• doğmamış ormana don biçmiş duyarlı insan (bkz: #16688935). yakçem demişti o yaktı o yaktıııııı ahahah...
  • dünya'nın merkezinde ikamet eden, sabırtaşı olmasına rağmen sözlüğe senelerini adamış, sabırtaşını çatlatan detaylar yüzünden sabrı zorlanan; reklamcılık kutsal kitabı'nın baş misyoneri, yıllar evvel yayından kaldırılan esat'tan dakikalar'ı her bölüm farklı hipotezlerle şenlendirip sazlıklardan havalanan aziz katılımcı. yılların kadim dostu.
  • çeşitli nesilleri acı tatlı hatıralarla geçirip, godotyu bekler gibi yazar olmayı bekleyen, sözlüğe yazmayanları fırçalama misyonunu zamansız mekansız gösteren, belli başlı başlıkların dava adamı olmasıyla ünlenen sabırtaşı dostum. türkiyenin gariplikler ülkesi olmadığını kabul etmeyerek kendi türkiyesini zihin labirentlerindeki hummalı çalışmayla bir neverlande dönüştürüp şikayet ve beğenme mekanizmalarını bu yönde çalıştıran insan. zamanın ötesi mabet, geçen haftanın en beğenilenleri arada hızlı giriş yapılan mekan onun için. sözlükteki mücadelesinin ana teması dünyanın çeşitli yerlerinde gözlemlediği rahat zihin yapısına sahip insanların daha mutlu yaşadığı gerçeği üzerine kuruludur. ama bunu yaparken de ortadoğuluların fikri ve fiziksel çarpışmalarının sebebinin batılıların daha rahat yaşaması üzerine kurulduğunu da bilir. metabolik faaliyetinin aşırı canlılığı yüzünden her nesilde 2000 e yakın başlık arama sonuçlarını taçlandırır. türk gibi başlar ingiliz gibi bitirir. bu yüzden hakan şükür tipi çağdaş forvet mi, yoksa gary lineker tipi striker mı olduğunu asla anlayamazsınız. bir acaip adamdır.
  • miami, moskova, paris, amsterdam, brüksel, malta, tekrar miami, belgrad , viyana , bratislava , prag falan derken şu sıralar da los angeles, las vegas , san francisco falan semalarında cirit atmakta olan yazar.

    seyyah oldu çıktı efem durduramıyoruz. *
  • iki insan boyundaki dev turnikelere ulaşmak eskiden o kadar da kolay değildi. internet satışlı bilet döneminden önce daha toplu taşımada seyahat ederken başlardı sovyet mimarisi baz alınarak yapılmış, ankara'nın griliğine grilik katan, gençlik heyecanıyla yapılmış ama ülke yaşlanınca bakılmamış 19 mayıs stadyumuna giriş tantanası. gri bütünlüğün en gri, en iç kapatan parçalarıysa, ne t.c.nin başlangıcından beri üzerinde çok ta değişiklik yapılmamış zemin; ne de üzerine bastığımız toprakların makus talihini simgeleyen başkent'in cihanda eşi benzeri olmayan havasıydı. 19 mayıs ne ak ne kara olan o kararsız rengini, üzerinde ne ararsam şıp diye bulabileceğim, karmaşa söz konusu olduğunda isviçre çakısını andıran ama yalnızca insanlar tribüne ulaşsın diye yapılmış yamrı yumru merdivenlerden; tuttuğu pas yüzünden leş gibi kokan, açılıp kapanma konusunda parlak yeşil önlüklü polislerin kimlik kontrolüne ihtiyaç duyan turnikelerden; dumanındaki ağırlıktan esmer bıyıkları çocuk kakası rengine terfi etmiş gişeci amcaların durmaksızın açıp kapadığı, açılış-kapanış sesi ve hareketiyle suratlarda osmanlı tokadı etkisi yaratan, dünya ile sarıya çalan bıyığı aristoteles'i kıskandıracak biçimde ayıran, altın rengine şöyle bir daldırıp çıkarılmış gişe kapaklarında; kırmızı leğenlerde işlevselliğini sorgulayıp, polis merkezinde ikramiye niyetine dağıtılmayı bekleyen son teknoloji ürünü çakar çakmaz çakan çakmaklarda ve daha onlarca küçük ayrıntıda bulur. ayrıntıların karamsarlığı ruha bir daha güneşi göstermeyecekmiş gibi çöktüğünden olsa gerek, sırf şampiyonluk yolunda adım adım ilerleyen armayı izleme heyecanıyla dolu olan gencecik yüreğin kalp ritmini hızlandıran bir diğer etken de içeri girememe korkusundan ibaretti.

    kuyruğun hayatımızda, insan olmayan bazı canlılara asil duruşlarını kazandıran organımsı olması gerekirken, mütemadiyen karşımıza çıkmasına rağmen hiç hesaplamamış gibi davranıp, bir de üstüne sisifos gibi görünce her seferinde şaşırdığımız sıralı insan kalabalıklarını sınıflamaya yarayan bir gösterge olarak yer alması ne acı. öyle ki; ağzı kuduz olmuşcasına dolduran bir küfür eşliğinde; görür görmez sağ eli hızlıca yüze çarptırır, sağ elin tersini sol avuç içiyle buluşturur ya da iki eli birden çukurova'dan henüz toplanmış pamuk kıvamında olan saçlara götürür; hakettiği ünlemi alır, ama yine de bana mısın demezdi. kaynak yapmak, o zamanlar yeni başlayan küçük çaplı linç girişimlerini bertaraf etmeye değer birşey olmak şöyle dursun, bünyeyi mücadeleyle, birliktelikle, hakla sarmalayan sosyalist görüye ihanet edecek diye ödü patlayan tin tarafından daha doğmadan kafada bitirilmekteydi. sıranın asla sana gelmeyeceğini bildiğin ama utangaçlıktan yerinden kıpırdamadan da kurban edileceğin zamanı beklediğin an... 19 mayıs'ın griliğini bir gece olsun renklendirecek istanbul tayfası da mabedden göz aşinalığı yaratmış devasa bayrakları, ritüelmiş gibi yalnızca stad içinde açılıp, onlarca tutku sahibi çocuk kafalının gözünde kinder surprise etkisi yaratacak, "acaba ne yazıyor içinde, kime nasıl giydirmişler?" sorusunu sorduran, yazıları tersten okuyup en önce öğrenmenin keyfine varacağın pankartlarıyla gelmişler ve rica minnet, griliği bir gece olsun stad dışına atmak adına giriş yapmak için yerel halktan sıra dileniyorlar. ev sahibi olmanın ağırlığını bariz şekilde örten ürkek bakışlar genç istanbullulara yer vermeyi zorunlu kılıyor...

