• değer yargılarının özünü ve niteliklerini araştıran ahlak disiplini.
  • değer felsefesi de denilen aksiyoloji, insanın yaşamı boyunca vardığı bir çok yargının kaynağı olan değerler sistemiyle ilgilenir. yaşamın almaya zorladığı kararlar ve insanları iyi ve kötüyü ayırt etmesi için zorlaması sonucu insanlar iyi, kötü, ayıp, güzel, çirkin ve benzeri bir takım yargılara varırlar. işte felsefenin bu yargıların kaynağındaki değerlerin nasıl oluştuğu, niteliği, sınıflaması ve insanlık ilişkisi üzerinde duran alanına aksiyoloji denir. sönmez’e göre aksiyoloji insanın yapıp etmelerini ve bunların dayandığı ilke ve değerleri inceler. aksiyoloji; “değerlerin kaynağı var mı?”, “değerler içimizde mi, dışımızda mı?”, “objektif mi, subjektif mi?”, “sabit mi , değişken mi?”, “her dönem toplumlar için mutlak değerler var mı?”, “bu değerler toplumdan topluma, zamandan zamana değişim göstermekte mi?” gibi sorular sorar ve bu sorulara yanıtlar arar.
    aksiyolojinin iki bölümü vardır. insan hareketleri (tüm yapıp etmeleri) ve ahlaki değerlerle ilgilenen kısmına ahlak (etik), doğadaki ve sanattaki güzellikleri, bu güzelliklerin niteliklerini ve güzel takdir yargılarını inceleyen kısmına ise estetik denir. ahlak doğru hareketlere temel olacak değerlerle ilgilenirken, estetik, hayalgücü ve yaratıcılığa dayanan doğal ve sanatsal güzelliklerle ilgilenir. bu özelliklerinden dolayı estetik değerler subjektiftir ve ölçülüp değerlendirilmesi en zor olan değerlerdir
    felsefi ahlak ilk kez ortaya eski yunan’da çıkmıştır. insanın mutlu olması için neler gerektiğinin sorgulandığı eski yunan’da demokritos mutluluk ahlakını kurmuş ve mutluluğa ulaşmak için duyguları yenmek gerektiğini savunmuştur. sofistlere göre her insan ve toplum için genel geçer bir ahlak yoktur ve ahlak toplumdan topluma ve zamandan zamana farklılık gösterir. sokrates ahlakın temelinin bilgi olduğuna inanır ve bu doğru bilginin de ancak akıl yoluyla elde edilebileceğini savunur. ahlakın temel ölçülerinin doğruluk, adalet, toplu yaşama, insan sevgisi ve iç özgürlük olduğunu söyler. aristoteles ahlaki eylemi “doğru olan orta”yı bulan eylem olarak tanımlar. doğru olan ortayı bulma alıştırmalar yoluyla edinilir ve ölçütü doğru görüştür. doğru düşünen ve doğruyu yapan insan mutluluğa ve erdeme de ulaşmış olacaktır. ortaçağın karanlığında ahlak dini temellere oturtulmuştur. iyi ve kötünün belirlenmesi işi kutsal metinlere bırakılmış tam anlamıyla kaderci bir yaşam benimsenmiştir. hobbes’a göre ahlak ve hukukun temel gayesi barışı sağlamaktır. locke’a göre ise ahlakın dayanağı acı ve hazdır. ahlaki iyi ve kötü, insanların özgür eylemlerinin yasalarla uyuşup uyuşmamasına bağlıdır. kant’ın ahlak anlayışı görev ahlakı olarak da adlandırılır ve temel ilkesi “öyle hareket et ki, senin hareketlerinin yasası, aynı zamanda başkalarının hareketleri için bir ölçüt olsun” görüşüdür. marxizm’in ahlak anlayışında insanların duygu, düşünce ve üretim açısından sömürülmemesi toplumsal çıkar, barış ve insan sevgisi başlıca ölçütlerdir. genel anlamıyla bilimsel araştırmalarda sorulan şu soruların cevaplarını bulmak ahlak’ın görevidir: “araştırılan kişilerin kimlikleri açıklanmalı mı, gizlenmeli mi?”, “onlara nasıl davranılmalı?”, bilimsel bilgiye nasıl saygı gösterilmeli?”, vb.
    aksiyolojinin sanatı konu alan bölümü estetik “sanatta güzellik – çirkinlik nedir?, göreli mi mutlak mıdır?”, “sanatta bir amaç var mıdır?”, “sanat sanat için mi yoksa toplum için midir?” gibi soruların cevaplarını araştırır. filozoflar bu sorulara farklı cevaplar vermişler ve bu yüzden değişik sanat ve estetik anlayışları benimsemişlerdir. aristoteles’e göre güzellik; düzen, simetri ve sınırlılığın doğru ortada olmasıdır. aristoteles bir yapıtın güzelliğinin sanatçının o yapıtı doğaya uygun şekilde tamamlayabilmesiyle ilişkili olduğunu belirtir. thomas aquinas güzelliğin ölçütlerini belirlerken, kişide haz uyandırması, düzen ve birliğe dayanması, amaçlılık, yetkinlik ve iyilik özelliklerini taşıması gerektiğini ifade etmiştir. hegel sanatı insan ruhunun bir ürünü olarak ele alır, spencer ise sanatın oyundan doğduğunu ve insanın arta kalan gücünü oyun için kullandığında bu işin onu güzellik algısına ve estetiğe götürdüğünü söyler.
    copyright hyphen

