• a. immanuel kant'ın 1784'te berlinische monatschrift adlı bir dergide yayınlanan makalesi. orijinal adı was ist aufklärung? ingilizcesi http://eserver.org/…/kant/what-is-enlightenment.txt adresinden okunabilir.

    b. michel foucault'nun, kant'ın sözkonusu makalesine bir tür nazire havası taşıyan makalesi. kant'ın makalesinin analiziyle açılır. yayınlanma tarihi sanırım 1978. orijinal adı qu'est-ce que les lumiéres? ingilizcesi http://eserver.org/…ault/what-is-enlightenment.html adresinden okunabilir.
  • kant'ınki sapere aude diye başlar.
  • bu soruya kantın kendi cevabı şudur;
    aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.
    bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. işte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür;
    bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır
    sapare aude! aklını kendin kullanmak cesaretini göster! sözü şimdi aydınlanmanın parolası olmaktadır.

    makalenin tamamı:
    http://www.fdk.yildiz.edu.tr/yazilar/kant.pdf
  • (bkz: aufklaerung)
  • kant'ın makalesinin türkçe tercümesi budur.

    aydinlanma nedir?

    aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. işte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır sapare aude! aklını kendin kullanmak cesaretini göster! sözü şimdi aydınlanmanın parolası olmaktadır.
    doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmış olmasına karşın (naturaliter maiorennes), tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar, ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. para harcayabildiğîm sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu sıkıcı ve yorucu işten başkaları beni kurtaracaktır çünkü. başkalarının denetim ve yönetim işlerini lütfen üzerlerine almış bulunan gözeticiler [vasiler, ç.] insanların çoğunun, bu arada bütün latif cinsin ergin olmaya doğru bir adım atmayı sıkıntılı ve hatta tehlikeli bulmaları için, gerekeni yapmaktan geri kalmazlar. önlerine kattıkları hayvanlarını önce sersemleştirip aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar; sonra da onlara, kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin geleceğini bir bir gösterirler. oysa onların kendi başlarına hareket etmelerinden doğabilecek böyle bir tehlike gerçekten büyük sayılmaz; çünkü bir kaç düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi öğreneceklerdir, ne var ki bu türden bir örnek insanı ürkütüverir ve bundan böyle de yeni denemelere kalkışmaktan alıkoyar.

    demek oluyor ki her birey için nerdeyse ikinci bir doğa yerine geçen ve temel bir yapı oluşturan bu ergin olmayıştan kurtulmak çok güçtür. hatta insan bu duruma seve seve katlanmış ve onu sevmiştir bile; işte bu yüzden o, kendi aklını kullanma bakımından gerçekten de yetersizdir; çünkü onun böyle bir deneyi gerçekleştirmesine asla izin verilmemiştir, o aklını kullanmayı denemeye hiç bir zaman bırakılmamıştır. dogmalar ve kurallar, insanın doğal yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir deyişle kötüye kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli bir ayakbağı olurlar. biri çıkıp
    yürümeyi köstekleyen bu zincirleri atsa da, en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca atlayamaz; çünkü o henüz kendisine güven duyarak bacaklarını özgürce hareket ettirmeye daha alışamamıştır. işte bundan dolayı da ruhlarını, zihinsel yanlarını kendi başlarına işleyip kullanarak ergin olmayıştan kurtulan ve güvenle yürüyebilen, pek az kişi vardır.

