• self sabotaj olarak açılmış daha önceden, türkçe karşılığı olmayışına kurban gitmiş sanıyorum kavram.

    kendi kendini sabote etmek olarak tanımlayabiliriz self sabotage halini. gece uyumak yerine oyun oynayarak sabahlamak olur, gelişigüzel seks olur, overeating olur...

    tetikleyen olay ve kişilere dikkat etmek gerekiyor. ben stres altındayken abur cubura saldırıyorum örneğin, amansız bir kısır döngüye giriyorum sonra. ay kahretsin çok yedim, of kilo aldım, e zaten kilo aldım, veremiycem nasılsa, dur biraz daha yiyim ben...

    halbuki çözüm şu: stres altındayım, kendimi beğenmiyorum. nasıl bir aksiyon almak gerekiyor? spor yapabilirim. tek başıma yoğun egzersiz yapmak istemiyorsam, arkadaşıma dışarda yürümeyi teklif edebilirim. olmuyor mu? nefes tekniklerini kullanarak ' farkındalığımı' kazanmaya çalışabilirim. hissettiklerimi bir kağıda/deftere yazabilirim.

    özetle self compassion anahtar konseptimiz. şefkatli günlerde görüşmek üzere.
  • bence içgörü eksikliğiyle son derece alakalı bir olay bu.
    bir yasam enstrümanı olarak içgörü konusunu son derece ciddiye alarak çalışmamız gerekirken, pek üstünde durmuyoruz sanki insan nesli olarak.

    bazı şeyler yapıyoruz, ya da yapmıyoruz, dış etkenler de genellikle bunlara bağlı gelişiyor. ama sonra ortaya çıkan olumsuz sonuçtan sadece dış etkenleri suçlama temayülündeyiz. kimse o sonuca giden yoldaki payını görmek istemiyor gibi..

    içgörü bu yüzden çok önemli. arada bir durup kendimize "benim bundaki payım ne? neden böyle bisey yaptım?/ neden hiçbişey yapmadım?" gibi soruları sormaya başlayabilirsek, yol biraz aydınlanmaya başlıyor.

    çünkü içgörü, kendimize doğru soruları sormaya başladığımızda ve doğru bağlantıları keşfettiğimizde kazanabildigimiz bişey.

    geçmişimiz, sadece geçip gitmiş bir yaşam dilimi değil. bunun üstüne pek dusunulmese de, aslında bugünkü tercihlerimizi ve eğilimlerimizi son derece dolaysız ama sinsice domine eden bir faktör.
    olumlu ya da olumsuz anlamda olabiliyor bu.
    bir bireyin öz-saygı, oz şevkat ve özgüveninin yüksek olmasının, onun hayattaki başarı ve mutluluğuyla yakından ilgili olması gibi; bu nitelikleri daha düşük oranlarda taşıyan insanların da, genelde başarı ve/veya huzur/mutluluk gibi şeylere uzak düşmesi de aslında biraz bununla ilgili.
    ve evet kişinin kendi kendini sabote etmesi de, maalesef köklerini tamamen geçmiş yaşantılardan besleyen bisey.

    16 yaşında çalışmaya başladım. çalışarak okudum. ekonomik özgürlüğüme çok önem verdiğim için, istediğim alanın çok dışında aldigim bir diplomayla, sevmedigim bir isi yapmaya başladım. ama rahatsızlık hiç geçmiyordu.
    sonra bi vesileyle "denemezsem hayatım boyunca pişman kalicam" deyip, istediğim alana yöneldim.
    ve gerçekten şansın da yardımıyla çok başarılı oldum.
    20'lerimin ortasında gelen bu başarı, cidden başımı döndürmüştü.
    1 haftada yapacağım projeden, asgari ücretin 7-8, belki 10 kati para aliyordum. gel gör ki, bana bisey oldu. çalışamamaya başladım.

