hesabın var mı? giriş yap

  • az önce oldu:

    - amca bu ilacı niye kullanıyosun?
    - benim değil ki o ilaç... haa... benim benim... unutkanlık için.

    ilaç yazdırmak için gelenlerden bu kadar inandırıcısını görmemiştim.

  • gün itibariyle şahit olduğum tatlı bir evlilik teklifi.

    yanımdaki elemanın bir anda üzerindeki kazağı çıkararak, üstünde "x benimle evlenir misin?" yazılı tişörtü sevgilisine göstermesi, akabinde amerikan filmi havası yakalayan metro yolcularından alkışların kopması, klasik olduğu üzere elemanın diz çöküp yüzüğü kızın parmağına takması ve en güzeli de yolculardan bembeyaz saçlı yaşlı bir teyzenin "annenin-babanın haberi var mı kızım?" diye sorması.

  • ben atanan bilirkişiye üzüldüm en çok. 2024 bilirkişi tarifeleri burada. adam yaklaşık 1.500 tl karşılığında hem elif şafak hem de mine g kırıkkanat okumakla kalmamış, iki romanı çalışıp karşılaştırmış da. resmen davanın gerçek kaybedeni o. kafa da yanmış belli ki, %5 intihal gibi acayip bir matematiksel sonuç üretmiş. adamcağız ctrl+f ile kelimeleri mi saydı ne yaptı bilmiyorum. mesela %7 deseydi ceza ne olacaktı meraktayım. bence bu iş tam yapay zekalık. popüler yapay zekalara romanları yükleyip, onlara sorup, intihal ortalamalarını almak lazım. böylece kimse zavallı bilirkişimiz gibi acılar çekmez. hatta türkiye'nin tüm yargı sistemini chatg... (oha ne diyorum lan ben)

    görülen lüzum üzerine ekleme:
    çok mesaj gelmiş :) önemli noktalara değineyim:
    1) bilirkişi fiyatları alt limit denmiş. aslında bu fiyatlar 2024 fiyatları, muhtemelen bilirkişi daha alt limiti olan 2023 fiyatlarından işlem gördü. ben bilirkişi olsaydım, en az 150.000 tl + okuma sonrası unutabilmek için gerekli klinik tedavi masrafları olarak anlaşırdım. sıpotlıs maynd of itörnıl sanşayn'daki gibi.
    2) zaten intihal yazılımları var, turnitin gibi onlardan bu sonuç çıkmıştır diyenler oldu. ben de bir program kullanıldığına inanmak istiyorum ama elif şhafak açıklamasında sonucun bilirkişinin edebiyat bilmezliğine yorunca okumuştur herhalde diye düşündüm. canına kıymadıysa bulup sormak lazım.

  • atamın, binlerce kitabı boşuna okumadığını, günümüz siyasileri ile bir tartışmaya girse hepsini bilgisi ile döveceğini gösteren sözleridir.

  • 16 aylık bebeğimin kahvaltısını hazırlarken aklıma düştü bu başlık. henüz süreci tamamlamadık ama yaklaşık 7 yıl önce başlayan maceramızı evlat edinmek isteyenlere anlatmam gerektiğini düşündüm.

    öncelikle aklınıza bir kere düştüyse hayatınız boyunca hep evlat edinmek isteyeceksiniz. bu düşünce peşinizi hiç bırakmayacak. çok uzun bir bekleme süresi var şartlarınız uyuyorsa gidip başvurun, sıraya girin. sıra yaklaşık 6 yılda geliyor o an istemezseniz dondurabilirsiniz. başvurunuz bir dilekçeyle açılıyor tekrar ve kaldığınız sıradan devam ediyor. yani kendinizi hazır hissettiğiniz an dilekçe verip 15 gün içinde bebeğinizi kucağınıza alabilirsiniz.

    evli, bekar 30 yaşını doldurmuş herkes evlat edinebilir. ama heyet raporu almak, psikolojik testlerden geçmek gerekiyor. maddi durumunuzun iyi olduğunu da kanıtlamanız gerekiyor. yani evi olmayan asgari ücretli bir çiftin ya da kişinin başvurusu çok yüksek ihtimalle kabul edilmeyecek. ev varsa parka, hastaneye yakın olması ve bebeğin odasının güneş alması lazım. her aşamada ev kontrolüne geldiklerini de eklemem gerekiyor. başvurunun kabul edilme süreci yaklaşık bir yıl sürüyor.

