• hegemonikon, ışıyan bir yönelimin ilkesidir.
    bu terim için stoacılar'ın ruh hakkında düşündüklerine göz atıyorum; ruh asla madde olmayan bir varlık olarak anlaşılmamalıdır, bir bedendir o, evet evet bir beden, fakat kosmoloji ve teolojideki beden anlayışıyla değerlendirmemiz lazım ruhu.
    ruh bir ateştir, ateşten bir soluktur iki karşıt öğr yani anne ve baba olarak iki tohumdan gelen bilgilendirici bir prensiptir, ilkedir.

    ruh, ayrıca, iki atı yöneten bir arabacıyla sembolleştirilebilir, atlardan biri beyazdır, iyice ayrılmıştır, doğru görüşün dostudur, onu yönetmek için kırbaçlamaya gerek yoktur; öteki at, siyahtır, hantaldır, ölçüsüzlüğün yoldaşıdır, kırbaca bile zor boyuneğer. sonuçta platon 'da, ruhun düşüşünü işleyen birçok mitos bulunabilir, bu mitoslar onun için metafizik ve gnoseolojik bir değer taşır. böylece platon'da ruh, ya da en azından ruhun bir parçası, salt tinsel olmakla kalmaz, bir de, ahlaki ve dinsel tınılı bir eskatolojinin de başlıca kişiliğini oluşturur.

    aristoteles'te de aynı şekilde ruhun bölümlenişini buluruz ama onunki daha çok mantıksal düzendeki zorunluluklara karşılık düşer: bitkisel ruh, duyumlayıcı ruh ve mantıksal ruh.
    stoacılarda, ruhun doğasındaki ayırımlar daha çok oluşa ilişkindir, ruh, farklı gelişme evrelerinden geçen bireyoluşa ilişkin bir ilkedir; yine stoacılar ruhun birçok parçasından sözediyorlarsa, bu her zaman, duygudaşlık ve yönelim kuramları gereğince ruhun temel kurucu birliğini gözeterek yapılır. yani ruh, eskatolojik değerlendirmelerin nesnesi olamaz.

    stoacıların, ruhu sekiz parçada ele alış biçimlerini bize kavratan, ruhun bir olmasıdır: hegemonikon ya da yönetici kısım, beş duyu, yeniden üretici kısım ve söz. yönetici kısım tıpkı, ağının ortasında olup sınırlarında bulunandan iletiler alan örümcek gibidir; yönetici kısım tıpkı bir ahtapot bedeni gibidir, diğer kısımlar da onun dokunaçlarıdır. demek ki hegemonikon, ışıyan bir yönelimin ilkesidir:

    stoacılar, ruhun en soylu kısmının, ötekileri yönlendiren hakim kısım olduğunu söyler, tasarımları, kabullenişleri, duyguları, istekleri ve aklın söylemi diye adlandırılanı gerçekleştiren odur.

    genellikle kabul edildiği gibi, ruh, organizmanın bölgeleri kadar parçaya dağılmış bulunur: soluk borusuna yönelen psikolojik kısım sesi oluşturur, görmeye ilişkin alan görmeyi, işitmeye ilişkin alan işitmeyi, koku alma alanı kokuyu, dil alanı tadı, etin tüm yayılımını kaplayan alan dokunmayı, üreme organlarında bulunan alan -ki o biraz farklı bir ilkeyi içerir- spermaya ilişkin aklı oluşturur. ruhun, bütün diğer parçalarının yoğunlaştığı bölgeyi biz, yüreğe yerleştiririz, işte bu hegemonikonun kendisidir.

    günlük dilde öfkenin tepemize çıktığını ya da bize yapılan hakaretlerin yenir yutulur türden olmadığını, yersiz ayıplamaların hazmedilmediğini söyleriz; bunlar, hegemonikonun başta değil de, -aksi halde zaten baştan gelen öfke nasıl olur da tepemize çıkardı- yürekte bulunduğunun işaretidir, işte bu husus , kullanılan yutmak, hazmetmek terimlerinin, eğretilemeli değil de harfi harfine ele alındığını açıklar. (jean burn, le stoicisme)

    (bkz: doğa ya da var olan)
  • hegemonikon yönetici kısım anlamında da kullanılıyor, bedenimizin yönetici kısmı yani. eskiçağ'da farklı felsefe ekolleri bedendeki bu kısmın neresi olduğu konusunda farklı görüşler bildirmiştir. örneğin stoacılara göre insanın hegemonikon'u tüm aklî melekelerinin kaynaklandığı kalbidir, platonculara göreyse beyni. neticede bunlar ve diğerleri hep dogmatik tipler pyrrhon'un izinden giden kuşkucuların gözünde, bu yüzden kuşkucu ekolün elimizdeki en temel metinlerinin sahibi olan sextus empiricus alaycı bir tavır takınır, okurken insan onun masa başında ne denli ayarcı olduğunu hisseder adeta.

