• ürün diye bi arkadaşım vardı bi zamanlar. kim kızına bu ismi verir, verirken ne düşünür bilmiyorum ama hayata yenik başlamak bu olsa gerek.. ürün diye isim mi olur lan. o ne lan öyle mal der gibi...
  • seri üretime geçmiş satıcının pazarladığı mala vermeye başladığı isimdir. misal, küçük kafe veya lokantanın sattığı yiyecek ve içecekler, satıcısı tarafıdan "ürün" olarak nitelendirilmiyor. ne zaman ki o kafe, bistro haline gelir, "happy hourda tüm ürünlerde %10 indirim" reklamını asarlar, o zaman satılan yiyecekler ürün olur, sanki fabrikasyonmuş gibi bir tat verir..
  • kuaförlerin jöleye waxe saç bakım kremlerine falan taktığı isim. örnek:
    -benim ürünümü kim aldı yine?
    tr: burdaki jöleyi hanginiz aldı lan!
  • aynı zamanda uşak merkeze bağlı bir köy.
  • gerçekten bunu kızına isim diye koyanlar var, küçüktük az dalga geçmezdik adı ürün olan kızla
  • herkesin kendini pazarlamaya çalıştığı çağımızda iğrenç, yapış yapış, ikiyüzlü bir sözcük olup çıkmıştır. genelde ne idüğü belirsiz şeyleri pazarlamaya çalışan insanlar tarafından çok sık kullanılır.
  • üretim ve tüketimin hangi amaçlar çerçevesinde icra edilmesi gerektiği insanoğlunun en kadim tartışma konularından biridir. sadece insanlar ile sınırlamak zorunda da değiliz bu problemin odağını. vahşi doğadaki canlılardan tutun da av-avcı zinciri içerisine giren her canlı aslında üretim-tüketim zincirinin halkalarını oluşturmaktadır. fareyi avlayan yılan ve yılanı avlayan kartal, kartalın cesedini ayrıştıran mikroorganizmalar... doğa waste-free özelliği olan son teknoloji bir fabrikaya benzer. hiçbir şey israf edilmez... devasa bir bizon avlandığında aslan bir kaç parça alıp çakallara, çakallar hyenalara, hyenalar akbabalara, akbabalar daha küçük kuş ve hayvanlara ve onlar da bakteri ve mikroorganizmalara devreder cesedi. ve doğada kusursuz olduğu kadar kesintisiz bir geri dönüşüm mekanizması bu örnekteki gibi var olur. enerji ve atık dönüşümü...

    doğa örneği insanın ilk örneklem kümesi, başka bir deyişle ilk öğretmeni olması sebebiyle isabetlidir. kaldı ki insanın üretim çabası her daim doğanın ona sunduklarına bağlıdır, hammadde oradan temin edilir. henüz modernleşmemiş (kitlesel üretime geçmemiş), ilkel(!) olarak tabir edilen insanın, belki de vücut enerjisinin limitliliği nedeniyle, üretim-tüketim alışkanlıkları bazında diğer canlılardan çok farklılaştığı söylenilemezdi. onlar da hareket ediyor, düşünüyor, avlanıyor ve tüm bu eylemleri için her daim enerji harcıyordu. avlanma ve tüketim de bu enerjiyi sübvanse etmek için yapılıyordu. bir canlı yaşadığı ortam içerisine entegre olduğunda, hayatı paylaştığı diğer canlılarla spiritüel açıdan da birleşir. bir bakıma onlarla "empati" yapma zorunluluğu içerisine girer. öyle ya; avlamaya yeltendiği hayvanlar ile empati yapamadan onların reflekslerini, alışkanlıklarını çözemez ve başarısız olur.

    günümüzde ihtiyaç için üretim düsturundan tamamen sapıldığı, hammaddenin son ürüne dönüşüm aşaması üzerine biraz kafa yormuş herkesin malumudur. insan doğada birlikte yaşadığı canlılardan her daim farklılaşmaya çabalamış olmasına rağmen, artık yaşadığı fiziksel ortam ve psikolojik motivasyonlar olarak da dünyayı paylaştığı diğer canlıların çok üzerinde yaşıyor. kendinden başka hiçbir şeyi önemsemeyecek duruma gelmiş. bu durum kendini tanıyamama problemine de yol açıyor, başkaları ile empati yapmayan varlık dış dünyasına uzak olduğu gibi onun kontrastı olan iç dünyasından da bihaberdir.