    ışe elim gitmiyordu. sabah atölyeye giriyor, bütün günü ıvır zıvır şeylerle boş boş geçirip, sonra akşam kös kös eve dönüyordum. 1 haftalık projeler 1 aya, hatta daha da fazlasına yayılıyordu.

    ne olmuştu? tutku seviyesinde arzuladığım ise girmiş, bu uğurda büyük riskler almış ve başarılı olmuştum. iyi kazanıyor, takdir ve saygı görüyordum. röportajlarım yayınlanıyordu ulusal basında.
    benim sorunum neydi, rahat batması mi? bu sekilde devam edersem, elde ettiğim tüm başarıyı, maddi kazancının geleceğimi, henüz birkaç yıllık olan parlak kariyerimi kaybedecektim.
    "ne yapmaya calisiyorum?" diye soruyordum kendime. ama durumu degistiremiyordum.

    cevabi geçmişten cıktı. bu tip tüm durumlarda olduğu gibi.

    babam kompleksli, ezik bir narsistti. cocuklugum ve gencligimin ilk yillari boyunca, anneme ve bana yogun bir fiziksel ve psikolojik siddet uyguladi.
    kendimi bildim bileli, en kucuk yasimdan itibaren bana ne kadar sorumsuz, daginik, pis biri oldugumu haykirdi doverken. hayatta bi bok olamayacagimin; her zaman basarisiz, basiretsiz, ezik bir bok parcasi olacagimla ilgili beynimi yikadi. (aslında kendisine dair fikirleriydi bunlar)

    farkında olmadan yerleşiyor bu fikirler bilinçaltımıza. sinsice sirayet ediyor, ve ileriki yıllarda kolay farkedemedigimiz bağlarla, yetişkinlik hayatımızı domine etmeyi de sürdürüyorlar.

    hasılı, okuya okuya 20'lerin ortalarında kapıldığım bu kendimi ve başarımı baltalama halini farkettim yine o yıllarda ***içgörü***

    "hayır lan, ben böyle biri değilim. ben başarıyı hakeden, yetenekli ve calismayi/işini çok seven biriyim" dedim.
    önümde iki yol vardı. ya babamın geçmişten gelen iğrenç ve gerçekdışı telkinlerine uygun davranıp kendimi sabote edecek ve hayatımı hakkaten basiretsiz, başarısız, tembel bir ezik olarak yaşamayı seçecektim,
    ya da olmak istediğim, içinde kendimi mutlu ve huzurlu hissettigim; bana cüzdan, vicdan ve kalp doyumu veren işime sarilacaktim.

    aslında çok basit bir tercihti. ama o başta kapıldığım depresif rehavet halini anlayamamış, içgörü kazanamamış, geçmişimle baglarini cozememis olsaydim, bu iki yolu ve yol ayrimini da göremez; filmin "kötü son"una dogru caresizce savrulmami durduramazdım.

    farkında olmadan kendimi sabote etmeye devam eder ve bununla ilgili muhtemelen kendim dışında her şeyi suçlardım.
    dünyanın beni anlayamamasindan, ekonomik ortamın kötülüğünden, şansımın asla yaver gitmemesinden, müşterilerimin hep şımarık zenginler olmasından filan yakınır dururdum muhtemelen.

    insanoğlunun en zorlandığı şey bence kendini görebilmek. kendini anlayabilmek. neyi neden yaptığının, yahut yap(a)madiginin denklemlerini cozebilmek.
    o anahtarın hep geçmişte olduğunu farkedememek.

    bazı olayları değiştiremeyiz. başa gelen bir trafik kazasının, bir hastalığın, ya da sevilen birinin ölümünün üstünde etkimiz yoktur. kabullenmemiz gereken şeylerdir.

    ama çoğu şeyi de bilerek ya da bilmeden biz tercih ediyoruz.
    şahlanma aşamasındaki kariyerimizi farkında olmadan baltalıyoruz.
    bok gibi iliskilere gebe partnerler seçiyor, ya da iyi giden bi ilişkide farkında olmadan sorun çıkarıyoruz.
    ya da üstüne hiç düşünmediğimiz halde sağlığımızı riske atacak şeyler yapıyoruz.

