• istanbul bu şiddette bir yağış pek görmemişti, üstüne saçma sapan kentleşmemiz de eklenince felaketi hazırlamış olmalı.

    bilim belki son 10 yıldır uyarıyor, türkiye'de eskiden 100 yılda bir görülen türde yağışlar ve fırtınalar artık neredeyse 1-2 senelik periyodlarda görülecek diye (benzer şiddette bir örneğini daha yeni karadeniz bölgesinde gördük). bu uyarıları kimsenin kaale almadığı ortaya çıktı. hiç şaşırtıcı değil çünkü 99 depreminden öncesinde de marmara bölgesinin büyük risk altında olduğunu anlatmaya çalışan bilim adamları vardı. ve bir de onlarla dalga geçenler, elbette.

    daha demin televizyonda bir meteorolog anlattı. uydu verilerine dayanarak önceki günden sel uyarısında bulunmuşlar, ama o sırada havayı günlük güneşlik görenler dalgasını geçmiş, ciddiye almamış.

    bence bir dahaki sefere kendileri uyarıda bulunmasın. "fethullah gülen* uyarmış çok şiddetli yağış geliyormuş" diye 3-5 kişiye duyursunlar. üç saat içinde bütün istanbul "yarın tufan olacakmış" diye gemi yapmaya başlamazsa ben de ventolin değilim.
  • istanbul'u genel olarak ele alırsak kadıköy civarlarında 8 eylül sabahından beri devam etmektedir, donuma kadar ıslanıp da evde bornozla oturmanın verdiği seksilik ile söylüyorum bunu. çok da güzel bir şekilde yıldırımları izliyoruz şahaneler, o gürlemeler yok mu birde...

    zannedersin ki yukardakiler parti veriyor, cennet tarihinin gördüğü en sesli dj. ayrıca bu entryi yazarken havanın rengi pembe oldu kırmızıya dönüyor aman tanrım lanetleniyorum sanırım...
  • akp tarafından yağdırılmayan, fakat akp nin sorumsuzluğu yüzünden can alan yağmur.
  • bazı sivrizekalar tarafından yıllarca akp'nin yüzü suyu hürmetine yağdığı idda edilirken bu sefer çark edildiğine şaşkınlık içinde tanık olduğumuz yağmur.
  • bazı gerizekalılarca akepe tarafından yağdırılıyor dendiği sanılan yağmur.
    şimdi gel de bu gerizekalılara belediyenin görevinin sadece lale dikip kaldırım değiştirmek olmadığını anlat.
  • istanbul'un orta yerinde servis araçlarından inen adamları götüren ve şu saate kadar 14 kişinin ölümüne neden olan yağmur. kadir topbaş isimli oyuncu eskisi de "bu tamamen tedbirsizlik sonucu olmuş" demiş.

    o da haklı. insan bir metropolde minibüsten inerken bir sağına soluna bakar di mi sel bastı mı diye ortalığı. allahım sen bana sabır ver. şaka mısınız usta hepiniz?
  • 10 eylül 2009 yıldız teknik muafiyet sınavının içine etmiştir. yüzme biliyorum bu sorun değil, evraklarım ıslanır diye korkuyorum. yanıma halat da alacağım. bir ağaçtan bir ağaca bağlaya bağlaya yenibosna zincirlikuyu metrobüs hattını takip ederek yüzer giderim artık. zincirlikuyudan sonra kampüse kadar damlardan atlaya atlaya... sonra sınav binasına gelince derin bir nefes alır, dalış yapar, doğru pencereyi bulur sırama otururum. 4 dakikada soruları işaretler sudan çıkmayı başarırsam aynı yoldan geri dönerim. planımı yaptım.
  • sarıyerde yaklaşık 3 saattir kesintisiz şiddetli yıldırım ve şimşeklerle kendini gösteren sağanak. bilmiyorum istanbulun diğer bölgelerinde nasıl ama ben cidden korkmaya başladım, zira odam da su almaya başladı hafiften. ve kesinlikle abartmadan söyleyebilirim ki hayatımda gördüğüm en şiddetli yağmur bu. 3 saattir uyku/uyanıklık arasındaydım ve acayip kabuslar gördüm yani o derece...
  • insandılar, kadındılar, emekçiydiler onlar. fikriye, bircan, nebahat, altun, özlem, nuriye ve nehide onların isimleri. yıllarca selde ölen 7 işçi diye anılacak, kaybolacak isimleri. kadın örgütleri hariç kimsenin umurunda olmayacaklar. kaderleri mi diyeyim hayatları mı kesişmiş kardeşleri gibi ölüme, cinayete? tıpkı bursa’da kilitli kaldıkları fabrikada yanan ayşe, sadife, gülden, sevgi ve necla gibi; ceylanpınar’da yine sele kapılan hacer, hatun, zehra, fidan, anut, emine, naile, fatma ve hulfa gibi.

