• türkiye’de 1982 ve 2010 anayasa değişiklikleriyle gerçekleştirilen geçiş.

    1960'dan önce türkiye’de hükümet tek erkti, yönetim bir tür seçilmiş padişahlık gibiydi.
    1961 anayasasıyla bu değişti. erk, yasama, yürütme, yargı, hatta dernekler, sendikalar, odalar vs arasında paylaştırıldığı gibi bunun için gerekli kurumlar da kuruldu.
    1982 anayasası, erk yayılmışlığını anarşinin sorumlusu olarak gö(ste)rerek erk'i yine merkezde toplamaya çalıştı, ama ne kadar da yapsa 1960 öncesi kadar yapamadı tabii.

    12 eylül 2010’da referandumla kabul edilen değişikliklerle erk daha da merkeze çekildi. yani 1980 darbecilerinin bile yapamadığı yapıldı.

    (bkz: 12 eylül 2010 anayasa değişikliği referandumu)
    (bkz: kuvvetler ayrılığı)
    (bkz: kuvvetler birliği)

    özellikle (bkz: yetmez ama evet)
  • yasama-yürütme-yargı üçlüsü içindeki kontrol altında olmayan tek güç olan yargı'nın da konrol altına alınması ve özelleştirme denetlemeleri gibi bazı konuların yargı denetiminden çıkarılmasıyla gerçekleştirilen dönüşüm.

    rte: “anayasa mahkemesi ve danıştay'ın bazı kararları bizi çıldırtmıştır. danıştay'ın ideolojik tavrı çok kaynak kaybettirdi.” ( http://www.radikal.com.tr/…16.08.2010&categoryid=98 )

    (bkz: wikileaks belgelerinde geçen yaran ifadeler/#21432267)
  • en kısa yolu yürütmenin gücünü alabildiğince arttırmaktan geçer.
  • ortada bir karmaşa olduğunu gösterir.

    zira iktidar başkanlık sistemine geçmek istediğinden bahsetmekte. oysa başkanlık sistemi doktrinde "sert kuvvetler ayrılığı" sistemlerinden birisidir. bu daha iyi anlaşılsın diye örnek vermek gerekirse parlamenter sistem "yumuşak kuvvetler ayrılığı" olarak geçer...

    kuvvetler birliği içinse erklerin yürütmede yahut yasamada birleşmesi gerekir. ya hükümet ne yaptığının farkında değil ya da bir şeyin tehdit olduğunu söyleyenler o şeyi anlatan kavramın ne olduğunu bilmiyor...
  • öncelikle (bkz: yaran fıkralar/#8220536)

    başkanlık sistemi, sert kuvvetler ayrılığı, yumuşak kuvvetler ayrılığı gibi ileri seviye nüanslarla ilgisi olmayan geçiş.

    yeni yeni sanayileşen/kentleşen bir toplumda yeni yeni kurulmaya çalışılan bir demokrasinin temelindeki “güçlerin bölüşülmesi ve birbirlerini karşılıklı olarak denetlemesinden” oluşmuş yapıyı, yürütmenin lehine ve yargının aleyhine değiştiren kaba dönüşüm.
  • burhan kuzu tarafindan, "tayyip bey e baskanlik sistemi yakisir" gibi bir yaklasimla dile getirilen bir sistem hakkinda; akp zihniyeti ile dunyada uygulanageldigi haliyle baskanlik sisteminin zitligi uzerine "omzu genis durur, beli dar gelir" gibi bir endiseler bulutuna yaklasmanin alemi yok. nasil olmasi gerekirse ona gore ayarlarlar elbet. ozel dikim elbise pot yapmaz sahibine..

    utaniyorum su entry i yazmaktan..
  • bir devletin gücünü nereden aldığı ve buna bağlı olarak hangi ilkeler çerçevesinde yönetileceği hususundaki en belirleyici özellik o devletin anayasasıdır. bir devletin en belirleyici unsuru olan anayasaya mutlak suretle uyulması gerekir. sadece kanunların anayasaya uyması da yetmez, kanunları yapan meclis'in, kanunların verdiği güçle kamu otoritesini kullanan herkesin istisnasız her davranışında da anayasaya uyması gerekir. yeni bir anayasa yapmak veya mevcut anayasayı değiştirmek te; gereklilikler icabı, titizlik ile çalışılan ve devletin var olma sebebi dikkate alınarak hazırlanması gereken bir iştir.