    güncel edit: 2006 kpss sürpriz eğitim bilimleri sorusu.
  • degerlerin tur, olcut ve metafiziksel niteligi ile ilgilenen bir felsefe kolu; etik ve estetik. ingilizcesi axiology dir.
  • değer bilimi. (bkz: value)

    felsefi bağlamda 'anlam' kazanan her türlü 'lüzumluluk', 'öncelik' ve zamansal ve zihinsel ekonomi için gerekli olan hiyerarşi oluşumunda referans alan, birbirlerine ardışık ve tümleşik 'komşu alan'ların nasıl iç içe geçtiğini ve birbirleriyle ne şekilde, hangi kuramsal ve kavramsal bağlar ile etkileştiklerini inceleyen felsefe'nin alt kolu. ilginç bir şekilde felsefe'ya dahil bir bilim dalı olarak kendi kendisini de kendi konusuna dahil edebiliyoruz. şöyle ki:

    bir felsefi görüş ya da inanç'ın axiology'sini bilmiyorsak değerler evrenimiz içerisinde inanç ve kanaatlerimizin nereye oturduğunu bilmiyoruz, bilmeden 'yaşıyoruz' demektir. o zaman da sokrat bize kızacaktır, zira bu 'incelenmemiş bir hayat' demektir, yaşanmaya değmeyecektir (incelenmemiş bir yaşam yaşanmaya değmez).

    bu açıdan sokrat'ın dediği biraz da şuna kayıyor gibi 'bir yaşam'ın değeri olabileceği hakkında bilinçli bir fikir ve teorimiz olabilmesi, değer'den bahsedebilmemiz, ve dolayısıyla 'değer'ini anlayabilmemiz için incelemiş olmamız gerekir.' tabi sokrat daha güzel demiş, ben dilim döndüğünce, derdimi anlatacak kadar.

    bu ayraçtan hareketle bir takım eylemsel bütünlük yakalamak, 'değerler' yargılarımızı somut, fiili hareket'e dökmek mümkün. misal kendi değer evreninin oluşturan parçaları ve birbirleri arasındaki işleyiş ve hareketi bilmeyen kişilerin (bunlara cahil ya da şabalak diyebiliriz) 'değer' yargısında bulunmalarını da bu gerekçe ile dikkat'e almayabiliriz. bu sosyal pratik faydalardan ilki.

    ikinci sosyal pratik fayda ise axiology'den bağımsız olarak yargı ve değerlere sahip olan bir kişi olmamak yönünde bir politikaya evriliyor ister istemez. çünkü neyi, niye seçtiğini, öncelik ve değerler sıralamasını neye göre belirlediğini bilmeyen birisinin yargılarına itibar etmiyorsak, başkalarının da aynı gerekçe ile bizi de siklemeyeceği, sikleyemeyebileceği gerçeğine uyanırız. bu durumda ise siklenmeye değer kişiler'in sikleyeceği birisi olmak yönünde somut bir politika geliştirmek lüzumu, bence, kaçınılmaz oluyor. bu 'siklenmeye değer kişiler in bulunması' olarak okunmamalı. bulmak elbette işimizi kolaylaştırır, ama o kişilerin inşasında çalışmak istediğimiz sonuca doğru çalışmak iç huzurunu, ve ayrıcalıklı garantisini verir. bu ikinci sosyal pratik fayda olarak şahsi bir kurtuluş, ikramiye beklentisi yerine çalışmaya değer bir yaşam'ı mümkün kılıyor.