    oysa buna karşılık, kitlenin kendi kendisini aydınlatması daha çok olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu durumun önüne geçilemez de. çünkü yığının içinde, kamuda -vasiler arasında bile- bağımsız düşünebilen bir kaç kişi her zaman bulunacaktır; bunlar önce kendi boyunduruklarını atacaklar, sonra da' insanın kendindekini akıllıcâ değerlendirmesi yanında bağımsız düşünmenin kişi için bir ödev olduğu anlayışını çevrelerine yayacaklardır. ama eskiden kitleyi boyunduruk altına sokan ve kendileri de aydınlanmaya öyle pek layık olmayan ve hak kazanmayan gözeticilerden bir kaçı şimdi çıkıp da kitleyi boyunduruktan kurtulmaları için kışkırtırlarsa, öteki gözeticiler bunları 'boyunduruk altında kalmaya zorlarlar; önyargıları yerleştirmenin işte böyle zararları vardır, ve bu önyargılar kendilerini yayanlardan sonunda öçlerini alırlar. bundan dolayı: kamu ancak yavaş yavaş aydınlanmaya varabilir. gerçi devrimler ile bir 'baskı rejimi, kişisel bir despotizm, bir zorbalık yönetimi yıkılabilir; ancak yalnız bunlarla, düşüncelerde gerçek bir düzelme, düşünüş biçimlerinde ciddi bir iyileşme elde edilemez; tersine, bu kez yeni önyargılar, tıpkı eskileri gibi, düşüncesiz yığına, kitleye yeni birer gem, yeni birer yular olurlar:
    oysa aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez; ve bunun için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır:
    aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden kitlenin önünde apaçık olarak kullanmak özgürlüğü.
    ne var ki her yandan «düşünmeyin! aklınızı kullanmayın! » diye bağırıldığını işitiyorum. subay, «düşünme, eğitimini yap! », maliyeci «düşünme, vergini öde! », din adamı «düşünme, inan! » diyorlar. (şu dünyada yalnız bir kişi var ki o da, «istediğiniz kadar ve istediğiniz şeyi düşünün, ama itaat edin! » diyor) .3 her yerde özgürlüğün sınırlanışı var. peki hangi türde bir sınırlama aydınlanmaya karşıdır, hangisi değildir, ve hangi biçimde bir sınırlama tersine özgürlüğe yararlıdır? yanıt vereyim: kendi aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir biçimde kullanılması her zaman özgürce olmalıdır; ve yalnızca bu tutum insanlara ışık ve aydınlanma getirebilir; buna karşılık aklın özel olarak kullanılışı [der privatgebrauch], genellikle çok dikkatlice ve dar bir alanda kalacak bir biçimde
    sınırlandırılabilmiştir ve bu da aydınlanma için bir engel sayılmaz. kendi aklını kamu hizmetinde kullanmaktan [der öffentliche gebrauch], bir kimsenin, örneğin bir bilginin bilgisini ya da düşüncesini yani aklını, onu izleyenlere, okuyanlara yararlı olacak bir biçimde sunmasını anlıyorum. aklın özel olarak kullanılmasından da kişinin, kendi işi ve memuriyeti çerçevesinde, kendisine emanet edilen topluma ilişkin bir hizmeti ya da belirli bir görevi yerine getirmesi diye anlıyorum. imdi kamunun çıkarlarını etkileyen bazı işlerde, yapay bir ortak anlaşma gereğince ve hükümet tarafından kamu amaçlarına uygun biçimde ve 'hiç değilse onu ortadan kaldırmayacak şekilde, kanunun bazı üyelerince kullanılabilecek bazı belirli işlemlere, belirli mekanizmalara gereksinme duyulur. bu gibi durumlarda aklı kullanma tartışmasına kuşkusuz izin verilmez, itaat etme kesin emirdir. fakat kendisini makinenin bir parçası sayan herhangi bir insan, yine kendisini bir topluluğun üyesi, hatta, evrensel uygar bir toplumun üyesi olarak tanıtması durumunda, örneğin bir