    öyle ki kendi türü içerisinde bile av-avcı kapsamında gözle görünmeyen, gizli bir hiyerarşi oluşturmuş durumda;

    tasarım, üretim ve etiketleme gibi aşamalar ardından son halini alan şeydir ürün.
    kim üretiyor?
    üretici.
    kimin ürünü?
    üretici firmanın.
    bu nesneye kimler "ürün" demeli ?
    üretici ve reklamcı/pazarlamacı.
    bu nesneye kimler ihtiyaç demeli?
    tüketiciler.

    burada vahşi doğanın aksine avlayan taraf üretimi icra eden üretici tarafı, av olan taraf ise tüketimi icra eden tüketici tarafı. vahşi doğada av; bedeni avcının ihtiyaçları için istismar edilecek olan kurbandı. modern toplumda ise av; emeği ve enerjisi üreticinin bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçları için sömürülecek olan bitmek tükenmek bilmeyen arzulara sahip olan tüketici oluyor. yani insanoğlu halen en başarılı avcı, lakin artık kendi arzuları tarafından kendi kendini avlayan, ihtiyacından ve dolayısıyla yabancı doğa içerisindeki amacından bihaber, arzularının değişken halatına tutunarak bir oraya bir buraya savrulan, yolunu kaybetmiş bir türdür.

    çeşitli mecralarda tanık oluyorum; tüketiciler keyif/haz duygularının en temel bileşenini oluşturan alış-veriş yapma eylemini şöyle açıklıyor: "x firmasının mağazalarına bayılıyorum, içinde aradığınız "her şeyi" bulabiliyorsunuz. mesela geçen "xyz" ile karşılaştım, tam ihtiyaçlarımı karşılayabilecek bir "ürün". ama online alışverişte kendilerini biraz daha geliştirseler hiç fena olmaz "q" firması bu konuda onların çok ilerisinde... "

    burada tüketici üreticinin avı haline nasıl geldiğini örnekleri ile açıklamakta. "kendisini avcı olarak görüyor". zira "alışveriş merkezi" onun için bir vahşi doğa. ve vahşi doğa içerisinde "aradığı her şeyi" bulabiliyor. bulduğu şeyler ihtiyaçlarının "tümünü" karşılayabilecek türden. bu gayet ışıltılı theme park içerisinde onu cezbeden şeyleri satın alabilecek paraya sahipse ne ala. ama ihtiyaçlarının ayağına getirilmesine de alışmış, eve sipariş vermek istiyor zaten insan başka ne için yaşar? ihtiyaçları olan şeyleri tüketmek için.

    başka bir nokta da üreticinin esasen ava giderken avlanması. diğer avcılar ile kıyaslanması... ayrıca muhtemelen bu şekilde kazanç sağlayan firma sahipleri kendileri için ne kadar kötü karma yarattıklarının farkında değil. doğayla harmoni içerisinde olmayan, onun kaynaklarını vahşice tüketen ve her zaman kendinden daha aptal bulduğu varlıkların enerjisine ihtiyaç duyan, bağımlı yaratıklar. ölümle birlikte bu lunapark solup gidecek, onu eğlendiren oyuncakları ile birlikte.

    peki ama ihtiyaç nedir?