    bunların hepsi, daha sayamadığım onlarca senaryoyla birlikte kendini sabote etme hali işte aslında.

    ve o çukurdan çıkmanın ilk adımı, öncelikle o çukurda olduğunu fark ve kabul etmek.
    bunun sorumluluğunu-bir yetişkine yakışır sekilde- alabilmek. sonraki adima gecebilmenin ilk yolu yüzleşebilmek
  • bir şekilde mağdur konumunda olmaktan keyif almak, olumsuz kehanetlerimizin kendini gerçekleştirmesine izin vermekle bağlantılı olduğunu düşündüğüm sinsi durum.
    "olumsuz kehanet => self sabotage => başarısızlık => mağduriyet => negatif haklılık => yeni bir olumsuz kehanet (öncekini doğrulama)" şeklinde ilerleyen zincirdir.
  • şimdii, gelelim asıl meseleye, aniden yanan bir düşünce fitilinin izini sürelim.

    geçenlerde, yeni tanıştığım birinden, bir çocukluk anısını dinledim. küçük bir hayvanı kestiğine dair bir hikaye ve bu hikayenin içeriği, anlatıcının anlatışı, kurduğu bağlamlar, gerekçeleri ve benim tedirginliklerime verdiği tepkilerin toplamına bakıldığında, oldukça tekinsiz bir durumla karşı karşıya olduğum kesinleşti ve iletişimimi kestim.

    yine de ara ara beni yoklarken buluyorum "acaba haksızlık mı ediyorum" düşüncesinin. artık eskisi kadar bu acabalara kapılmıyorum ama hala dışardan onay ve tasdik almak, kendi içimde birden fazla kereler bu konu hakkında somut delillerle mutabakata varmak mecburiyeti duyuyorum.

    elalemin oğlu, siktir et git, diyememe sebebimin aslında ne olduğunu bildiğimi sanıyordum. sanıyordum ki, benim korktuğum gibi biri olmadığı kesinleşsin istiyorum iyi ve normal biri çıksın istiyorum. neden? çünkü arkadaş olmak istiyorum. evet bu hala geçerli. ancak bu sadece ilk katman. çünkü arkadaşlığını da o kadar sevmiyorum. sert biri. fazla hırslı bana kalırsa.

    bu bahaneleri sıyıracak olursak az evvel farkına vardığım üzere, esas ve tek motivasyon kaynağım "haksız çıkmak." haksız çıkayım ki arkadaş olayım değil.

    "haksız çıkayım."
    çünkü bunu kodlamışım. ancak haksız çıkarsam bir ömür haklı olabileceğim.

    çünkü, henüz tertemizken hatıra defterim, kalın puntolarla hatıra diye bunu yazmış sanki beni tanıyanların hepsi.

    üstelik de epey yaşlıcayım. anca farkediyorum burnumun ucunda bitiveren o beyaz tüyü. kendimi bu şekilde sabote ediyorum. haksız çıkabilmek adına, tekinsiz olduğu bariz olan durumlarda uzunca zaman vakit geçiyorum.
    manipüle edildiğimi görmeme rağmen orada kalmayı seçiyorum.
    o yüzden genellikle hep "kötü"lerde dolduruyorum etrafımı. en çok onlara vakit ayırıyorum. kötülerin etrafında, beni haksız çıkarmalarını uman bir ahmak rolünde pır dönüyor, hizmette kusur etmiyorum ki, haksız çıkarsınlar lütfedip beni.
    bana kötülüğü dokunan insanlarla her zaman irtibatta kalıyorum. mutlaka. bir gün gelecek ve bana aslında haksız olduğumu kanıtlayacaklar diye öyle bir iştahlı hevesle, neşeyle, keyifle arkadaşlıklar kuruyorum.