bilgin sıfatıyla, kendi düşünme yetisine dayanarak yazılarıyla kamuya yönelir; her hal ve durumda aklını kullanır, ama, zamanında edilgin olarak da olsa görev yaptığı durumları ve işleri de zarara uğratmadan yapar bunu. üstlerinden aldığı bir emir üzerinde, onun yararlılığı ya da yararsızlığına ilişkin olarak akıl yürüten bir subayın tutumu tehlikeli ve zararlıdır, onun ödevi yalnızca itaat etmektir. fakat eğer bu konuda doğru olmak gerekiyorsa, bir bilgin olarak onun askerlik hizmetinin yanlışları üzerindeki eleştiri ve düşünceleri ve bunları kamu önüne yargılanması için götürmek istemesi yasaklanamaz. yine bunun gibi yurttaş, kendisine düşen vergiyi ödeyemezlik edemez; hatta bu gibi vergilere ilişkin yapılan acımasız eleştiriden ve ödememeye yönelik davranışlar, bu uymamaların genelleşebileceği gerekçesiyle cezalandırılabilir. bununla birlikte bir bilgin olarak aynı vatandaş. kamu önünde vergilerin uygunsuzluğu ve adaletsizliği üzerindeki düşüncelerini açıkça belirttiği zaman asla yurttaşlık yükümlülüklerine karşı gelmiş sayılmaz. yine aynı şekilde bir papaz da hizmetinde bulunduğu kilisenin öğretileri ile uygunluk ve uyum içinde işi gereği kilisenin inançlarını cemaatine ve halkına öğretmekle yükümlüdür. fakat bir din bilgini olarak .o, bu inançları pekâla eleştirebilme özgürlüğüne ve daha fazlasına sahiptir: büyük bir itina ve dikkatle ölçülüp-biçilmiş ve tartılmış düşüncelerini, çok iyi bir biçimde yönlendirilmiş eğilimlerini kamuya iletmek sorumluluğuna sahiptir; bunlar, sözü geçen dinsel öğretilerin yanlış yönleri üzerinde alabileceği gibi, dinin ve kilise işlerinin düzeltilmesine ilişkin de ola;bilir; ve bunu yaparken de vicdanını rahatsız edecek hiç bir şey söz konusu olamaz. kilisenin sadık bir hizmetkârı olarak görev ve yükümlülüklerine uygun bir biçimde vaaz verirken o, kendi kişisel kanılarına göre bunu yapmak özgürlüğüne sahip değildir; ama, kendisinin yükümlü olduğu şekilde ve başka bir otorite adına dinsel telkinde bulunmak zorundadır. o şöyle söyleyecektir: kilisemiz bunları ya da şunları öğretir; işte kullandığı kanıtlar da bunlardır. cemaati yani dinsel
    topluluğu için kendisinin bile tam bir inançla bağlı olmadığı din- sel kuralların pratik yaranlarını ve avantajlarını gösterirken o, bunlar içinde saklı bir hakikatin bulunmasının olanaksız olmadığını ve içsel dine karşı çıkan hiç bir şeyin bulunmadığını söylemek durumunda kalır. (bu gibi dinsel öğretilerde, her durum ve olayda dinin özüne hiç bir şey karşı gelmemiştir, gelemez) . papaz eğer, bunlardan hiç birini öğretilerde bulamadığını düşünecek olursa, işte o zaman resmi görevlerini vicdanı rahat olarak yürütemeyecek ve görevinden ayrılması gerekecektir. sonuç olarak din adamının cemaatinin önünde bir eğitimci imiş gibi aklı kullanması yalnızca aklın özel kullanımı olmaktadır, çünkü burada cemaat ne kadar büyük ve kalabalık olursa olsun bir aile toplantısı söz konusudur ve papaz olarak o kişi özgür değildir ve olmamalıdır; çünkü o kendisine dışardan yüklenen bir görev ile bağımlıdır. buna. karşın, alanının bir bilgini olarak din adamı yazılarıyla halka hitap ederken, dünyaya seslenirken, yani rahip olarak aklını kamu hizmetinde kullanırken, aklın herkes için kullanımının ve kendi adına konuşmanın sınırsız özgürlüğünden yararlanır. zira halkın ruhani yani tinsel işleriyle ilgileneceklerin kendilerinin de ergin olmamaları gerektiğini sanmâk yakışık almayan ve saçmalıkları sürekli kılan bir saçmalıktır.
