• "aşk, ateş ve anarşi günleri: türk sinemateki ve onat kutlar", önder esmer'in 2023 tarihli belgeseli. 42. istanbul film festivali'nin en önemli işlerinden biriydi bana kalırsa. böyle bir festivalin düzenleniyor oluşunda dahi onat kutlar'ın katkısını unutmak mümkün değil (bkz: onat kutlar, ishak ve sinema/#128215907).

    adından anlaşılacağı üzere, onat kutlar'ı, türk sinematek'inin kuruluşunu ve etkilerini perdeye taşıyor film. bunu yaparken, bireysel arşivlerden çıkan az sayıdaki görsel malzeme ile sinematek'in kuruluşunda rol oynayan cevat çapan, rekin teksoy gibi ustaların yanı sıra, sinematek'le yoğrulmuş bir kuşağın, ömer pekmez, jak şalom, burçak evren, vecdi sayar, giovanni scognamillo gibi değerli isimlerin tanıklıklarına başvuruyor.

    onat kutlar antepli. istanbul'a gelip önce akademi'de mimarlık eğitimine başlıyor, ardından istanbul hukuk'a geçiyor. istanbul hukuk'ta okurken, ileride edebiyatımızın incileri olacak demir özlü, hilmi yavuz, kemal özer, erdal öz, ülkü tamer gibi öğrencilerle a dergisi'ni çıkarmaya başlıyorlar. neden? menderes hükümetinin baskıcı rejimi ve giderek kısıtlanan özgürlüklerin savunusu için. hükümet devrilince özgürlükler geri geldi umuduyla dergiyi kapatıyorlar. hem edebî hem tarihî olarak önemli bir dergi yani.

    onat ağabey, 60'larda paris'e felsefe okumaya gidiyor. işte orada henri langlois'nın kurduğu ünlü fransız sinemateki'nde sinemaya vuruluyor. gerçekten vurulmak. ilk vurulduğu film de bergman'ın yaban çilekleri*. kutlar'ın fransa deneyiminden sonra tüm çabası, memleketin sinema kültürünü geliştirmek ve ulusal sinemamızı evrensel meseleleri olan bir sanat hâle getirmek. bu amaçla, bir grup aydın ve şakir eczacıbaşı'nın da katkılarıyla türk sinematek derneği'ni kuruyor. filmi baştan sona yazacak değilim, ama tüm bu adımlar sinemamızın durumunu anlamak adına önemli.

    sonra memleketin makûs talihi devreye giriyor. sinematek'i kuran insanların profilini anlamış olmalıyız: entelektüel, aydın, sınıfsal meselelere kafa yoran, solcu bir profil. sinematek'te gösterilen filmler, potemkin zırhlısı (o vakte kadar s. ayzenştayn'ın değil filmini göstermek adını bile anmak yasak, buna dair çok hoş anekdotlar var filmde ama söz uzamasın); resnais'ler, varda'lar, pontecorvo'lar, de sica'ların filmleri*. şişli kervan sineması'nda ve sinematek'in sıraselviler'deki yerinde gösterimler dolup taşıyor. hasan âli ediz'in çeviri ve seslendirmesiyle türk aydını savaş ve barış'ı, sıradan faşizm'i, cezayir savaşı'nı (bunları hâlâ izlemeyenler var) izliyor. peki ne oluyor? kerameti kendinden menkul yeşilçamcılar, sinematek'in düşmanı kesiliyorlar: vay efendim bunlar bizim filmlerimizi göstermiyorlar, bizi küçümsüyorlar, batıcılık yapıyorlar filan diye. (ulan bergman'ın, ayzenştayn'ın yanında yeşilçam'ın milleti iyiden iyiye avanaklaştıran teneke melodramlarını mı göstereceksin!) onat ağabeyler kibar tabii, ben gibi bayramlık ağızlarını açmıyorlar. yeşilçam'ın ticari bir sinema olduğunu, yapımcılarının kültür-sanat işlerinden pek anlamayan kesimden olduğunu söylememe de gerek yok herhalde.