    işte bunlar benim kendime tuzaklarımmış. birinin içindeki iyiliği gördüğüm oyununu oynamak, iyilik ismi girince bir anda daha anlamlı daha ulvi gözüktüğü için de körebe gibi oynayıp durduğum yıllardır.
    oysa tek yaptığım, sezilerimi, aklımı, bilgimi, görgümü, gözümle gördüğümü, kulağımla duyduğumu sabote etmekmiş.
    böylece haklı olduğum yabancı bir dünyada değil, haksız olduğum tanıdık bir dünyada öyle ya da böyle yaşayıp gideceğim hesabı uğruna. teyit üstüne teyit ederek, doğru diye bellediğim şeyi.

    vay anasını!

    bu arada kötülük etmek diyince kendimi melek ve etrafımdakileri şeytan gibi bir yere konumlandırdığım anlamı çıkmamalı. hepimizin içinde kötülük ve iyilik potansiyelleri var ve gücümüzün yettiğine şeytan,i gücümüzün yetmediğine melek gibiyiz. bazen nazımızı çeken annemize ettiğimizi, bir başkasına etmeyebiliriz.
    bazılarımız, bazı temel ayrışım noktalarında daha kötü, bazılarımız daha iyi olsa da, hepimiz bazen bazılarına iyi, bazen bazılarına kötüyüz.
    burada kastettiğim, bana kötü olanlar.
    sadece onlar ne yaparsa yapsın durmaksızın onları aklayan ve irtibatı ve sevgiyi ve ilişkiyi ve ilişkilenmeyi bir türlü kesmeyen ben, içlerindeki tembel, obez ve arsız kötülüğü daha kolay ortaya çıkarmalarına yol açıyordum. bütün riski ben taşıyordum, onlara keyfini sürmek kalıyordu. konu bu. çünkü ben. çünkü her nereye bakarsam orada bir parça ben görmeye başladığımdan beri, hiç bir şeyi dışımda bulamıyorum.
  • süper kahraman hikayelerindeki kötü adamın kötü çocukluk yaşadığı kısmı doğruymuş. kötü olmasının sebebi buymuş.
    hayatsa iyi çocukluk yaşayan iyi adamla mı yoksa kötü çocukluk yaşayan kötü adamla mı empati yapacağın konusundaki tercihmiş.

    bazı insanların inançsızlıkları bulaşıcı, siz o konuda hiç pürüz yaşamazken kendinizi rahat bırakmışken ve evrenin verdiklerini kucaklarken, sırf inançsızların sevildiğine olan inancınız yüzünden sevilmek için onların inançsızlıklarını devşirirsiniz, ve elinizdeki potansiyeli kurban edersiniz. yaratıcı bir öz sabotaj yöntemi.
  • “up late at night all alone
    can't you see that i'm trying?
    trying so hard to hold on
    to the things i know
    but in the evening i will have to go
    what i most want is bad for me i know

    out in the dark, shaking hands
    in the street, i'm drifting
    drifting away from my family towards my foes
    my mother told me you'll reap what you sow
    what you most is want is bad for me you know”

    (bkz: most wanted)
    (bkz: cults)
  • böyle olduğunu düşündüğüm insanlara karşı bazı gözlemlerimi paylaşmak isterim.

    tanım : self-sabotage, bireyin kendi başarısını, mutluluğunu veya hedeflerine ulaşmasını engelleyen, genellikle bilinçaltında yatan olumsuz inanç ve davranış kalıplarını ifade eder. ilişkilerde self-sabotage, bireyin kendi ilişkisine zarar verici veya ilişkinin sağlıklı ilerlemesini engelleyici davranışlarda bulunması şeklinde cereyan eder.

    insani ilişkilerinde sürekli çatışma yaratmak veya ilişkileri bilinçli olarak bozarak kişi sosyal destek ağını zayıflatır.

    temelsiz güvensizlik hisleri veya aşırı kıskançlık, ilişkide sürekli gerilime ve güven sorunlarına yol açabilir. kişi, partnerinin sadakatini sürekli sorgulayarak ilişkiyi zor bir hale getirebilir.