    ülkemizde anayasa tarihi, 1920 yılında olağanüstü şartlarda, olağanüstü yetkilerle görev başına gelen kurucu meclis b.m.m.’sinin milli ve ulusal duygular içinde devletin parçalanmasını önlemek, milletin egemenliğini korumak için genelgeler doğrultusunda anayasa niteliğinde çıkardığı kanunlar ile başlar. b.m.m. olağanüstü şartlar altında, anayasa hükmündeki kanunlar ile yasama-yürütme ve yargı organlarını kendi çatısı altında toplamıştır. olağanüstü şartları yaratan durumlar ise; osmanlı devletinin fiilen işgal altında olması, hükümdarının makamının gerekliliklerini yerine getirmemesi ve türk milletinin tarih sahnesinden tasfiyesi için hazırlanmış sevr antlaşmasının hayata geçirilmek istenmesidir.

    1921 yılında çıkarılan ilk anayasa ile birlikte hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu belirtilerek, milletin egemenliği devletin var olma sebebi sayılmıştır. olağanüstü şartlar gereği güçler birliği prensibi benimsenmiştir. 1921 anayasası, 1924 anayasasına kadar birkaç ekleme ile yürürlükte kalmıştır. 1921 anayasası cumhuriyetin ilanı, hilafetin, saltanatın kaldırılması, inkılaplar gereği ve en önemlisi olağanüstü şartlarda hazırlanan bir anayasa olması sebebi ile toplumdaki değişimler karşısında yetersiz kalmıştır. 1924 anayasası ile yumuşak güçler ayrılığı prensibine yer verilerek, parlamenter sisteme geçiş kolaylaştırılmış. önceki anayasada da olduğu gibi milletin egemenliği devletin var olma sebebi sayılmış ve bütün bu kuvvet ve yetkilerin kaynağı da millet kabul edilmiştir.1924 anayasası ilave yasalar ile 1961 yılına yürürlükte kaldı.

    1961 anayasası, kanunların anayasaya uygunluğunu denetlenebilir kılarak, yargı bağımsızlığı tam anlamı ile sağlanmıştır. kişisel özgürlükleri korumak ile beraber çalışma hayatını düzenleyen hak ve özgürlükler vererek bunlarında devlet garantisinde olmasına olanak sağladı.1961 anayasası ile güçler ayrılığı prensibi tam anlamı ile benimsenerek yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız hale getirilmiştir. 1961 anayasası ile hâkimiyet kaynağı “egemenlik kayıtsız şartsız türk milletinindir". millet, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” maddesi ile millet tanımı yapılmıştır. 1980 yılına kadar yürürlükte kalan 1961 anayasası 1971-73 yıllarında değişikliklere uğrayarak, temel haklar ve yargısal denetimler sınırlandırılmış yürütmenin gücü tekrar artırılmıştır.

    1982 anayasası ile yürütmenin gücü artırılırmış ve daha az katılımcı demokrasi modeli benimsenmiştir. güçler ayrılı prensibinden tavizler verilmiş, temel hak ve hürriyetler kısıtlanmıştır. genel ilkeler ile yetinmeyip ayrıntılara kadar inen 1982 anayasası, ilkeler doğrultusunda bir anayasa olmadığı için ihtiyaçlara uyum sağlayamayan sürekli güncelleme gerektiren bir anayasadır. türkiye cumhuriyetinin en katı anayasası olgu için değiştirilmesi zor bir anayasadır. 1982 anayasası ile hâkimiyetin kaynağı ; “egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. türk milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” maddesi ile millet kabul edilmiştir.

    türkiye cumhuriyeti anayasa tarihine baktığımızda güçler ayrılığı prensibi uygulanmasında sürekli bir dalgalanma mevcuttur. güçler ayrılığı prensibinin tam anlamı ile uygulanabilmesi uzun bir müddet gerektirirken, bu prensibi törpülemek oldukça kısa sürelerde gerçekleşmiştir. güçler ayrılı prensibinin temel amacı yürütme yetkisine sahip kurumları denetlemek ve mutlak hâkimiyetin millette kalmasıdır.

