• sevmediğin birine hürmet etmek zorunda kalmamaktır.

    uyumak istediğinde uykuya devam edebilmektir.

    mevsim kış iken yaz mevsiminin yaşandığı bir yere gidebilmektir.

    sağlıklı olmaktır, koşabilmektir.

    hayat ne güzel diyebilmektir.

    miden yanarken hoş duyguların yanma hissini yok etmesidir.

    genç yaşta yaşlanmamaktır.

    sana benzeyen insanları bulabilmektir.

    derinliktir, şifadır, medeniyettir, insan olmanın ta kendisidir.

    pişman olmamaktır. ömrünü gerçekten yaşayarak tüketebilmektir.

    ciğeri beş para etmez insanların düşüncelerine aldırmamaktır.

    müziği, doğayı, güzelliği anlayabilmektir.

    içgörü sahibi olmaktır.

    doğru sezgilere sahip olmaktır.

    spontane olabilmektir.

    uçağa atlayıp gidebilmektir.
  • yuvasından ağaç dibine düşmüş bir tombul yavru kuş bulduk bugün. öyle saf saf duruyor ortalık yerde. akşam yaklaşıyor, etrafta possum'lar flying fox'lar cirit atmaya başlayacak. sağ bırakmazlar seni dedik, eve getirdik. biraz gölgede sakinleşip kestirdi. hırpalamış kendini psikolojik olarak belli. uyanır uyanmaz bir telaş. uçmayı öğrendi öğrenecek, ama hâlâ önüne çıkan engele çarpıp duruyor. aklı dışarıda. balkon kapısı sinekliğinin önünde dışarıya bakıp duruyor, kanat çırpıyor.

    - yaşatmazlar seni, etme eyleme.
    + gerekirse ölümüme gidicem, durdurmayın beni!

    yahu git, git de gündüz gözüyle gitsen? yok. elde avuçta durmaz, kutuya koyarsın kaçar. bir chubby noisy miner. isimleriyle müsemmâ, kafa ütüleyecek biraz daha büyüyünce. ütüle tabii, senin doğan bu.

    dedim tamam, bari ağaç dibinde duracağına bir dalda dursun. yakındaki bir ağaçta ulaşabildiğim bir dala bıraktım. baktım fıtı fıtı tırmanıyor. bekledim 5-10 dakika, da iş güç de bekler. yine de aklım onda, arada gittim geldim, baktım. takılıyor o dalda. hatta az daha tırmanmış! 10-15 cm kadar. az mı? umutlu, güçlü, kararlı, cesur. ulan miner. mini mini miner. kapacak bir possum seni. umurunda değil. atılmış hayata deli gibi. dört elle.

    cirp cirp öttü, koca bir gökyüzünün altında, dallar yapraklar arasında kalmış mikroskobik varlığını duyurmak için ne yaptı etti, yetişkin 2-3 noisy miner'i toplamayı başardı başına. hatta biri anasıydı herhalde, ağzından böcek möcek bile taşıdı. hem de başka bir ağaç lokasyonundayken buldurdu kendini onlara. düştüğü ağaç çok büyüktü, dalına ulaşamamıştım onun.

    öyleyken öyle. tutundu galiba bizimki. tutunamamak da vardı... olsun. denedi. bahçesinde dev okaliptüs ağacı, geniş bir çatı altında, yediği önünde yemediği arkasında, durmadı, çıkarın beni bu tabuttan diye haykırdı miniğim. uçtu yolunu buldu.

    ucunda ölüm olsa doğana gitmektir özgürlük.

    öğretti, gitti.

    hadi tanıştırayım: görsel
  • gündüz vassaf'ın bir yazısında dediği gibi: “özgürlük beni ben yapan aitlik üniformalarımdan, dinden, bayraktan, anne-babamdan, coğrafyamdan, yüzyılımdan kurtulmam. benden kurtularak ben olabilmem. yıldız tozunun zerreciğinde küçülerek evrenle bütünleşebilmem.”
  • çağın en büyük hastalığı, başarı üzerine kurulmuş bir hayat isteğidir. hayatın anlamı başarıda değil özgürlüktedir. sadece başarı için yaşayan insanlar, köle ruhludurlar, özgür olamazlar.

    (bkz: jean-jacques rousseau)
  • satranç, 64 kareden oluşan bir zeminin üzerinde 2 farklı renkten oluşan 32 taşın sınırlı hareketiyle rakibinizi alt ettiğiniz bir masa oyunu. sınırlı hareket alanı ve sınırlı hareket kabiliyeti. bir oyuncu, taşı kuralın dışında veya zeminin dışına hareket ettirse keyifli olmaz ve kurala uymamayı devam ettirirse, oynayacak kimseyi bulamaz. sınırlar olmazsa, satranç olmaz. satranç oynamak bir özgürlüktür ve buna ulaşabilmek için satranç kurallarının esiri olmak gerekir.
  • istediğiniz şeyi yapmak değil istemediğinizi şeyi yapmamaktır.
  • kendimi bildim bileli sahip olduğumdur.

    korkutucudur ama güzel ve soyludur da.
  • bir raconu, adabı varmış meğer.
    teslim olma paradoksunda gizli, insan ancak teslim olursa özgürleşebilirmiş.

    beyaz bir güvercin geliyor aklıma hemen.
    altın kafesin kapağı açık unutulmuş da hür olma arzusuna daha fazla karşı koyamadığından gökyüzüne doğru kanat açmış minik bir güvercin.

    az uçmuş, uz uçmuş, dere tepe düz uçmuş.
    gökyüzü koşulları onu öyle korkutmuş ki; yağmura, kara, sert esen rüzgara kanatları daha fazla dayanamamış. ne de olsa bir kafese aitmiş o.

    öğrenilmiş çaresizliğini öyle içselleştirmiş ki, hür olmanın gereksinimlerini iyice bellemeden yeni bir kafes bulmanın yollarına girmiş. bu kez gümüş, hatta bakıra bile razı gelmiş.

    oysa içindeki alev haykır haykır haykırıyormuş; artık bir yerlere sığamazmış. her gece rüyasında diğer kuşlar gibi uçuyor, sonsuza dek yorulmadan kanat çırptığını görüyormuş.

    rüzgara teslim olmanın vakti gelmiş; hür olmanın bedeli ancak kendi sınırlarında anlam kazanabilirmiş. şimşekle, fırtınayla, gök gürültüsüyle, korunaklı bir kafes içinde değil, sadece ufka doğru çırptığı kanatlarıyla savaşabilirmiş.

    kendi inancı uğruna savaştığı bir yaşam ne büyük bir erdemmiş.

    kafesin kapağını kendi açmış, dünyada karşılaşacağı tüm afetlere karşın kanatlarını gökyüzüne teslim etmiş.
hesabın var mı? giriş yap