    öyle bir yaşam yaşanmaya değer değildir de nedir? bu da sokrat'ın söylediğinden yana yapılacak üçüncü çıkarım olsun: incelenmiş bir yaşam yaşamak lazım, süper oluyor.
  • axiology'nin değer bilim olarak değerleri oluşturan bütün'e referans vermek ile kendi içerisinde tutarlılık ile tutarlı sistemlerin yeniden inşasına ve uyumlanmasına yönlendirilebileceği aşikar. yani değerler'i var eden bütün'ü anlıyorum, ve o bütünle de uyumluyum diye salt-pratik (hatta poetik (bkz: poiesis)) bir referansımız olursa, aksiyoloji'yi de bu pratik faydaya doğru kanırtırsak hoşgeldin niçe, beş gittin axl oluyor.

    oysa ki bu iç içe geçmişlik'in ayırdına varmanın, o iç içeliğe bakmadan bir 'izlek' vermesi kaçınılmaz tek sonuç değil. o iç-içelik'te rolü olan her dişli'ye, parça'ya kafadan uyumlu olmamız gerektiğini varsaymadan, değer bilim'i konusundaki içtihatların sadece 'varoluşla uyumlu yaşam klavuzu'na dönüştürüleceğini iddia edemeyiz.

    o anlamda ''benim bir takım yaşam felsefelerim vardır'' diyen mahmut tuncer gerekçesiyle 'felsefe'yi toptan ıskartaya çıkartmış oluyor, 'japonlar bu işin bilimini biliyorlar' diyen kitleler sebebiyle 'bilim'i de değerlendirilebilecek en biçimsiz halinden ibaretleştirerek soysuzlaştırmış oluyoruz, olmuyor muyuz?

    dahası işin salt-görelilik tabanında da bir takım arızalarımız var. kendi kendine tapınmayı, kendi sınırlı değerler evreninde gerçekleştiren, gerçekleştirebilen kişi adına, o kişiyi bağlayacak şekilde 'zavallılık' ölçüp biçmek o kişi açısından çok da belirleyici olmuyor. yanlış anlamayın, amirim, kimseye bu zehir'i tavsiye etmek istemem ama seksi, rakınrolu geç, 'doğru' drug'ı yaşayan bir kişiye artık çok referanslı bir 'gerçeklik' algısının kesin belirleyiciliğini de, ispatını da, uzay ve zamanı bükemediğine dair sizle sınırlı gözlemlerle defolanan görüşünüzü de kabul ettiremezsiniz. yeterince asit'e batmış herkes, raksıtar ya da intersıtar, uzay'ı da, zaman'ın da 15 dolar karşılığı büküldüğünü de gayrikabilirücu ve bizatihi tecrübe edecek kadar 'yaşamış'tır (8-12 saat süresince). bu zevat'ın yaşam'ının yarraklığına ancak siz, kendinizi ve o yaşam paydasında bulunmamış 'benzer'lerinizi ikna edebilirsiniz, o da yine iyi etüd edilmiş bir aksiyolojik bütünlükle mümkün olacak bir yargı'ya ev sahipliği etmektedir.

    da...o beni de kimseyi de pek bağlamıyor. 'benzer'leri hareketlendirme için propaganda icabı girdiğimiz 'kışkırtıcı söylem'e çok da inanmamak lazım. onu eyleme geçirmeye çalıştığımız insanları inandırmak için söylüyoruz, kendimiz de kek gibi inanıp, duygusal ve manevi yatırım yapa yapa delirelim diye değil. zaten iş eylem'e geldiğinde rakstar'ı da hiçbir şeye ikna etmek gerekmiyor. derdiniz 'değer'lerinize uyumlu bir 'dönüşüm'se, 'herkes'in herkesi ikna edebilmesi değil, ikna etmek üzere hareketlenmiş kişilerin 'çok referanslı gerçeklik' ile maddi uyumu belirleyici oluyor.