    fakat bir kilise meclisinde ya da presbiteryen kiliselerindeki kutsal yönetim kurulunda (hollanda'dıların böyle söylediği gibi) görüldüğü üzere, ruhbanlar sınıfı değişmez kesin bir dinsel öğretiler manzumesini, hem kendi üyelerinin her biri üzerinde, hem de onların aracılığıyla halk üzerinde, her zaman için değişmeyen bir koruyuculuğu güvenle sürdürmek amacıyla, bir yemine dayanarak ortaya koymak hakkını kendilerinde bulmamalı mıdırlar? hemen yanıt vereyim bu kesinlikle olanaksızdır. söyle ki, insan soyunun gelecekteki her yeni aydınlanmasına engel olacak 'böyle bir anlaşma kesin olarak bir hiçtir, mutlak olarak boş ve gelecekten yoksundur; kaldı ki böyle bir sözleşme, en üstün bir yetke ya da parlamentolar veya en gösterişli ve görkemli barış antlaşmaları tarafından onanmış olsa bide. çünkü hiç bir çağ bir, yemine dayanarak kendisinden sonra gelen dönemlerin, hem de pek önemli konularda, bilgilerini genişletmemesi ve yanılgılarını düzeltmemesi ya da aydınlanmada ileri gitmemesi için herhangi bir anlaşmaya yönelemez. böyle bir şey insan doğasına karşı işlenmiş bir kıyım olur; çünkü sözü geçen bu durum, insan doğasının köktenci amacı ve belirlenim ilkelerinden biri olan ilerlemeye aykırıdır, ve bundan dolayı daha sonraki kuşaklar da bu gibi anlaşmaları yetkisiz ve suçlu bularak bir kenara bırakmakta tamamiyle haklıdırlar. şimdi acaba aydınlanmış bir çağda mı yaşıyoruz? sorusu sorulunca, yanıt şöyle olacaktır: hayır, aydınlanmış bir çağda değil, fakat aydınlanmaya giden bir dönemde,'bir aydınlanma döneminde yaşıyoruz. şimdiki zamanlarda olduğu gibi, insanlığın bir bütün olarak, başkasının rehberliği olmaksızın, dinsel konularda kendi
    aklını iyi bir biçimde ve güvenilir bir şekilde kullanması durumunda olması ya da bu duruma getirilebilmesi için katedilecek daha çok yolumuz var. fakat bu yönde özgürce çalışmak için şimdi onların yolunun temizlenip aydınlatıldığına ilişkin farklı göstergelere sahibiz; böylece evrensel aydınlanmaya . giden yoldaki engeller, insanın kendi suçu ile düşmüş bulunduğu bu ergin olmayış durumundan kurtuluşu ile ilgili güçlükler yavaş yavaş da olsa giderek azalmaktadır. işte bu bakımdan çağımız bir aydınlanma çağıdır ya da friedrich'in yüzyılıdır. bir prens din konularında, halkına herhangi bir emir vermemeyi ya da yükümlülük yüklememeyi kendi görevi bakımından bir küçüklük ya da bir gerilik olarak görmez ve halkını tüm bir özgürlüğe doğru yöneltirse, hatta bu prens hoşgörülü gibi kibirli bir sıfatı kabul ederek bir zayıflık da gösterse, o aydınlanmış bir kimsedir. işte böyle bir kimse çağdaşlarınca ve kendisine borçlu olacak daha sonra gelenlerce; insanlığı ergin olmayıştan ilk kez kurtaran, hükümeti ilgilendirdiği oranda ve bütün insanları vicdanları ile ilgili tüm konularda akıllarını kullanmada özgür bırakan bir insan olarak onurlandırılmayı hak eder. onun yönetimi altında kilise ileri gelenleri kendi resmi görevlerinin yapılmasını gerekli gördüğü konularda önyargılı davranmaksızın ve fazla ayak diretip karşı koymaksızın bir bilim adamı gibi kendi güçleri ve olanakları elverdiği ölçüde özgür bir biçimde ve halka açık olarak kendi kanılarını, düşüncelerini ve kararlarını dünyanın yargısına, oyuna ve onayına sunabilirler, hatta bu tutum yer yer, şurda burda ortodoks öğretiden sapmaları da beraberinde getirse bile; işte bix