    ağır, çok ağır hem de. bu topraklar üzerinde o kadar çok karşılaşıyoruz ki acıyla, öyle çok sınanıyoruz ki. yumruklarımın sıkılı olmasından mütevellit unuttum da gözyaşlarımı, o kadar alışığım (alışığız) ki zulme, ölüme. aktılar benimkiler yeniden bu kız kardeşlerim, kan kardeşlerim için. dedim ya alışığız diye acıya. hrant öldürüldüğünde de böyleydi, düzenin aldığı bir canımızdı, içim sıkılmıştı, bağırdım her zaman yaptığım gibi, deli gibi, ağlayamadım. hep sonradan kor anlar ya; akşam düşmüştü ekranlara betona yatırılmış bedeni, üzerindeki beyaz örtü, oraya ait olmadığını söyleyen ayakları çıkmıştı o adi beyazlıktan, nasıl yanmıştım, ağlamayı hatırlarken. “fikriye”ler de öldüler bugün, tahmini mümkün olmayan duygularla öldüler, öldürüldüler. sel basmış, allahın takdiri olmuş, dikkatsizlikmiş yine, sonra çekilmiş sular, karşı kaldırımda bulunan benzinliğe götürmüşler onları, sermişler betonun üzerine, soğuk ki nasıl, üstlerinde beyaz var, yine isyan etmiş birinin ayağı; bilmem nebahat’in midir, özlem’in midir o ayak? karalar bağlamış ömrünün son isyanını yüzümüze çarpıyor. o beyaz minibüs onu alır giderken * umudu var mıydı yarından, belki de bu iklimin en büyük hediyesi olan umutsuzluğu taşıyordu yüreğinde.

    vardır ya umutları olmaz mı? önce şu yağmurdan kurtulmak, sonra ustabaşının azarlarını çekmemek, patronun ”işçi çıkaracağız “ ezberini dinlememek, muhasebeden “maaşlarınız geç yatacak” aldatmacasını duymamak, evine ekmek götürebilmek gibi umutları vardı muhakkak. olmadı, aldılar tüm umutlarını, dün olduğu gibi, ama bugün sonsuza kadar aldılar.

    yine lacivert takım elbiseli, ipek kravatlı beyler nutuklar atacak, devlet daima büyük; biliriz ki “yaraları saracak” ve elbette “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, "dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyetten" tutuklanacak birileri gene göstermelik, sonra gecikmeksizin salıverilecek. öte yandan gülerler ölüme terk edilecek, ölmesini istemeyen kardeşleri tutuklanacak, salıverilmeyecek.

    fabrika büyüklüğünde mezar demişti buralı arkadaş bursa’da yanan işçilerin ardından. nice sorular sormuştu(k) yine? sorular çok, cevaplayan yok; çünkü "soru soracaklar"ın özneleri yaldızlı reklamlar eşliğinde ya ekonomiye can vermeye * çağrılmakta, ya eve kapanmayıp pazara çıkmaya * ( hem de emek örgütleriyle beraber) davet edilmekte. utanmadan sürdürün e mi kampanyalarınızı.

    yanarım.

    “istanbul deyince aklıma
    bir basma fabrikası gelir
    duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun
    dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta
    kan ter içinde mahzun” *

    (bkz: fikriye özen)
    (bkz: bircan karataş)
    (bkz: nebahat salkım)
    (bkz: altun yüksel)
    (bkz: özlem ünal)
    (bkz: nuriye can)
    (bkz: nehide kırıcı)

    http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/…26317&p=13&rid=2

    nasıl tanıdık o kırmızı-beyaz şerit, o beyaz kefen, cesede alışmış o sağlık görevlisi, haber yetiştirmeye çalışan o muhabir. bak o elleri belinde olan insan benim. evet en büyük suç da benimkisi. utanıyorum ben orada sıkışıp ölen kadınlar için, suya karışıp gelen eşyaları toplamaya çalışan insanlar için.

    (bkz: minibüs büyüklüğünde mezar)
  • ntv muhabiri ile bir sel mağdurunun sualtında kalmış evinde, sel mağduru ile arasında yaşanan kısa diyalog birçok şeyi anlatıyor sanırım bu yağmurun sebep olduklarıyla ilgili. diyalog şu minvalde gelişti:

    muhabir: geçmiş olsun beyefendi. neler oldu bir anlatabilir misiniz dün geceden itibaren?
    mağdur: valla dün gece yatıyorduk. geceye doğru yağmur çok yağdı. işte ev su altında kaldı. ama kimsenin yapacağı bir şey yok burda, bu takdir-i ilahi işte. bunu kimse önleyemez. ...

    eh be güzel vatandaşım. o ağzını aç artık, takdirine inandığın ilahın adına aç da 1-2 kelime söyle, herkesin bildiğini herkesden saklama. "önlem alınmadı.", "altyapı yok." de, "yardım gelmedi 12 saattir." de, "tahliye kararı niye çıkmadı." de, "kim karşılayacak bu zararı şimdi de?", "sosyal devlet nerde, hizmet nerde, plan program yok mu?" de; ne dersen de ama artık susma, güdülme, gözünü seveyim güdülme. seni güdenler, sudan yüksek, kuru koltuklarında suçu sana atmakla, bahaneler aramakla meşguller sen çamur deryasından erzak çıkarırken. yapma, kendine gel artık, farkında ol...

    tüm mağdurlarına baş sağlığı, sabır ve kuvvet dilediğimdir...
hesabın var mı? giriş yap