hesabın var mı? giriş yap

  • sonunda, faturasını kesen esnafı ayrı tutarak söylüyorum, vergiden kaçmak için türlü dansözlükler yapıp zarar gösteren esnaf gerekirse batacak ama o borcu ödeyecek.
    lafa gelince memura maaşını vergilerimizle ödüyoruz demeyi, ahkam kesmeyi biliyorlar.

  • "zekaca kimseden aşağı değildi. tertemiz billur gibi bir ruhu vardı. asil heyecanları olan bir insandı. ama hiçbir şey yapmadı"

    her hatırlandığında tıpkı lise yılları gibi hüzünlü bir tat bırakıyor insanda bu kitap. sayfalar geçtikçe oblomov ile bütünleşiyorsunuz, onu daha iyi anlıyorsunuz. anladıktan sonra da onun, her şeyden vazgeçen bir tembel değil tam tersi hayatta bir anlam arayan ama ne yazık ki bunu bulamayan, bulamayınca da kendi haline dönen bir insan olduğunu keşfediyorsunuz. oblomov'un içinde hala hayata tutunabilmek için bir istek olduğunu ve bunun için sonuna kadar mücadele etmekte kararlı bir heyecana sahip olduğunu görüyorsunuz. bu enerjiyi açığa çıkaran da olga. ama bu son hevesi de yarım kalıyor oblomov'un, bir daha da hiç uğraşmıyor hayatla.
    "şu hayat bir türlü yakamı bırakmıyor" sözü bu yüzden çok anlamlı işte.

    okuyun, okumadığınız her dakika çok şey kaçırıyorsunuz demektir. mükemmel bir kitap, harika bir felsefe. okuduktan sonra oblomov zaman zaman aklınıza gelecek ve hüzünlendirecek sizi.

  • işte o anne yüzünden kıçıma kaçan çorabı çıkarmaya uğraşmaktan ders bile dinleyemedim ben adam gibi, yoksa var ya çok okurdum ben.

  • şairlerin en romantik hayallerinden biri bu. hep kuşlar kadar özgür olmak isterler. bu aynı zamanda şairlerin gerçek dünyadan ne kadar kopuk olduğunun da kanıtı. kuşlar daha özgür falan değil çünkü.

    öncelikle bu kuşların çoğu bir sürünün parçası. sürünün başı nereye gidiyorsa oraya gidiyorlar. "ben sürüyü bırakıyorum beyler" diyeni yok. her sene aynı yoldan aynı yere göç eder, her kış eski yerlerine geri dönerler. insanlar gibi ekmek için vapuru kaçırmamaya çalışırlar.

    hepsinin hayali aynı: uygun bir eş bulup çocuk ve yuva sahibi olmak.

    ifade özgürlüğü desen onda da "çipetpetpet - tii şak şak şak vociya" dışında bir şey bilmezler. aynı kalıpları tekrarlarlar. parklarda yatıp kalkarlar.

    bizim şairlerimiz de bu vasat sefil yaşama özenir. niye? zannederler ki bir çift kanadın olunca özgür oluyorsun. olmuyorsun. tam tersine açık hedef oluyorsun. futbol maçına sevinen taraftar ıskalasa, avcı ıskalamıyor. o ıskalasa havai fişekler ıskalamıyor. açık hedef gibi geziyorsun havada.

    özgür olmadığın gibi sosyal güvencen de yok. en iyi yemek sultanahmet parkında olunca oradan bir adım ileri gidesin gelmez. ya sonraki öğünü kaçırırsan?

    ben söyleyeyim, şairin derdi özgür olmak falan değil. adam şöyle arada bir havada süzülmek, güzel manzara görmek istiyor. rahat batmış anlayacağın. onda bile soğuk algınlığı geçireceğini, üşüteceğini öngöremiyor. kuşla konuşabilse anlaşabilse kuş ikna eder onu aslında. "yok abi iş değil gerçekten. yakaladığın simit çırptığın kanada değmiyor" der. ama bu iletişimsizlik ve şairlerin gözlediklerini mutlak gerçek zannetme sıkıntılarından dolayı bu metafor ısıtılıp ısıtılıp önümüze gelecek, kaçış yok.

    "ne istiyorsun düzgün anlat" desen onu da sanatına yakıştıramaz. illa kafa karıştıracak mınakodumun şairi.

    (bkz: şiir/@ssg)

  • 1950li yıllarda newyorktaki wor radyo kanalında sunucu;
    sözde entellektüellerden ve bilmiş tavırlardan aşırı sıkılmış. bunun üzerine, sabaha karşı yaptıgı programda, dinleyicileriyle birlikte bir plan yapmaya başlamış.

    -ne dersiniz, yarın sabah hepimiz bir kitapçıya gidip var olmayan bir kitabı istesek ?

    gerçekten de dinleyicileri ile meselenin üzerine düşünüp yazarı, 2.dünya savaşına katılmış + oxford mezunu frederick r.ewing olan
    i, libertine adındaki kitabı uydurmuşlar.
    bir süre sonra, yoğun istek üzerine kitapçılar, yayınevlerini,
    'bize bu kitabı basın gönderin' diye darlamışlar.
    hatta öyle ki en sonunda, new york times gazetesine dahi yeni çıkanlar'da yer bulmuş. tabi içeriği ile ilgili bir şey yazamamışlar, çünkü yok. şaka gibi.
    radyo sunucusunun gıcık olduğu, sözde entellektüel kesim sayesinde var olmayan kitap, bir yandan öyle bir var olmuş ki herkesin kitap hakkında olumlu ya da olumsuz bir fikri falan varmış.
    hatta birine kitap ile ilgili yorumu sorulduğunda verdiği cevap, biraz fazla iddialı kaçmış;
    ' ewing! halkın bu adamı keşfetmesinin vakti gelmişti.'
    bunun dışında beğenmeyen bir grup da oluşmaya başlamış tabi.
    bir de, bir köşe yazarının hindistan'a yaptığı gezi sırasında var olmayan kitabın var olmayan yazarı ve eşi ile geçen anılarını aktarmış. delice biraz.
    konu daha da büyümüş ve hiç var olmayan bu kitap, bir çok farklı ülkede bestseller listelerinde yer almış.
    bunca şeyin üstüne, tüm bu süreçte bir gazeteci;
    'bulacağım bu kitabı, okuyacagım ' diye istikrarlı bir şekilde kitabı bulmak için çaba sarfederken yolu, radyo sunucusunda son bulmuş.
    konu çözüldükten sonra, sunucunun bu kitabı yazmasını istemişler ve o da gerçekten bu kitabı yazmış.
    tabi çıktığı sene gerçekten bestseller listesinde ilk sırayı almış.
    tüm hikaye şaka gibi.
    ürkütücü, komik ve biraz serin…