    theravada öğretisinde doktrinleşmiş temel bir prensip vardır. "dependant origination/co-arising" ~ pratityasamutpada; koşullu vuku buluş. kainattaki her şeyin varoluşu bu prensip eşliğinde olur. her koşul, her olay, her "şey" bu kural çerçevesinde vuku bulur: eğer şu varsa, bu da olmak zorundadır. eğer bu mevcut ise şu muhakkak var olmuştur. onun varolması şöyle bir koşula bağlıdır, böyle bir koşul varsa şöyle bir oluş meydana gelir. ilkin batı felsefesindeki neden-sonuç ilişkisine benzetilir koşullu vuku-buluş. modern felsefede, özellikle bilim kuramı ile olayların nedenlerinin sonuçlara, sonuçların başka nedenlere yol açtığı kabul edilir. bu neden-sonuç ilişkisi bir zincirleme reaksiyon halinde lineer cereyan eder.

    koşullu vuku-buluşun doğudaki anlamı esasen oldukça farklıdır, daha geniş bir platformda incelenmelidir. zira evrende pek az şey lineer nedensellikle açıklanabilir. bir elma ağacının elma çekirdeğinden meydana gelmesi ve elma çekirdeğinin ağaç üzerindeki elma meyvesi ile etrafa yayılması gibi, elma yere düşer ve çürür... içerisindeki çekirdek tekrar toprağa gömülür ve başka elma ağaçlarına hayat verir. lakin; elma meyvesi içerisinde sadece bir çekirdek çıkmaz. elma ağacı sadece çekirdek nedenselliği ile de meydana gelmez, çekirdeğin toprakla birleşmesi, çimlenme için uygun nem, ısı ve ışık gibi farklı nedenselliklere de bağlıdır. yani lineer düzlemde gerçekleşen zincirleme reaksiyonlar yerine, bir nedensellik genellikle birden fazla sonuca ve bu sonuçlar birden fazla yeni koşulluluklara yol açar. elma çekirdeğinin var olması için muhakkak elma ağacına ihtiyaç vardı, elma ağacının var olması için de muhakkak çekirdeğe ihtiyaç vardır. quantum fiziği ile açıklanan quantum entanglement araştırmasının sonucuna çok benzer; evrende "şeyler" birlikte var olur, birbirinin varoluş sebebidir. kondisyon (a) varsa, kondisyon (b) de muhakkak vardır. kondisyon (a) yok oluyorsa, kondisyon (b) de muhakkak yok olacaktır. bu yasa kendinden başka hiçbir şeye bağlı değildir. yani koşullu vuku-buluş varoluş nedenselliği olarak sadece kendine ihtiyaç duyar fakat kainattaki her şey onun sonucudur, meydana gelmiş ve gelmekte olan her olay, nesne ve koşulun ön-koşulu bu yasadır.

    doğu ve batı neden-sonuç algısını farklılaştıran başka bir değişken de "sorgu aktörleridir." spiritüelite ile tanışmamış bir insan olayların aktörlerini çok az önemser...yahut sadece egoistik kaygılarla inceler aktörleri. bir oluşun neden ve sonuçlarına inen bünye içerisinde aktif olarak bulunduğu eyleme yol açan neden-sonuçları unutur. zira kendini beyni ile nitelendirmektedir ve zihnin ile bedenin ayrı ayrı kendisi olmadığından bihaberdir. eğer kondisyon a var oluyorsa; lineer mantıkta kondisyon b, kondisyon a dan sonra oluşmalıdır. fakat ruhsal düzlemde aslında kondisyon a ve b aynı anda oluşmaktadır; nedenden söz edilebiliniyorsa aynı zamanda sonuçtan da söz edilebilir... elma çekirdeğinin elma ağacından ayrı düşünülememesi gibi ( zira o da bir ağaçtan düşmüş olmalı? ). aktör sorunsalı burada devreye girer; batıda genel metafizik yaklaşım her "şey" in başlangıcının her "şeye" kadir bir tanrı olduğudur. tüm olasılık ve materyal ondan doğarak etrafa yayılır ve fiziksel düzlemde materyalize olur. esasen bilimin tanrısı olan "big bang" de metafizik tanrı yahweh ten bu bağlamda farksızdır. evet oldukça karışık; çünkü kondisyon (a) sadece kondisyon (b) nin sonucu değil, (c),(d),(e)...... gibi sonsuz vuku buluşun hem nedeni hem de sonucudur.