    neyse, sinematek'e muhalif olanlar ne yapıyorlar? akademi'de "türk film arşivi" çalışmalarına başlayan sami şekeroğlu'nun etrafında toplanıyorlar. bu toplananlar arasında halit refiğ, metin erksan gibi yönetmenlerin oluşu, tüm bu mevzuları bildiğimiz için bizi şaşırtmıyor, fakat bilmeyeni şaşırtabilir. sami şekeroğlu'nun arşivinin ne durumda olduğunu son yıllarda yapılan haberlerden takip edebilirsiniz. sinematek ise malum darbeyle birlikte kapanıyor. fakat orada yetişen gerçek sinefil kuşağın sinemaya katkısı devam ediyor; eski adıyla istanbul sinema günleri, yani istanbul film festivali bunlardan biri. çünkü sinematek'in derdi arşivcilik değil, onat kutlar'ın deyişiyle tek derdi insana yatırım yapmak, sinema konusunda nesilleri bilinçlendirebilmek. bunu başarıyorlar da, eşim dâhil o kuşak ve o kuşağın izinden giden benim kuşağım sinemayı sinematek'ten öğrenmiş, öğrendik. filmden sonra salonda yönetmenle samimi bir sohbet imkânı doğdu, seyirciler arasında sinematek ile öyle anıları olan insanlar vardı ki onat kutlar'ın çabasının ne denli bereketli olduğunu yine anladım.

    yönetmenin aka ak, karaya kara diyen hakkaniyetli duruşunu beğendim. röportaj yapılan isimler içinde de burçak evren çok sahiciydi; neyin ne olduğunu eğip bükmeden anlattı ve vefatının ardından kütüphanesi mügsf'ye bağışlanan, ayrıca 70-80'lerde tuttuğu, benim için hazine değerindeki sinema defterleri eşimde olan, 1987'de trafik kazasında kaybettiğimiz sinema yazarımız nezih coş'u da anmadan geçmedi burçak bey.

    film yeni sinema dergisine, derginin kapaklarının yeni kaybettiğimiz merhum sungu çapan'ın marifeti olduğuna da değindi. filmin müziklerini alper maral'ın yapmış olması ayrıca hoş. filmin adı, kutlar'ın "sinema bir şenliktir" kitabında geçen bir ifadeden. dönemi öyle güzel tanımlıyor ki: aşk, ateş ve anarşi. yani 68 kuşağı. 20. yüzyıl içinde en sevdiğim kuşak. sinematek'in kuruluşunda i.ü. sanat tarihi'nden mazhar şevket ipşiroğlu ile sabahattin eyüboğlu'nun katkısını da analım.

    onat ağabeye dönersek, izleyiciler arasında uzaktan bir akrabası da vardı ve katilinin yakalanıp hüküm giydiğini bize yeniden hatırlattı. onat kutlar, 11 ocak 1995'de bir terör saldırısı sonucu hayatını kaybetti. aynı saldırıda arkeolog yasemin cebenoyan da rahmete kavuştu. bu hain saldırının sorumlusunun pkk olduğu ortaya çıktı, hatırlayalım.
  • türk sinematek'i nin kuruluşu ve kapanana değin geçirdiği evreleri anlatan başarılı bir belgesel.ayrıca onat kutlar'ın yaşam öyküsünden pasajlar sunuyor.kuruluşundan itibaren dönemin sinema aydınlarının arasında yaşanan tartışmaları ortaya koyuyor.
    belgeselin en hoş anları;filmlere ^^altyazı^^ yerine geçebilecek çözüm çabalarının anlatılması.
  • sonlarına doğru, "onat kutlar, 30 aralık 1994'te cafe marmara'ya bırakılan bombanın patlaması sonucu ağır yaralandı. 11 ocak 1995'te hastanede hayatını kaybetti." ifadesinin geçtiği belgesel.

    tabi bombayı kimin bıraktığı ile ilgili bir ibare yok. görünmez eller bıraktı sanırım. ya da şöyle soralım soruyu: bombayı pkk değil de dinci bir örgüt mesela hizbullah bıraksaydı yine ismi anılmayacak mıydı bu örgütün? yoksa büyük puntolarla özellikle mi belirtilecekti?

    her şeyden evvel kendilerine karşı dürüst olamayanların, başka toplumsal kesimleri sahtekarlıkla suçlaması ve ahlak ticareti yapması normalleşti artık. sefillikte ve düşüklükte mahalleler arasında bir fark olmadığı için bu memlekette her şey boktan zaten.

    bir çöplükte ömür tüketiyoruz maalesef.
  • yukarıdaki entry'de doğru bir eleştiri yapılmış: #160668553.

