61 entry daha
  • bacon 'ın sermones fideles sive interiora rerum 'unun xliii. maddesi, bu başlıkta da incelendiği gibi güzellik üzerinedir.(bkz: de pulchritudine) [bu eserin 1597 ‘de ilk defa yayınlanan versiyonunda bu bölüm yani güzellik üstüne bölümü yer almamış. bu bölüm 1612 yılındaki basımda esere eklenmiş. (eserin latincesi ise 1638 ‘de basılmış.) (“francis bacon's essay of beautya. philip mcmahon pmla, vol. 60, no. 3 (sep., 1945), pp. 716-759) ] aynı eserde bir sonraki madde yani xliv. madde ise çirkinlik üzerine (bkz: de deformitate). o halde iki entiriyle; buradaki güzellik üzerine entirimle, o başlıktaki çirkinlik üzerine entirim bir bütünlük oluştursun, ve bacon'da bu iki karşıt kavramın nasıl dile geldiğine dair bilgi paylaşımında bulunmuş olalım;

    bacon’a göre; evvela güzellik, insanda erdemle aynı anda bulunmayabilir. hatta çoğunlukla, çok güzel olan insanlar, erdemli değildirler. bacon şöyle ifade ediyor bunu: “virtus, instar gemmae pretiosae, optima est sine ornamentis inserta. atque profecto eadem praestat in corpore decoro, licet non delicato, quodque aspectus dignitatem potius prae se ferat quam pulchritudinem.” yani türkçesiyle; “değerli bir taş olan erdem, süsleri olmadan çok güzeldir. hatta kendini, yüzü gözü güzel kimselerde değil de, duruşu ağırbaşlı olan, yapısı sağlam kimselerde gösterir.” ekler; “neque fere repieries eximie formosas virtutibus pollere, ac si natura in hoc magis incubuisset ut non turpiter erraret quam ut aliquid excellens produceret.” yani; “çok güzel kimselerin erdemli olduğu hemen hemen pek az görülür, sanki doğa, hiç eksiksiz bir iş yapma çabası içinde, ruhsal bir bütün yaratmayı unutuvermiş gibidir.”

    o halde bu tip güzel insanların ruhları yücelikten uzaktır, güzellikleri yüzünden, erdemli davranmaktan ziyade başkaları tarafından daha çok beğenilmeye önem verirler. aslında bacon’ın burada söylemek istedikleri, günümüz insanının anlaması oldukça zordur. fakat ilk bakışta bizlere bu kadar ağır gelen bu ifadeleri biraz günümüzde bizden beklenenler, yaratılan tek ideal tiplerin varlıkları açısından değerlendirsek biraz sisi dağıtmış oluruz diye düşünüyorum. karsi cinsle tanismak icin kursa yazilmak/@jimi the kewl entirimde de söylediğim gibi; tıpkı yunan’da achilles ‘in şan şöhret örneği, timsali olarak yarı tanrı pozisyonda bulunması gibi; hollywood starlarının konumlarını abarttıkça abartan sıradan insanların kafalarında oluşturulmak istenen, “ideal tip” bir problem olarak bana sırıtmaktadır. zira trajik olan insan ait yaşıyor olma durumumuzun bu denli doğayla uyumlu, bu denli hayvanlar gibi salt belli amaçlara yönelik, düşünerek ama doğayla tek taraflı ilişkiye girerek sadece ‘işini halleder’ bir konumda, yunan’ düşüncesindeki şan şöhret peşindeki savaşçı ruhundan bu manada koparak, ezikçe, önüne medya tarafından, filmler, belgeseller, müzik kanalları, müzik ve sinema dergileri tarafından konulan her ideal tip zorlamasını kabullenen, tıpkı kaplumbağalar gibi yedikçe acıkırcasına , ne acıktığını ne de tam manasıyla doyduğunu anlayarak, tümüyle yaşamadan ve insana ait hissedişlerden kopuk, önüne konmuş olan vazifelerini, yani "..gibi olması gerektiği" düşüncesiyle, kendisini o eski kendisi olmaktan çıkaracak her türlü dış maddeye saldırarak, eğer parası varsa memelerine silikon, yoksa memelerini kalkık gösterecek sütyenle, ayna karşısında vücudundan tiksinerek artık tek gayesi “..gibi olma” ya dönüştüğünde, işte o zaman insanın trajik yapısı, yani karşıtlarla varlığını sürdüren doğaya uyumlu halde; tıpkı her canlının, kendi doğasında kendine özgü savaşma ve ayakta durabilme yetilerinin bulunması gibi, tek ama tek insani farklılığı olan “düşünme”sini yitirerek bir zavallı gibi, hatta rüyalarında karşı cinsinin önüne konmuş idolle, sinema yıldızıyla, pop starıyla, rockçı asiyle, oyarı tanrılaşmış, ulaşılmaz erkek tipiyle sevişedururken, hiç ama hiç düşünme’ye ihtiyaç duymayacak hale gelmiştir artık. işte bacon ‘ın belki de sizlere ketum gelebilir sözlerine, bu açıdan bakmanızı öneririm. kendimize çizdiğimiz dairenin içinde, kendi kahramanlığımızla yaşayarak, kendi sevdiklerimizle, bazen atın boynuna sarılarak, bazen de lotte ‘sinin ardından kafasına silah dayayarak, ya da kendisinden siyasi konuşması istendiğinde, arpa unu ile suyu karıştırarak oluşturduğu o sıvıyı kafasının üstünde gezdiren herakleitos ‘un (diogenes laertios, ix. 12), hem çağdaşlarına hem de bizlere basit bir yaşamı ama logos’u bilerek, bir’i bilerek, inen ve çıkan yol’un bir olduğunun farkına vararak yaşamamızı önerdiğinde bu öneriye uyarak, önümüze sunulan sahte ve bize ait olmayan (tıpkı horatius’da toprağın bile bugün bize, yarın başkasına ait olması gibi) “güzellik” kavramını kendimize çizdiğimiz o dairenin dışında bıraktığımızda bacon da daha iyi anlaşılmış olmayacak mı? nasıl, sisleri biraz dağıtabildim mi? devam edelim parçadan alıntılarla;