    ihtiyaçlar da böyledir; insanın mevcudiyetinde hem fikiriz sanırım. insan var, realite illüzyon olsa bile insan illüzyon içerisinde var. çünkü duyu organları, bunların kökünün bağlı olduğu beyni, beden ve beyin üzerinde "farkındalığı" ve zihni, onların üzerinde arzu ve iradesi var. bu kondisyonları teker teker tecrübe edebiliyor. realite o, realite tecrübeleri. bu bağlamda ihtiyaçlarını yukarıda sıralanan, "ben" diyebildiği her şey oluşturuyor. "ben" nedensellik ve ihtiyaçlar vuku-buluş. peki şöylesi de doğru değil mi? "ihtiyaçları" nedensellik, "ben" vuku-buluş?

    ...ihtiyaçları yaratan arzu ve isteklerdir. arzu ve istekleri yaratan da ihtiyaçlar değil midir? mesela çok besin tüketen insan daha geniş ve kütlece daha ağır bir organizmaya sahip olacak, daha büyük bir organizma daha çok besin alma ihtiyacına sahip olacak...

    sadece bedensel arzuları yok insanın; statü, aidiyet ve kimlik? arzular ihtiyaçların, ihtiyaçlar doğumun ve doğum , ölümün sebebi olamaz mı... bir de tersten gidelim; arzuları içerisinde ölmüş bir canlı kendi doğumunun önkoşulunu oluşturmuyor mu...

    bu şekilde insan sonsuz bir döngü içerisine girer... içerisinde sürekli yakarak (soluk alıp-verme/besin-atp), yandığı yaşantısının, manevi olarak türlü acılara konu olduğu doğum-ölüm döngüsünün içerisine...

    dolayısıyla acıların çözülüşü, sağlıklı bir "varoluş" için ihtiyaçları minimum tutmak elzemdir; ihtiyaç bedensel ve zihinsel varlığını devam ettirmek için ne gerekiyorsa o, fazlası değil... aksi taktirde üretim- tüketim, av-avcı, doğum-ölüm döngüleri içerisinde sonsuz instabilite ve acıdan başka bir şey yoktur.

    theravada öğretisi dünyevi bir doktrin olmamasına rağmen, erdemli birey formülasyonu vasıtası ile modern komünizm gibi ihtiyaç çerçevesinde bir üretim/tüketim modeli önerir. fakat toplumsal refaha giden yol bireysel özgürlükten geçmektedir; daha doğrusu bireyin içsel özgürlüğünden. ihtiyaç ve hazların kendisi ve çevresindeki canlılar için sadece acı kaynağı olduğunu kavrayan birey bunlardan uzaklaşacak ve huzurlu toplumun çekirdeğini oluşturacaktır.
  • bir vakitler çalıştığım firmada, ürettiğimiz hizmetin "proje" olmadığını, proje aşamasını geçtiğimizi anlatmaktan yorulduğum, proje'nin para getirmeye başlamış hali. artık onlar da öğrendiler, ürün diyorlar, tam olarak ürün budur işte.
    alışkanlıkları kırmak zaman alıyor ne de olsa.
  • fethiye'de sebzelerin ürün vermesine dökmek derler. meyveninkine demezler. olmuş, olgunlaşmış sebzeye dökkün derler.

    ayrıca, fethiye köylüklerinde (veya bazı köylerinde*) ot, yonca gibi doğal yaş veya kuru yemlere ürün derler; cins ismi, terim gibidir. cümle içinde: "mallar ne yedi? hiç aç kalmadılar, bol ürün buldular. kayanın arkasındaki koytakta dokunulmamış bir mera varmış." ürünün o anlamına yakın bir de örüm var. her iki sözcük de üremek kökünden geliyor olsa gerek. örmek biraz daha spekülatif kalıyor. belki üremekle örmek kökte yakın anlama sahip olabilirler, gene merak konusu.

    "üretim aracılığıyla doğa, insana kendi ürünü ve kendi gerçekliği olarak görünür." karl marx

    (bkz: üreştirmek), öreştirmek, öreşmek
    (bkz: üren han)
    (bkz: festival/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap