• enel hak diyen ilk kişi.
    ayrıca yurt yayınlarından çıkmış bir tarihi roman.
  • aslı hallaççı mansur'dur..
    hallaç kullanmaktır mesleği...
    (bkz: hallaç pamuğu)
  • turbesi geliboluda bulunan kisi
  • "tavasin" isimli çok ilginç bir kitabı var.
  • mevlana'nın aşağıdaki sözüne mevzu bahistir:

    "onun söyledikleri bizim söylediklerimiz yanında çok hafif kalır; fakat biz sır tutmasını bildik ve kurtulduk."
  • mansur el-hallac , şöyle dedi :
    belirli ad, belirsiz ada ilişkin anlayışın içindedir. belirsizlik, ermişin işaretidir, bilgisizlik de onun yöntemi.
    gizemin dışa vuruşu, anlayışlardan uzaktır, ama onlara döner. ermiş, nasıl tanır o’nu mademki “nasıl” yok? nerede tanıdı o’nu, madem ki böyle bir “yer” yok ? nasıl ulaştı o’na ; birlik kavramı yoksa ? nasıl ayrıldı o’ndan ; ayrılık yoksa ? katıksız belirlilik, sınırlı ya da kısa ömürlü bir amaç olamaz ; onun, sürdürülmeye gereksinimi yoktur, yok edilmeye de.

    gizem, öte kavramının ötesindedir ; uzamsal sınırın ötesinde, niyetin ötesinde, alışılmış yöntemlerin ötesinde ve algının ötesindedir.çünkü bunların tümü , varlıktan önce ortaya çıkmazlar ve bir yer içinde var olurlar. o, varoluştan hiç uzak-laşmamıştır ; nicelikten nedenlerden ve sonuçlardan önce vardı, ve var. öyleyse bu nicelikler o’nu nasıl içerebilir, ya da sınırlar o’nu nasıl kuşatabilir ?

    kimisi der ki : “ ben tanrı’yı, o’ndan yoksunluğumla bilirim.” o’ndan yoksun olanlar, o’nun sürekli varlığını nasıl bilebilir ?

    kimisi şöyle der : “ ben o’nu kendisine ilişkin bilgi yokluğumla biliri.” bilgi yokluğu, yalnızca bir perdedir ve tanrı bilgisi, bu perdenin ötesindedir. yoksa bir gerçekliği olmazdı.

    kimisi der ki : “ ben o’ nu adının yardımıyla bilirim. “ ad, adlandırılmış’ tan ayrılamaz ; çünkü o, yaratılmış değildir.

    kimisi şöyle der : “ o’ nu, kendisi aracılığıyla bilirim. “ bu, tanınacak iki varlık kabul etmek demektir.

    kimisi der ki “ o’ nu yaptıkları aracılığıyla bilirim.” bu, insanın yapılanlarla yetinmesi onları yapan tek’i aramamamsı anlamına gelir.

    kimisi şöyle der : “ ben o’nu, kendisini bilme konusundaki olanaksızlığımla bilirim. “ bu kişi, ayrılma gücüne sahip değildir; bağlı olan, nasıl o’ nu bilebilir ?

    kimisi der ki : “o beni bildiğinden, ben o’ nu bilirim. “ bu biçimsel bilgiden (ilm) yararlanmak ve tanrısal öz’den farklı bir bilgiye ulaşmak demektir. öz’ den ayrı olan , öz ’ü kavrayabilir mi ?

    kimisi der ki : “ ben o’ nu , kendisinin kendi hakkında verdiği bilgiyle tanıyorum.” bu, bilinmesine izin verilenle yetinmek, doğrudan bilgi yoluna başvurmamak demektir.

    kimisi şöyle der : “ ben o’ nu, karşıt sıfatlarıyla biliyorum.” oysa bilinen , ne sınırlandırılmaya uygundur, ne de bölümlenmeye.

    kimisi : “ amaçlanan (tanrı) bilir yalnızca, kendisini.” diyerek ermişlerin, kendi farklılıklarına bağımlı olduklarını ; çünkü amaçlanan’ ın, kendisini kendinde tanımayı hep sürdürdüğünü doğrulamaktadır.

    ey mucize ! insan, kendi bedeninin bir kılının nasıl karadan aka dönüştüğünü bilemezken, her şeyin yaratıcı’ sını nasıl olur da bilebilir ? özetlemeyi ya da irdelemeyi bilmeyen ; ilk’ i ve son’ u , değişmeleri, nedenleri, gerçeklikleri, hayalleri bilmeyen insan , süreklilikte var olan o’ nun hakkında bilgi edinme olanağına sahip değildir.

    hamd olsun o’ na ki onları ad’ la sınırlamayla , belirtiyle örttü. onları bir sözcük altında, bir koşul, yetkinlik altında, ve öncesiz- sonrasız var olandan gelen güzellik altında gizledi. yürek bir et parçasıdır ; bundan dolayı tanrı bilgisi , orada yer almaz, çünkü tanrısal bir şeydir.

    anlayış, iki mantıksal ölçüye sahiptir ; uzunluk ve genişlik. dinsel yaşamın iki kuralı vardır : sözlü kurallar ve yazılı kurallar. yaratılmışların tümü, göklerde ve yerdedir.

    ama tanrısal giz, ne uzunluğa, ne de genişliğe sahiptir ; ne göklerde ne de yerde bulunur ; dışsal biçimlerin içinde değildir, ayrıca sözlü ve yazılı kurallarla ulaşılan içsel hedeflerde de değildir.

