, karşımda 96 adet al yanak ve parlayan göz, sınıf panosunda mevsimleri öğreten 4 resim, cebimde 6 tane normal taso ve başımda çarpım tablosunu saymam için bekleyen bir adet hoca vardı.

    - iki kere iki; dört, iki kere üç; sekiz, iki kere dört; on altı… ritimle söyleyince şarkı gibi oluyor.
  • yüksek bir sıranın üstüne çıkarak, halkına ekmek dağıtan siyasetçi edasıyla sınıfa tasoları bocalama eylemi..

    pek bir zevklidir..
hesabın var mı? giriş yap