• yaklaşık 2 sene önce, yine dedemle çıktıkları bir gezi sırasında babannemin beyin damarlarından bir kaçı tıkandı. normalde yerinde duramayan, o haraketli ve tüm duyu organları bizden sağlam olan kadının şimdi sol gözü kör, desteksiz çok zor yürüyebiliyor ve en kötüsü de geçmişe dair ve o anda olan olayları ya karıştırıyor ya da unutuyor.

    babannemi hastaneden eve yeni getirdiğimiz günlerden biri. üzerini değiştirecek, dolabından kıyafet arıyor. hastanedeyken alıp giydirdiğimiz temiz gömleği görüp ''bu benim gömleğim değil'' demeye başlıyor.. ''babanne senin gömleğin işte hastanedeyken aldık ya'', diyoruz yok. ''anne hastalığından dolayı hatırlamıyosun senin o'' diyorlar yine yok.

    bünyesinde kıskançlık barındırmayan 70 yaşındaki kadın ''ben yokken bu eve kadın gelmiş, kimi getirdin'' demeye başlıyor 73 yaşındaki dedeme. dedemin artık üzüntüden gözleri doluyor. ''hanım saçmalama, bu yaşta ettiğin lafa bak, hastasın hatırlamıyorsun'' diyor ama o da fayda etmiyor.

    işte ikisini de bu halde görmek tam anlamıyla içimi acıtıyor.
  • böyle tuhaf hisler yaşatan,insana insan olduğunu hatırlatan olaylar. biraz once yaşadığım bir örneği sözlükle paylaşmak isterim:

    iş yerinde asansöre fazla kişi bindiğinde kapı kapanmıyor, bir kişinin inmesi gerekiyor. biraz önce asansöre çalışanlardan (malesef arkadaşlarımdan) biri bindiğinde kapı kapanmadı, o da “fazla geldi ben ineyim” dedi ve indi. asansörde temizlikçi teyzelerden biri de vardı. teyze “ben ineyim siz geçin” dedi, bu arkadaş bindi, teyze indi. düşünsenize, onun inmesini kabul etti kendi bindi! bu arkadaş teyzeden daha insan çünkü, teyze sonuçta temizlikçi, saçları boyalı değil, maaşı düşük, elbette hakları daha az olacak.

    arkadaşın bunları düşündüğünü sanmıyorum, kötü niyetli bir insan değil tanıyorum. kötü olan da bu. düşünmeden bunu yapması kötü, bilinç üstünü ve altını nasıl da yansıtıyor. ölür müydün yahu merdivenle çıksaydın iki kat? o kadıncağızın indiğine değdi mi? ilk bakışta önemsiz belki, ama işte bunlar önemli şeyler. benim içimi acıtıyor en azından.
  • çok güvendiğiniz, başkaları hakkında olumsuz konuşurken bile her türlü kefil olduğunuz arkadaşınızın, sizin hakkınızda bildiği her şeyi herkese anlattığını öğrenmeniz.
  • 10 senedir konuşulmayan , görüşülmeyen canın sıkkın olduğu anlarda varlığına korkunç ihtiyaç duyulan babamın ; geçirdiğim bir kaza sebebiyle telefonla beni araması , '' geçmiş olsun , naber , nasılsın vb. '' tarzında 2-3 dk. konuşmak ve telefonu kapatmanın ardından hiçbirşey hissetmediğimi , onun , o kadar özlem duyulanın artık bir yabancı olduğunu farketmek ...
  • bayramdan bayrama alınan en sevdiğim çikolataların diğer aile bireyleri ve gelen misafirler tarafından bitirildiğini öğrenmek.
  • leş gibi bir barda, ama leş gibi bir barda, eski bir arkadaşımla karşılaştım. tek başıma içiyor, tek başıma müzik dinliyor ve hayatta hiçbir şey ummuyordum. mutlu değildim ama mutsuz da değildim. aklımda kimse yoktu ve kimseye de yer yoktu. öylesineydim hayatta o zamanlar. öylesine içiyor, öylesine yiyor, öylesine uyuyordum.

    bahsettiğim arkadaş yanıma gelip oturduğunda konuşmak zorunda kaldım. konuşmak istemiyordum ama eski bir arkadaşla karşılaşınca konuşmak gerekiyordu. asla karşılaşmasak, asla konuşmasak daha iyiydi zira ben tek başıma çok iyiydim. ama işte, leş gibi bir barda tek başına içerken karşına çıktıklarında, kendilerini senin için bir lütufmuş gibi görüyordu eski arkadaşlar.

    birkaç saat içip konuştuk. sonra bana birisinden bahsetmeye başlattı:

    "takıldığın şu orospu vardı ya..."

    takıldığım ve tüm arkadaşlarımın biz ayrıldıktan sonra "orospu" dediği tek bir kız vardı. beş yıl öncesinde kalmıştı ama itiraf edeyim çok sevmiştim. yine de seviyordum.