durum herhangi resmi bir görevle sınırlandırılmamış diğer kimselere de uygulanır. bu özgürlük ruhu dışarıya doğru da bir açılma ve yayılma gösterir, öyle: ki kendi işlevini yanlış anlayan, görevini kötüye kullanan ve rolünü başarıyla oyna- yamayan hükümetlerce empoze edilen dış engellemelerle bile sataşmak zorunda kalır. bu gibi hükümetler, en azın.dan ulusun birliğini ve halkın uyumunu tehlikeye düşürmeksizin özgürlüğün böyle bir ortamda. nasıl varolabildiğini gösteren parlak birer örnektirler. artık insanlar kendi rızalarıyla yollarının üstünden barbarizmin, bir 'tür büyüklük kompleksinin yavaş yavaş kaldırılması için çalışacaklar ve bu da benimsenmiş, yapma ve uydurma birtakım ölçülerin insanları bunların içinde tutmasının ortadan kaldırılmasıyla birlikte gerçekleşecektir.
    burada aydınlanmanın yani insanın kendi kabahati sonucunda karşı karşıya bulunduğu olgun olmayış ya da kendi sorumluluğu sonucu düştüğü ergin olmayış durumundan kurtuluşunun odâk noktası olarak din konularını belirlemeye çalıştım. çünkü bilimler ve, sanatlarla ilgili olarak yöneticilerimizin bu konular üzerinde söz sahibi olma ve koruyuculuk yapma .rolü oynamaları çıkarlarına uygun düşmez; ikinci olarak din bakımından ergin olmayış her şeyden
    daha. çok tehlikeli, zararlı ve onur kırıcıdır. fakat bilimlerde ve sanatlarda özgürlüğe öncelik. tanıyan bir devlet başkanının düşünme biçimi daha ileri bir yayılım gösterir ve kendi yasası açısından bile vatandaşlarının kendi akıllarını serbestçe ve herkese açık olarak kullanmasına izin vermesinde hiç bir tehlikenin bulunmadığını bilir, herkesin önünde daha iyi bir yasanın yapılması için onların düşüncelerini alır; bu durum yürürlükteki yasanın doğru, içten ve açık bir eleştirisini getirse bile; önümüzde bu türe uygun çak parlak bir örnek vardır, hiç bir yönetici bizim kendisini onurlandırdığımız bu kimseyi şimdiye değin aşamamıştır. [büyük friedrich, ç.]
    ama kendisi aydınlanmış, hayaletlerden korkmayan bir yönetici elinde iyi örgütlenmiş ve kalabalık bir orduyu toplumun güvenliğini sağlayabilme için bulundursa da, devletin cesaret edemediği şu sözü söylemek yürekliliğini kendinde bulabilir: “istediğiniz ,kadar ve istediğiniz konular üzerinde düşünün, ama itaat edin! bu durum ise insansal konularla ilgili olması nedeniyle karşımıza tuhaf ve umulmadık bir durum olarak , çıkar, tıpkı herşeyin hemen hemen paradoksal olduğunu geniş anlamda aldığımızda buna benzer bir sonuca varmamız gibi bir şeydir bu. yüksek düzeye ulaşmış bir toplum özgürlüğüdür kuşkusuz halkın zihinsel özgürlüğü yanında bir önceliği vardır ve onun önüne aşamayacağı sınırlar koyar: buna karşın toplum özgürlüğünün daha aşağı bir düzeyde olması demek, onun zihin özgürlüğüne kendi gücünü gösterebilmesi için yeteri kadar yer sağlaması demektir. doğa bir defalığına. sert kabuğu altındaki tohumu özgürlüğüne kavuşturmuş, bütün yumuşaklığı ile onu kollamış, yani özgür düşünmeye yönelik bir eğilim ve hizmet sonunda giderek halkın zihniyetine, onda yerleşmiş bulunan inançlara tepki göstermiş ve yavaş yavaş özgür eyleyebilme aşamasına, gelmiştir. bu durum yani özgür düşünme ve eyleme, yönetimlerin yani hükümetlerin ilkelerini de etkileyecek ve kendilerine göre insanı kullanarak onu sömürebilecekleri ya da ondan yararlanabilecekleri düşüncesi, makinadan fazla bir şey olan insanın' insansal onuruna uygun davranma düşüncesine dönüşecektir.