    çağa damgasını vuran büyük adamlardan söz eder bacon, aynı zamanda güzel de olan adamlardan; “..siquidem augustus caesar, titus vespasianus, philippus pulcher rex galliae, edouardus quartus rex angliae, alcibiades atheniensis, ismael persa viri prorsus magni fuerunt et nihilominus perpulchri.” yani; “..örneğin augustus caesar, titus vespasianus, fransa kralı güzel philippe, ingiltere kralı iv. edward, atinalı alkibiades, şah ismail, hem ruhu yüce kişiler, hem de çağlarının en güzel adamlarıydılar.”

    “in pulchritudine praefertur venustas colori, et decorus ac gratiosus oris et corporis motus ipsi venustati.”

    yukarıdaki cümlede ise; bacon, güzellikte çizgilerin uyumunun, renkten, davranışların ağırbaşlı, ince oluşu da çizgilerin uyumundan daha önemli olduğunun altını çizer. o halde müthiş bir çıkarım yapıyor bacon; “güzelliğin, hiçbir resimde dile getirilemeyecek, tek bakışta kavranamayacak en değerli yönü de budur. (uyum) ” hatta bacon’a göre “eksiksiz bir güzellik olamaz, en güzellerde bile bir uyum aksaklığı mevcuttur.” (“non reperitur pulchritudo aliqua excellens cui non insit aliquid minus conforme in compagine.”)

    kural mı, esinleme mi? bacon’ın sıradaki bahsi işte bu konu üzerinedir. ressamlar; apelles ve dürer ‘den hangisinin resim yapmakta daha titiz olduğuna dair konuşmak güçtür ona göre. zira apelles, seçtiği birçok yüzün en güzel yanlarını biraraya getirerek , dürer ise geometrik oranları göz önünde tutarak insan çiziyordu. bu hususta bacon’a göre; ressamlardan başka hiç kimsenin hoşuna gitmez bu resimler. (“tales (crede) effigies vix ulli placebunt praeterquam pictori ipsi.”) bacon’a göreyse; kurallarla değil de, eşsiz bir ezgi yaratan müzikçi gibi, mutlu bir esinlenme ile yapmalıdır ressam resmini. (“sed hoc contingere oportet ex felicitate quadem et casu ‘veluti musicis sui cantus’, non autem ex regulis artis.”)

    “insan kimi yüzler görür, parçaları inceleyince hiçbirini güzel bulmaz, ama parçalardan oluşan bütün güzeldir. güzelliğin temel ilkesinin davranış inceliği olduğu bir gerçekse, yaşlı kimselerin çoğunlukla daha sevimli görünmelerine hiç şaşmamak gerekir.” ve şöyle ekler; “pulchrorum autumnus pulcher.” (bu ifade, plutarkhos, alkibiades,1.'de geçiyor.)

    yani; “güzellerin sonbaharı da güzeldir.”

    bacon’a göre; gençleri ancak, gençliklerinin her türlü eksiği örtmesinden dolayı güzel buluruz. güzellik, çabucak çürüyen, çok dayanmayan yaz yemişlerini andırır; çoğu zaman da insanı gençlikte azdırır, yaşlılıkta küstürür. ama şu da kesin bir gerçektir: yerine düşerse güzellik ışığı, erdemleri aydınlığa çıkarır, kötülükleri ise bastırır. yani bacon’ın o duru latincesiyle;

    attamen si bene collocetur, virtutes splendere facit, vitia erubescere.”

    güzel kalın, aydınlığa erdemlerinizle çıkın, kendi dairenizde ama..

    (bkz: çirkinlik/@jimi the kewl)
693 entry daha
hesabın var mı? giriş yap