    “ben o’ nu, kendi gerçekliğiyle biliyorum” diyen bir kişi, kendi varlığını, amaçlanan’ ın varlığından üstün kılar; çünkü bir şeyi , asıl gerçekliğiyle tanıyan kişi, ondan daha güçlü olur.

    ey insan! yaratılmışların içinde, zerre’ den daha küçüğü yok ve sen onu algılayamıyorsun. zerreyi bile tanıyamayan insan, bu zerreden daha algılanamaz olan o’ nu tanıyabilir mi ?

    dışarıda bırakılan şey, ölümlüler tarafına gider ; içeride bırakılan da, öz bilgisinin tarafında kalır. gizem, kendi özünü gizlemiştir. düşüncelerden, saptırıcı amaçlardan ve unutkanlıktan kopuk ve uzak kalır.

    gizeme erişmek isteyen, onlardan korkar ve onlardan korkan, kendini onlardan kurtarır ve uzaklaşır. gizemin doğu’ su batı, batı’ sı doğu’ dur. yeri ise, en yüksek dünyanın yukarısında değildir ; en aşağı dünyanın aşağısında da değildir.

    gizem, var olan şeylerden uzaklaşır ; hep tanrısal süreklilikle birliktedir. patikaları dardır ve hiçbir yol ona ulaşmaz. anlamları belirgindir ama ona götüren bir kılavuz yoktur. duyular onu hissetmez ve insanların tamamlamaları ona erişemez.

    ona sahip olan, yalnız kalır ; onunla karışan kuralların dışına çıkar ; ondan soyunan , kör olur ve kendini ona bağlayan yıkıma uğrar. onun parlaması, kesintisiz akan su gibidir, kaynayan bir pınardır ; esintisi boldur ; oku delicidir ve fırlatıldığında gücü kesilir. ondan korkan, dünya işlerinden el çeker ve dikkatsiz seyirci olur. onun çadır ipleri, ermişler ve tırmanma araçlarıdır.

    gizemin kendinden başka benzeri yoktur. tanrı’ nın, kendinden başka benzeri yoktur ; ve o, gizeme benzer. o, gizemi ve kendini andırır ; gizemin, kendini andırması gibi. tanrı, yalnız kendine benzer ve gizem, yalnız kendine benzer.

    gizemin binaları, kendisinin destekleridir ; destekleri de kendisinin binaları. ona sahip olanlar, ona sahip olanlardır ve onun yapıları kendisinindir, kendisindedir ve kendisinin ürünüdür.

    o, tanrı değildir ; tanrı da o değil. ama ondan başka tanrı yok ; ve tanrıdan başka o (gizem) yok. tanrıdan başka tanrı yok.

    gizemci, “gören kişi”’ dir ve gizem, “ kalıcı olan” ‘da kalır. gizemci, kendi tanıma eylemiyle durur ; çünkü kendisi, kendi hakkındaki bilgisidir ve bu bilgisi de kendisidir ; gizem, onun ötesindedir ve amaçlanan, onun daha da ötesindedir.

    öykü anlatmak, öykücülerin işidir ; gizem ise seçkinlerin ilgi alanı ; gösterişli davranışlar, kişilerin işidir ; konuşma ise, yalancıların , ilgi alanı ; derin düşünme, umutsuz insanların yaptığı şeydir ; ilgisizlik ise, yaban insanlara özgüdür.

    tanrı tanrıdır. evren de evren.
    çirkin ve kötü yok.

    kaynak:
    "tavasin enel hak"
    kitabi görmek ve edinmek isteyenler icin:
    http://www.kitapyurdu.com/…16814512930032004&logid=
  • gece ve gündüz dörtyüz rekat namaz kılardı.
  • tarakçıydı.
  • çok büyük bir mutasavvıftır. 10. yüzyılda yaşamıştır. kişiliğiyle pek çok müslümanın deneyimlerini, ülkü ve özlemlerini dile getirdiği için kimilerinde hayranlık ve kimilerinde de öfke uyandırmıştır.

    hallac, pamuk satıcısı anlamına gelir, fakat bunun sebebi kendisinin babasının bir hallac olmasıdır.

    büyükbabası zerdüşt dinine bağlıdır ve sahabilerden ebu eyüb’ün soyundan gelmektedir.

    mutasavvıfların büyük baskı altında olduğunu da göz önünde bulundurursak, hallac-ı mansur’un da ne kadar kötü bir şekilde öldürülmüş olabileceğini tahmin edebiliriz. onun ölümü, ekonomik, din ve siyasi alanlarda sorunlar yaratmıştır. onun bedeni gitmişti fakat öğretileri kalmıştı. bu da insanlara yetiyordu ve devlet adamlarına korku salmaya yetiyor da artıyordu bile.

    hallac’ın yolculuk tutkusu, onun “kendinden önce çevreni tanı, sonra kendini tanırsın” fikrinin büyük bir simgesidir.

    tanrı ruhunun insana girmesi, hallac’ın felsefesinde çok yaygındır.

    hallac’a göre insan, özü bakımından tanrısal bir varlıktır. tanrı insanı kendibiçiminde yaratmış ve melekleri ona göre secde ettirmiştir.

    hallac’ın öğretisini benimseyenlerin bir bölümü, onun öldürüldüğüne inanmamışlar ve bir benzerinin öldürüldüğünü düşünmüşlerdir, aynı hz. isa gibi...
hesabın var mı? giriş yap