    (bkz: link volent entry manent)

    edit: bu baya kötü bir tercümeymiş.
    http://www.columbia.edu/…ets/ccread/etscc/kant.html 'ten düzeltip metni değiştirmek üzere.

    mevcut düzeltme:

    "aydınlanma insanın kendini inandırdığı çocukluk halinden sıyrılmasıdır. çocukluk hali başkasının yardımı olmaksızın kendi kendine düşünememektir. bu çocukluk hali anlayışın kıt olmasından ziyade başkasının yardımı olmaksızın anlamaya çalışma cesaretinin kıt olmasıdır. bilmeyi iste! işte bu yüzden aydınlanmanın mottosu “ kendi anlayışını kullanma cesaretini gösterdir” dir

    doğanın onları yönlendirilmekten kurtarmasının üzerinden çok geçmesine rağmen insanoğlunun büyük bir kısmının hayatlarını bundan memnuniyet duyarak çocuk olarak geçirmek istemesinin sebebi tembellik ve ödlekliktir. bir başkasının kendisini kolayca bakıcı yapabilmesinin sebebi kişinin kendidir. erişkin olmamak çok kolaydır. eğer benim yerime düşünen bir kitap, vicdanımın sesi olacak bir din adamı, neleri yememe dikkat etmemi söyleyecek bir doktorum varsa kendimi sıkıntıya sokmama gerek olmaz. ücretini ödeyebiliyorsam düşünmeme de gerek olmaz; nasıl olsa bana zul gelen bu işi benim adıma başkaları yapacaktır. o canı yürekten bakıcı olmuş kişiler, insanoğlunun büyük bir kısmının ergenliğe adım atmanın zor değil ama çok tehlikeli olduğunu düşünmelerini arzu eder. bakıcılar koca eşşekleri önce aptallaştırır ve bu uysal yaratıkların sımsıkı bağlı koşumları olmadan bir adım bile atmamaları için sakınırlar. sonra da onlara kendi başlarına yürürlerse başlarına ne gibi tehlikeler gelebileceğini gösterirler. şimdi bu tehlike öyle ahım şahım birşey değildir; bir kaç sefer tökezledikten sonra en azından yürümeyi öğrenmiş olurlar. ama bir şekilde mevcut başarısızlıklar göz korkutur ve gelecekteki girişimcilerin cesaretini kırar.

    böylece kişinin nerdeyse ikinci karakteri olmuş çocukluk halinden sıyrılması çok zor hale gelir. hatta bu durumu sevmeye başlar, zaten denemesine hiç izin verilmediği için gerçekten anlama kabiliyetini kullanmaktan acizdir. allah vergisi yeteneklerini kafi miktarda kullanabilmesi için insan eliyle tasarlanmış dogmalar ve formüller bitmeyen çocukluğun prangalarıdır. onları kıran insan küçücük bir hendeği bile atlayabileceğinden şüphe duyar, zira özgürce hareket etmeye alışık değildir. işte bu yüzden kendi ayakları üstünde durabilen, aklını işleterek çocukluktan sıyrılmış insanların sayısı azdır.

    bununla birlikte halkın kendini aydınlatması daha olasıdır vehatta özgürlük verilmişse nerdeyse kaçınılmazdır. kerameti kendinden menkul bakıcılar dahil olmak üzere, çoğunluğun içinde herzaman kendi kendine düşünen birileri olacaktır. bu insanlar boyundurluktan kurtulduktan sonra insanın kendine değer vermesi ve kendi kendine düşünmesine mecbur olması fikrine saygı duyulmasını aşılayacaklardır. kalabalıklar zamanında onları boyundurluğu altına almış bakıcıları aydınlanmaktan aciz bile olsa kendilerine uymaya mecbur bırakacaklardır. bu, önyargı aşılamanın ne kadar zararlı olduğunun şiarıdır: eninde sonunda kendini yaratadan veya onun mirasçısından öcünü alır. bu yüzden halk ancak yavaşça aydınlanır. ihtilal kişisel despotluğa, doymak bilmeyen acımasız zulme bir son getirebilir ama hiçbir zaman olması gerektiği gibi kafaları değiştiremez. eski önyargıların yerine, düşünmeyen kalabalıkların takip edeceği yenileri gelir.

    aydınlanma özgürlükten başka hiçbirşeye gerek duymaz. olabildiğince masum adlandırılabilecek bir özgürlük: halkın bütün meselelerde düşüncesini kullanabilme özgürlüğü.her taraftan feryatlar işitiyorum: “tartışma!” memur: “tartışma—alıştırma yap” vergi memuru: “tartışma—öde” vaiz “tartışma-inan” dünyada sadece bir yönetici “lütfen istediğin kadar tartış, ama itaat et” . özgürlük sınırlandırmalarını her yerde bulabiliriz.. ama hangisi aydınlanmaya zarar verir? hangisi zararsızdır, bizi aydınlanmaya götürür? cevabım: halkın genel kanısı herzaman özgür olmalıdır, sadece bu tek başına insanoğlunu aydınlanmaya götürür.