    ... bitmeyen sıranın dışında umutsuzca gezinmek, şimdi ne durumda olduğu bilinmeyen mutlu çiftlerin aşkını kıskanmak, sonradan koyulaşacak "zengin sarısı" saçlarıyla esmer babalarının ellerini olanca güçsüzlükleriyle tutan çocuklara gülümsemek, maç kalabalığında yalnızca bedenini değil ruhunu da kaybetmeni sağlıyor. sırada görmek istediğin en son kişiyle göz göze gelmek, onun, ne konuşan, ne konuşulan ne de konuşulmayan insanlar arasında olduğunu ya da en azından senin öyle bir sanıya sahip olduğunu yüzüne vurmaktan öteye gidemiyor. kıvraklığı öğrenmeyi reddetmiş sessiz çocuk olanca çabukluğuyla tanrının bile gözünden kaçan hamleyi yaparak edilgenken etken yapıyor seni. giriş izdihamı, oksitlenmiş döner kapı, hacılanan çakmak, dandik kırmızı leğen, reflektör yelek, isviçre çakısı merdiven bu sefer benzerliği sıyırıp değişimi getiriyor gözlerimin önüne. o konuşmayan ve konuşulmayan çocuk buzdağının görünmeyen kısımlarını göstermek üzere bir macera daveti çıkarıyor cebinden. davetin görünen kısmı; göz ardı edilen karınca duası bilgilendirmeler, köprülü'den kalma damga pulu, maçın adı ve tribünü gösteriyor oysa ki. nereden bilebilirdim ki, gerçeği elde etmek için basit bir anın tetikleyici olabileceğini? üstelik gölgelerle mutluyken, asılların evrenine çocuk denecek yaşta adım atmak ta neydi ki? cesaret, cesaret, daha fazla cesaret...
  • bu hafta cuma gecesini cumartesiye bağlarken sourberryde fatal error programına konuk olup, irili ufaklı birsürü konuyu irdeleyecek atardamarlı şahsiyet.
  • ertuğrul sağlam ile alıp veremediğinin ne olduğunu merak ettiğim yazar.
  • inanılmaz entrylere sahip mükemmel bir ekşi sözlük yazarı. eski snowboard takım arkadaşım olabilir.
  • florida sahillerinde** beklemesi, her zaman huzurun yolunu gözlemesi gerekirken, türkiye cumhuriyetinde hayata dair iç burkan detayların adamı olması onun seçimi değildi elbette. yaşarken ki akıllara zarar gözlem yeteneği, genellemeyi sevmeyen ama sağlıklı nefes alabilmesi için yapmak zorunda olduğunu bilen tavrıyla kesiştiğinde boş turnikeye koşan guard kadar rahat farkına varıyor gerçekliğin zevk vermeyen yanlarını. yine de bir empirist titizliğinde deniyor, olmuyor. yine deniyor, yine olmuyor. ampirizmin zaman kaybı olduğunu biliyor ama çaktırmıyor. bu çaktırmama acı olarak dönse de bünyeye, hayat aslında şu önermeden ibarettir; entourage yarım saat süren bir hayal dünyasıdır ve biz, özeti patlangaçlı gazete manşetleri* * * olan, rest ve krizden beslenen gergin gerçekliğimizi yaşıyoruz.

    oysa, en hayati restlerde ve en sıkışık krizlerde bile hakikat ilk tercihidir. gerçeği restle, sessizlikle, mantıkla veya çizerek, kısaca doğrudan anlatmaya çalışması, bıraksan birbirini bir kaşık suda boğacak ama karşılıklı gerdan kırmakta da bir beis görmeyen sözde kibarları neden sorusuna teşvik eder.

    ne diyem mahmut mu diyem? şakir işte. düpedüz şakir.

    eylemde pişkinliği, lafta adam sendeciliği şiar edenlerin bolluğuna rağmen sever buraları. kendini okyanusa huzur içinde bırakmasıyla buraları özlemeye başlaması birdir. hasbihal edilecek bir sevdicek, görkemsiz ve kilitsiz bir iş yaşamı, çay çekecek kutsal eller, 2 lahmacun 1 ayran, her akşam bayiden ısrarla istenen kefir, paramparça tesbihler, elde kalan imameler, midyeci ahmet'in tepsiyi kapatmak, usanmadan zeki müren dinlemek...

    şu memleketten istediği tek şey, şevki yılmaz hac konuşmaları kıvamında höyküren bünyelerin, her allahın günü karşısına dikilip onu stresten gerim gerim germesi değil makara malzemesi olarak muhabbetlerde yaşamasıdır. bir gün belki o da olur diyeceğim ama şakir'e mahmut demek ne kadar doğru bilemedim. gündemdeki hedef 2023 iken, sen ben gibilerin hedefi nedense 60'lar, 70'ler.. geçmiş, gelecekten daha çok istikbal vaat ediyor, çaresi yok.
hesabın var mı? giriş yap