    duygularını, ihtiyaçlarını veya endişelerini açıkça ifade etmekten kaçınmak, ilişkide yanlış anlaşılmaların ve uzun süreli sorunların ortaya çıkmasına sebep olur. duygu ve ihtiyaçlarını düzensiz davranışlarla çatışma yaratarak anlatmaya çalışmasıyla kurduğu ilişkiyi zayıflatır, bitirir veya karşı taraf bitirmek zorunda kalır.

    ilişkide aşırı bağımsızlık sergilemek veya tam tersi olarak aşırı bağımlı olmak, dengeli ve sağlıklı bir ilişkinin gelişmesine engel teşkil edebilir.

    partneri sürekli eleştirmek veya asla memnun olmamak, içinde bulunduğu durumları sürekli eleştirerek ilişkide olumsuz bir atmosfer yaratır ve partnerin kendini değerli hissetmesini engeller. partnerinin düşük veya yüksek kalite bir insan olması mühim değildir. bu durum partnerden bağımsızdır

    kişinin kendi yeteneklerini ve başarılarını sürekli küçümsemesi, özgüven eksikliğine ve fırsatları kaçırmaya yol açabilir.

    uzun vadede kişinin sağlığını ve refahını olumsuz etkileyebilecek sağlıksız yaşam tarzı seçimleri de self-sabotajın bir formudur.

    self-sabotage davranışları genellikle kişinin özgüven eksikliği, düşük benlik saygısı, geçmiş travmalar veya altta yatan psikolojik sorunlardan kaynaklanır. bu davranışların üstesinden gelmek için genellikle kişisel farkındalığın artırılması gerekir diye düşünüyorum.
  • etkilenmemen gereken birinden etkilendiğinde yaptığın savunma hamlesi.
  • bu durumu farkedebilmek fena bir asama degil sanirim ama farketmek bir noktada davranisi degistirecek mi gercekten. fingers crossed
  • kişinin kendisini düşmanı bellemesidir. alkolizm, sosyal izolasyon, obezite, kendini kesme... bunlar ilk akla gelenleri ama bir de kendi mutluluğunu gasp etmek diye tanımlanabilecek formu öylesine çeşitlidir ki bu illetin; saymakla tüketilemez.

    bilinç seviyesi yüksek kişilerin yaşamak için sebeplere ihtiyaçları vardır. sebepler ne kadar giriftse bir o kadar kırılgandır da aslında zira sebep denilen şeyin kendisi bir düşünceden ibarettir, soyutlamadır - yani yalandır. bu kişilerin kendilerinin mutlu olma ihtimallerini gasp etmeleri, buldukları yaşama sebeplerinin giriftliğinden dolayı dolambaçlı düşünsel yollarla olur ve sırf bu zihinsel aktivite ciddi efor gerektirdiğinden bunu yaparken kendi zekalarını duyumsayıp ondan etkilenmenin tadını alırlar. bu ciddi bir zevktir farkındalığı yüksek olan insanlarda. yani, kendi kurduğu o "tutarlı" temelleri yine kendi zihinsel güçleriyle yıkması bir nevi zevktir, fakat kendini yıkmak pahasına elde edilmiş bir zevk.

    bunu elbette dostoyevski yeraltında çok iyi anlatmış. ve bu hastalığın tedavisini bir başka romanı olan karamazov kardeşlerdeki ivan karakteriyle göstermiştir. (ivan, alyoşa değil. zira alyoşa gibi olmak için alyoşa gibi doğmak gerekir.)

    yaşamak için sebep olmaz. inanç olur. inanç, sebeplerin değişmesine aldırmadan şeyleri kabul etmeye devam etmektir.

    yaşamaya inanılmalı zira zihin istediği kadar katı aksiyomatik bir temel atmaya kalkışsın o girift yaşama sebeplerini kurarken... zaman ve onun çocuğu olan değişim tüm temelleri yıkmasıyla bilinir.

    "rasyonel kişiyi inanca yaklaştıran mucize değildir, onun için mucize inancın kendisidir."
    -ivan karamazov
hesabın var mı? giriş yap