    "eee?" dedim vereceği cevabı merak ederek.

    "geçen gece bir barda karşılaştık. çok sarhoştu!" dedi dudağında pis bir gülümsemeyle.

    yıllar sonra ondan haber alıyordum. oysa daha birkaç saat öncesine kadar kimse yoktu aklımda. kimsesiz içerken çok mutluydum. şimdi o vardı tekrar. yıllar öncesinden çıkagelmişti. tüm deliliğimle çıkagelmişti. orospu? saçmalamayın, saçmalamasınlar!

    delicesine atarken kalbim, "o nasıldı?" diye sordum.

    "daracıktı abi," dedi arkadaş, "daracık!"

    gülümsemek istedim, gülümseyemedim. ayağa kalkıp ağzını burnunu kırmak istedim, kıramadım. bir şeyler demek istedim, diyemedim. kalakaldım sadece.

    "ben işeyip geleceğim!" dedim sonunda.

    leş gibi bir barın tuvaletinde, leş gibi bir adamdım. yüzümü yıkıyordum. durmadan yüzümü yıkıyordum. ağlayıp ağlamadığımı hatırlamıyorum. belki de bunu bilmemek için sürekli yüzüme su çarpıyordum. orospu? hadi oradan... saçmalamayın, saçmalamasınlar!
  • beyaz peynirli tost yapmaya hazırlanırken tost makinesinin bozulduğunu fark etmek...
  • telefon çalar gecenin bir yarısı, isim yazmaz yapay zeka ekranı, ezberletilmiş rakamlar ise tanıdık olmaktan uzak... "şeytan" ya da "melek" dürter gecenin bir yarısı, tanıdık olmayan numaraları "cevaplama"yan el, "cevapla"ya basar.

    bin yıldır görmediğin bir "eski" arkadaş, "eski" sıfatını sorgulatarak şen şakrak "merhaba" der, tüm sosyal paylaşım sitelerini, "yeni" ve dahi "fast food" arkadaşlarını sorgulatarak...
    "nasılsın"dır, "ne yapıyorsun"dur, "ot mu oldun, bok mu koktun"dur...
    e peki can ciğer, sen bu saatte damdan mı düştün, kabusunda mı gördündür...

    tefekkür getirir ses, nedamet getirir.
    elde albüm "eski"lere nur yağdırırken saçsız başını sardığı eşarpla oturmuş vedaya hazırlanmaktadır. gördüğü fotoğraflarda titrek, sarı, cansızlaşmış işaret parmağının üzerinde durduğu yüze bir şekilde, kimbilir kaç vesaitle ulaşıp, "gidiyorum, hoşçakal. güzeldi ve ben bunu söylemeliydim" demektedir. "gitmek" fiilinin tam da anlamını vererek...

    sessiz, ıssız, kelimesiz , harfsiz bırakır insanı gecenin bir yarısı. "güneş doğduğunda geçecek" gibi bir duygu, öznel; ve fakat "güneş ona doğacak mı!" kaygısı...

    "kifayetsiz" kelimesinin anlamı iliklerine kadar hissedilir. "geçmiş olsun"lar, "umudunu kesme"ler, "savaş!"lar, "her şey güzel olacak"lar, "bir de şöyle bir doktor varmış"lar kifayetsiz... ses, söz, dil kifayetsiz... sadece kalıplar, kalıplar, kalıptan nefret edip de kalıba başvuranı dahi inandırmayan...kalıbı duyanı usandıran...
    yok canım göz yaşı mı? akmıyor ki! nesin sen, kabus gibi geçmişten gelip bugünün suniliğini anlatan vicdan azabı gibi sana karşı değil de insanın "öz"üne karşı...
    yok canım göz yaşı mı? akmıyor ki! yıllar, yaşlar boşa geçiyor; yollar kesişiyor, ayrılıyor... bir seda, bir veda. bu kez son.

    bu sigara son! bir daha içmemeli....
  • gece camdan şöyle bir bakayım derken, apartmanın önünde sokağa atılmış bir cins köpeğin yeni hayatına şaşkınca çalışma çabalarını görmek. sempatim her zaman olsa da hayvan sevgisi içime çokca işlemiş bir insan değilim, ama zavallı hayvancağızı eve alıp alıştırıp sonra bu hale koyanları görünce yüreğim dağlandı.
  • çoklu travma.
    iç kanama bile yapar, cidden bir anda acıtır. *
hesabın var mı? giriş yap