    ben filmi festivalde izledim, başlığı da akabinde açtım. entry'nin sonunda* yazdığım gibi, izleyiciler arasında onat kutlar'ın bir akrabası da vardı. hatta film ekibine "neden onat ağabeyin katilinin (pkk militanı deniz demir) yakalanıp hüküm giydiğini söylemediniz?" diye sitem etti. film ekibi bir şey diyemedi tabii, neticede filme gölge düşüren tatsız bir an oldu. film iyi film, dönemin gerçeklerine ışık tutuyor, ama rahmetli cüneyt cebenoyan'ın dediği gibi: "katile katil demezseniz, mağdura da mağdur dememiş olursunuz." tık
  • belgeselin sonu beni ciddi anlamda kudurttu. ulan cüneyt cebenoyan'ın adı onat kutlar belgeselinde nasıl geçmez, nasıl geçmez amına koyayım???

    terörist, özde feodal, sözde solcu kakalaklar dışladı diye mi anmadınız rahmetlinin adını.

    ulan! terör saldırısı sonucu öldü onat kutlar alooooooo! pkk öldürdü bu aydınlanmacı, marksist zihni. allah harbi belanızı versin.
  • belgesel sonunda geçen şiiri paylaşabilen olur mu? teşekkürler.
  • "türk sinema tarihindeki en anlamlı, esas olarak fikirlerin çarpıştığı ve geleceğe dönük sonuçlar barındıran tartışma hiç kuşkusuz ki “sinematekçiler” ile “yeşilçamcılar” arasında yaşanandır. 1960’lı yılların sonu ile 1970’ler boyunca karşılıklı dergi sayfalarında, açık oturumlarda karşılıklı suçlamalar ve sözlü kavgalar yapılır, türkiye’deki sinema kültürü masaya yatırılır, sinemamızın hangi yönde ilerlemesi gerektiği tartışılır.

    (...)

    önder esmer’in “aşk, ateş ve anarşi günleri: türk sinemateki ve onat kutlar” adlı 75 dakikalık belgeseli, büyük oranda bu tartışmaya yer ayırarak ele aldığı kişiliğin portresini çıkarıyor, onat kutlar’ın yaşamını ve çalışmalarını anlatırken türk sinema tarihinden bir kesiti de olanca canlılığıyla gözler önüne seriyor. zengin ve özgün arşiv görüntüleri ile ses kayıtlarına yer veren belgeselde burçak evren’den hülya uçansu’ya, rekin teksoy’dan atilla dorsay’a, aydın sayman’dan cevat çapan’a, nijat özön’den giovanni scognamillo’ya, vecdi sayar’dan ömer pekmez’e, ahmet soner’den ali özgentürk’e kadar kutlar’ı ve sinematek’i yakından tanıyan isimlerle röportajlar yapılmış. onat kutlar’ın eşi filiz kutlar, oğlu mazlum kutlar, yeğeni ahmet kutlar ve kız kardeşi seza kutlar aksoy da anlatımlarda bulunuyorlar.

    belgesel, failin ismini açıklamaktan imtina etse de pkk’nın 30 aralık 1994’te istanbul’un göbeğindeki marmara oteli’nin kafesine koyduğu bomba sonucu arkeolog yasemin cebenoyan’la birlikte aramızdan ayrıldı onat kutlar. edebiyat çalışmaları, istanbul’da önce mimarlık sonra hukuk eğitimi alması ve ardından felsefe eğitimi için paris’e gidip sinemayla tanışması, senaryoları, yazılarını hep son anda yazması, borç harç içinde ama büyük bir sinema aşkıyla dolu olarak geçen sinematek yılları, yakın tanıklıklarla aktarılıyor “aşk, ateş ve anarşi günleri”nde. şakir eczacıbaşı dolayısıyla yeşilçamcıların “sinematek burjuvazinin koruyup kolladığı ve türk sinemasına karşı kullandığı bir alettir” suçlamaları da boşa çıkarılıyor. öte yandan kimi konuşmacıların sinematek’in bazı hatalarından bahsetmesi de anlamlı.

    önder esmer’in belgeseli, o hareketli ve verimli günleri yansıtan, sinematek dönemine yetişemeyen, onat kutlar’ı yeterince tanımayan genç kuşakları aydınlatacak, başarılı bir çalışma. (...)"

    tunca arslan, sinematek - yeşilçam tartışmasına bir bakış
hesabın var mı? giriş yap