    güçler ayrılı prensibini açıkça ilk baltalayan 1980 darbesi sonrası dönemin başbakanı ve daha sonra cumhurbaşkanı olan turgut özal’dır. özal’ın tarihe geçen “ anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz” sözü ile türkiye devletinin hukuk devleti olmaktan uzaklaştığı ve anayasanın delik deşik edilmeye başlandığı tarih olmuştur. bu söz söylendiği kadar basit bir söz olmamakla beraber güçler ayrılığı prensibini ortadan kaldırmaya yönelik en büyük teşebbüstür. günümüze bu meşhur sözün açtığı delik; milletin egemenliğini elinden almaya kadar uzanmış, anayasamızda da tamiri mümkün olmayan yırtıklar açmıştır.

    günümüzde bu yırtıklardan faydalananlar, milletin egemenliğini kendi egemenlikleri yerine koyarak yasama, yürütme, yargı organlarını, elinde toplama hevesi ile, milleti ve devleti tekrar var olma ya da yok olma durumu ile karşı karşıya bırakmıştır. bu amaç uğruna son yıllarda güçler birliği prensibi modeline geçiş için; kaotik bir ortam yaratarak yasama, yürütme ve yargı organlarını birbirleri ile çatıştırarak çalışamaz hale getirmiş ve devleti itibarsızlaştırmışlardır. son dönemde yaşanan pararel-rte kavgasına birde bu açıdan bakmakta fayda var. olay feto ile reco arasındaki güç savaşı olarak lanse ediyor. bu son hayali düşmanın ve destekçisinin her hamlesini en az 10 yıllık yaptığını unutmazsak bu sanal savaşın sadece son tasfiyeler için gerekli tezgâh olduğu anlaşılır. bu düşman ile hukuk devleti olma yolundan tamamen çıkılmış, güçler birliği prensibine geçişin son hamlesi tamamlanmıştır. atatürk olağanüstü şartlarda bile kendisinde toplanan yasama, yürütme, yargı gücünü kendi isteği ile 3 ay ile kısıtlı tutmuştur. bu tutumu bile kuvvetler ayrılığı prensibinin önemini ortaya koymaya yeterli görüyorum. güçler birliği prensibi günümüze ise olağanüstü hali oluşturmak için kullanılıyor.

    mustafa kemal atatürk’ün anayasal bir zorunluluk olan kuvvetler ayrılığı prensibine bakış açısını; geniş yetkilerle başkomutanlık verilişinden ve sakarya zaferi’nden sonra bir kısım milletvekillerinin endişe duyduğu ve meclis’in dağıtılacağı kuşkusuna düştükleri, kendisine hatırlatıldığı zaman söylemiştir:

    “ben asla böyle bir şey düşünmedim ve düşünmem. millet meclisi’nde bana ne kadar karşı koyan ve itiraz eden olursa olsun o, büyük türk milletinin temsilcisi oldukça benim basımdır. şüphem yoktur ki, onlara iş ve hareketlerim ve onun sonuçları ile yapabildiğim ve yapabileceğim hizmetlerin değerini açıklayabileceğim. bunu anlamakta millet meclisi kararsızlık gösterse bile asıl olan türk milleti, yüksek sağduyusu ile bunu anlayacaktır. bu taktirde sorunun çözümü benim kendime değil, tanıdığım türk milletine yönelecektir; çünkü ben millet adamıyım, milletsever adamım. onun sağduyusu dışında hareket eder adam durumuna düşmem. biricik emelim, bütün vatanseverlerin, bütün devlet ve ordu başlarının başını millete bağlamaktır. millet, lâyık olduğu büyük efendiliği bugün değilse yarın bütün anlam ve genişliği ile anlayacaktır; buna eminim. işte o zaman, her millet bireyinin gerçek özellikleri millet tarafından belirtilecek ve belirlenecektir. ben, o güne başarıyla yetişeceğimi ve milletten onun büyüklüğü ile orantılı ödülü alacağımı kuvvetle ümit ediyorum.”

    1921 (asım us, g.d.d. s. 111-112)
hesabın var mı? giriş yap