    öteyandan, kişinin düşüncesi, aydınlamanın gelişmesini engellemek için özel bir çaba sarfetmeden sıklıkla kısıtlanabilir. genel kanıdan kastım bir kişinin(bir akademisyenin) topluluğa hitap etmeden önce kendine verdiği çeki düzendir. kişinin düşüncesinden kastım ise kendi sorumluluğunda olan toplumsal görevlerini getirken kendine verdiği çeki düzendir. toplumun sessiz kaldığı, kamuyu etkileyen bazı durumlarda birtakım mekanizmalara(hükümet) ihtiyaç vardır. bu yerine getirilmesi gereken veya en azından hedeflerin yok edilmesini engelleyen suni bir hemfikir yaratır. burada tartışmaya izin verilmez; kişi itaat etmelidir.
    aynı zamanda bu mekanizma olabildiği kadar kendini uluslararası bir topluluğun parçası olarak görür-bir dünya vatandaşlar topluluğu-(halka yazdığı yazılarla ulaşan bir akademisyen olduğunu farz edelim) gerçek anlamda tartışabilir, ve dahil olduğu meselelerde etkisiz bir eleman gibi zarar görmez. bunun sonucu olarak görevi başındaki bir memurun aldığı emirlerin uygunluğunu veya yararını tartışması gibi çok yersiz olur. itaat etmelidir. ama bir akademisyen gibi orduda gördüğü hatalara dikkat çekmesi ve bakış açısını milletle paylaşması engellenmemelidir. vatandaş kendisine konulmuş vergileri ödemeyi reddedemez.; böylece uygunsuz kınamalar toplumda infial yaratabileceği ihtimaliyle skandal olarak cezalandırılabilir. bununla birlikte (bir akademisyen gibi) uygunsuzluğa, haksızlığa itirazlarını , halka açık bir şekilde belirtirse vatandaşlık kurallarını çiğnememiş olur. bir vaiz bulunduğu konumla cemaatine dini kurallara göre vaaz vermekle yükümlüdür. ama bir akademisyen olarak tamamen özgürdür, hatta ilişki içinde bulunduğu çevre için dikkatli bir şekilde incelediği öğretisinde kaygı duyduğu hataları, yapıcı eleştirilerini dini inanç ve dini müesseseleri geliştirmeye yönelik önerileriyle dile getirmeye mecburdur. bu ağır bir vicdani yükten başka birşey değildir. anladığı şekilde anlatmaya izni olmadığı inancı temsil ettiği inancın takipçisi olarak anlatır. başkasının emrinde başkası adına konuşması için işe alınmış bir çalışan gibi konuşur. bizim öğretimiz böyledir veya şöyledir; bunlar da kanıtlarıdır.” der. böylece yürekten inanmağı öğretileri öne sürerek cemaatinden olabildiğince faydalanır. verdiği bilgilerin saklı gerçeği içermesi tümüyle imkansız olmadığından kendini bunları öğretmeye adayabilir. nasıl olsa öğretilerinde dini temelden sarsacak hiçbirşey bulamadı. böyle bir çelişkinin olduğuna inansaydı vicdanı rahat bir şekilde görevini yapamazdı. istifa ederdi. cemaat onu işine almadan önce hitap ettiği grup mahalli olduğu için burada aklını kişisel olarak kullanmıştır. böyle açıdan bakıldığı zaman vaiz özgür değildir, başkalarının emrini yerine getirdiği müddetçe de olmamalıdır. öte yandan bir akademisyen gibi yazılarıyla herkese (bütün dünyaya) hitap ettiği zaman, bir rahibin düşünceleri olarak sınırsız bir özgürlüğe kavuşacak ve kendi adına konuşacaktır . insanlığın maneviyatı koruyanlara da çocukmuş gibi davranmak saçmalıkların devamını sağlayan bir saçmalıktır.

    ..."
  • kant'in ünlü bir yazisi.

    orijinal texti icin tiklayiniz.
  • kant'ın ciddi aydınlanma eleştirisi yaptığı makalesidir. makalenin bir bölümünde 'aydınlanma' üzerine soru sorar ve kendisi cevaplar: "do we live in an enlightened age?" the answer is, "no", "but we do live in an age of enlightenment."
  • aynı zamanda michel foucault'nun özne ve iktidar kitabında yayınlanan makalesinin adıdır.

    foucault bu makalede kant'ın meşhur makalesinin çok sağlam bir kritiğini yapar. makalenin sonunda kant'ın makalesinin siyasi yönüne atıfta bulunarak kant'ın aslında büyük frederik'e örtülü olmayan bir sözleşme önerdiğinin (yani özgür aklın rasyonal despotizmle izdivacını) tespitini yapar ve şu cümleyle makaleyi bitirir;

    "özerk aklın kamusal kapsamda ve özgürce kullanılması, itaat etmek gereken siyasi ilkenin evrensel akılla uyumlu olması koşuluyla, itaati sağlamanın en iyi güvencesi olacaktır."
hesabın var mı? giriş yap