    "...şüphesiz, zekâmız da duyu organlarımız tarafından sunulan nesneye kendi karışımını da ekler, zira dogmatiklerin yönetici bölüm (hegemonikon) olduğunu düşündüğü, beyin mi, kalp mi yoksa canlılığın kaynaklandığını düşündüğü herhangi bir yer mi, işte her neyse o bölgenin etrafındaki bazı salgılara göre var olanı gözlemleriz. o halde bu yola göre de dışsal nesnelerin doğasına dair bir karara varamayacağımızı ve yargı ertelemesine mecbur kaldığımızı görüyoruz." (pyrrhon. 1.128)

    biliyorum, yukarıdaki alıntı bu haliyle biraz karışık. bu yüzden biraz açayım. bu adamlar bilindiği üzere kuşkucu ve hiçbir şeyin bilinemeyeceğini düşünüyorlar. bunun için birtakım ölçütler ve kanıtlar öne sürülse bile, bilindiği sanılan şeyin sadece bilindiği kadarıyla var olabileceği, bir şeyin asla kendi doğasına göre bilinemeyeceği kanaatindeler. şeyi kavradığımız yer, konum, mesafe, organın organik ve inorganik yapısı vb. unsurlardan ötürü bildiğimizi sandığımız şey hep başka bir şeye karışarak bize gelmiş olur (empiricus'un örneğine göre aromatik bitkiler banyoda ve güneşli havada, yağmurlu havada olduğundan daha keskin bir koku yayar), bu yüzden biz hiçbir şeyi olduğu gibi kavrayamayız (aromatik bitkinin normalde nasıl olduğunu bilemeyiz), her şey bir şeye karışarak gelir, tıpkı küflü borudan akan suyun küflenmesi, lekelenmesi gibi, bize akan her bilgi de küflüdür, lekelidir. bilgiyi lekeleyen unsurlardan biri de zekâmızdır, başka deyişle muhakeme yetimizin saklı olduğu egemen mekân, bizi yöneten parçamız. o da şeyi bilmeye kalkıştığımızda, kendine has bazı şeyleri karıştırır ona ve böyle bilmeye kalkıştığımız şey kendi olmaktan çıkar, zekânın yetkinliğine göre biçim kazanır. empiricus'un "yargı ertelemesi" (assensum retinere) dediği şey de, genel olarak herhangi bir şeyin kendi niteliğine ilişkin yürüteceğimiz muhakemenin yani vereceğimiz kararın ertelemesidir, kuşkuculara göre, biz herhangi bir şeyin aslında ne olduğuna ilişkin nihaî kararımızı sonsuza dek ertelemeli ve "ben hiçbir bok bilmiyorum" demeliyiz.

    sözün özü hegemonikon yani yönetici zihnimiz bile bilgilenmemiz yolunda bize set oluşturur, can sıkar kuşkuculara göre. oysa onların dogmatikler dediği, diğer bütün felsefe ekolleri her şey gibi hegemonikon'un da ne olduğunu ve bilgileri edinmemizde ne denli yararlı bir araç olduğunu bildiğini iddia eder. işte empiricus gibi kuşkucuları çıldırtan da budur, "bir boktan haberiniz yok oğlum, bildiğinizi sanıyorsunuz, oysa büyük olaylar dönüyor, hegemonikon bile hegemonikon değil aslında, bizler piyonuz, kandırılıyoruz şerefsiz dogmatikler, silkelenin pls" demeye getirir, tam diyemez ama getirir. biz de "fazla kafana takıyorsun ağbi, bu kadar takma, sana mı kaldı yamulanı düzeltmek? bırak o seni kaybettiği için üzülsün" der ve kuruyemiş tabaanı uzatırız.
hesabın var mı? giriş yap