    velev ki, 'sözlü değer yarıştırma'nın bir belirleyiciliği olaydı sofistler işi alıp götürmüştü, teologlar herkesi üzerinde 1000 akademik yıl harcadıkları 'argümanlar' ile hristiyanlığa ikna etmişti, niçe tanrı'yı pes ettirdiği için dünyayı yönetiyor olurdu. ama olmuyor, o kadar müçtehit, fıkıh, mıkıh bilimine rağmen tarih'e de, kimin 'haklı' olduğuna da, 'hakikiliğe' de ancak somut girişimler ve onların yarattığı iktidarlar karar veriyor (yetiş marx). rakstar'a uzay'ı ve zaman'ı bükemediğini ispatlayamasanız da, ona inanan milyonlara ispatlayabilirsiniz. onun için de acilen milyonlarla yatıp kalkmaya bakmak lazım.
  • o mevzilendiği siktriboktan lokasyondan sıyıramadığımız, sokrat'a el sallayıp kendini incelemek ile incelmek arasındaki uçurumun-semantiğe yaman mizah ne kadar da kötü- popüler olan, kolay olan, kof olan tarafına doğru meyletmiş, derin acziyetine ancak bıyık altından gülüp maddi bir dokunuşla sarsamadığımız rakstarımıza bir axiology bina etmek mümkün değil. gerekli de değil, anlaştık. ama kolunu kaldırdığında kolunu kaldıran, o salya sümük totemleştirme senaslarını yılmadan, yıkılmadan icraya meyyal, kadehinde zehir olsa ben içerim bana getirci hayranlarını bu rakstar efendiden azade düşünüp onlarla yatıp kalkmaya çalışmak dayanak noktası olarak bellediğimiz şeyin de bir o kadar kaypak bir zeminde durduğunu gösteriyor sanki. yani birden fazla özne ile muhattap olduğumuz yanılgısı var ortada. rakstarın o bokunda boncuk arayan hayranları birer alterego tadında aynı anlamsız çukurda debelenirken onlarla kurulacak bir maddi uyumdan ziyade kendilerini ıskartaya çıkartıp meseleyi şekillendirmeye daha temelden mi başlamak lazım acaba. milyonların vakit kaybı statüsüne terfisi de hoş olmadı ama, farkındayım.

    raksıtarın o sikkafalı tayfasını harekete geçirmek için başvurulan metodun raksıtar tayfasından daha ziyade propogandayı icra edene zararı dokunacağını zannediyorum. axiology'nin tutarlı bir düzleme köksalması ve o zihinlerde kendi konteksini yaratabilmesi ve anlam kazanabilmesi için gösterdiğin her çaba sana ya da o rakstar eşrafından çok farklı zanneettiğin, şöyle bir kaşıkla tabaktan sıyırıp bir kenara koyduğun çevrene, çevremize veriyor asıl zararı. elindekinden de oluyorsun gibi bir durum var ortada.

    schophenhaur'un kötümserliği mi sindi üzerime bilinmez ama o hastalığın sosyalizm'e de sinmiş olmasından dolayı -sosyalist desek daha yeri- şahsına karşı umudum günden güne törpüleniyor. misal yerinde olacaktır diye tahmin ediyorum, sosyalizm'in axiology'sini bilmeyen adam da aynı sktirboktan, aynı içi boş argümanlarla meseleye yaklaşıyor. kanaatinin temas ettiği noktadan o noktanın dayandığı referanslardan bihaber. zincirleme bir etkileşimin farkında olmayan adam, mevzuyu yorumlar, ona ait bir dünya görüşü geliştirirken ona ait olmayan normları, dili, bakışı, görüyü içselleştirip gönül rahatlığıyla kullanıyor. yani kapitalizme içkin normlarla sosyalizm eleştirisi ne kadar havada kalıyorsa, zihinlerdeki aynı değer karmaşası da savunduğu sistemi tutarsız bir şekilde havada bırakıyor. aslında uzay zamanı bükmek yerine geniş bir amerikan arabası içinde bir dizine bir manken diğerine başka bir tane oturtmuş repstarımız da, o durduğu yeri layığıyla resmetmekten ve yorumlamaktan yoksun güzel insanımız da aynı hastalıktan muzdarip bir şekilde yaşıyor. o magic mushroom'u yutup aha böyle bükerler diyen adamı ikna etmekle, çok başka bir paradigmanın esiri olup kendi içine bakamamış, incelememiş, derdini anlamamış adamı ikna etmek arasında fark yok. ikisi de aynı muhayyileye batmış tepetaklak gidiyor.

    bir ufak rakı açalım, scophenhauer'den devam edelim istiyorum ben.
  • axios kökü ve logos ekinden oluşan bir kelime. axios değerler anlamına gelir. logos ise bilim. axiology de değerler bilimi demektir.
  • genel olarak değerleme ve değer yargılarının doğasını anlama,değer yargılarına varma ve varılanı inceleme bilimidir.felsefenin temel sorularından 'iyi olan nedir?' sorusunu yanıtlama uğraşındadır.değer belirlenerek -estetik- güzel bulunmaya çalışılırken, değer yargısına varılırken iyi ve etik olana ulaşılmaya çalışlılır.
  • değerleri konu edinen felsefe alanı, değer felsefesi olarak da adlandırılır.
    tanrı, inanç vb ile ilgili konuları da inceler(din felsefesi de denebilir).
  • insanlarin ve toplumun degerlerini inceleyerek yasami aydinlatmaya calisir.
hesabın var mı? giriş yap