    başvurunuz kabul edildi ve sıraya girdiniz. bundan sonra yapacağınız tek şey beklemek. ama beklerken uzmanları arayıp arayıp darlamayın. sürekli sıranızı sormayın. ellerinde bir bebek fabrikası yok gelen bebekleri sırayla veriyorlar işte. bekleme süresi şehirden şehire ve tercihlerinize göre 4-7 yıl arasında değişiyor. mesela sağlıklı bir kız bebek isterseniz 6-7 yıl, erkek isterseniz 5-6 yıl beklersiniz. sokağa terk edilmiş anne, baba bilinmeyen bir bebek isterseniz 15 yıl bile bekleme ihtimaliniz var.

    engelli ya da ensest bebek isterseniz sıranız hemen gelebilir.

    her şey olumlu sonuçlandı, yıllarca beklediniz. o telefon hiç ummadığınız anda geliyor. ben mesela sabah uyuyordum, öğleden sonra anne oldum. o da başka bir entryi hakedecek kadar ilginç bir gündü. yazarım bir ara :))

    bebeği aldıktan sonra evlat edinmeye hak kazanmak için bir yıl bakmanız gerekiyor. tabi bu bir yılda sürekli kontrol altındasınız. bebeğin gelişimini takip ediyorlar.

    veeee işin en zor kısmı başlıyor. biyolojik anne, babaya rıza davası açılıyor. bu süreçle çocuk esirgeme kurumu ilgileniyor. hakim karşısında da evlat edindirmek istediklerini beyan etmeleri gerekiyor. bu süreç onlara ulaşamazlarsa yıllarca sürüyor. tabi vazgeçme ihtimalleri de var. rıza davası bitince geri dönüşü olmadan bebeğin tüm haklarını kayyuma devretmiş oluyorlar. bundan sonra bebek artık onlara ait değil.

    biz tam olarak bu sürecin ortasındayız. rıza davası sorunsuz sonuçlandı. şimdi uzmanımızın arayıp “nüfusa geçirme davası açabilirsiniz” demesini bekliyoruz.

    o dava da genelde tek celsede bitiyor. “tebrikler bebeğiniz artık sizin soyadınızı taşıyor” şimdi bunu duymak için yaşıyorum.

    sonrası iyilik, güzellik.

  • mafya babası haraçlarını toplaması için yeni bir tetikçi buldu. seçtiği adam sağır ve dilsizdi. çünkü baba, bu tetikçi yakalanırsa polise fazla bir şey anlatması mümkün olamaz, diye düşünüyordu. baba, bir gün ödemelerin geciktiğini fark etti ve tetikçiyi odasına aldırttı, bir de işaret dilini bilen tercüman buldular. tercüman işaretle sordu:
    "para nerede?"
    sağır dilsiz işaretle yanıt verdi:
    "ne parası? benim paradan maradan haberim yok. neden bahsettiğinizi anlamıyorum."
    tercüman tercüme etti:
    - "neden bahsettiğinizi anlamıyormuş."
    baba 38'liği koltuk altından çekip sağır dilsizin beynine dayadi:
    - "şimdi sor bakalım, para nerede."
    tercüman işaretle sordu:
    - "para nerede?"
    sağır-dilsiz kan ter içinde, işaretle yanıt verdi:
    - "şehir merkezindeki parkta, büyük heykelin oldugu kapıdan girince soldan 3. ağacın kovuğunda iki yüz bin dolar var."
    - "ne söyledi?" dedi baba.
    tercüman yanıtladı:
    - "dedi ki, hâlâ neden bahsettiğinizi anlamıyormuş, ayrıca o tetiği çekmek de biraz g.t istermiş."

  • hayatımı değiştiren insan kendisidir. 1991 yılında gitar çalmaya başladım. ilk gitarım beyaz renkli bir kore yapımı fender stratocaster'dı. o yaz gitar dersleri vs derken ilk seneyi geride bıraktım. 1992'nin yazında yine bodrum'a gittim her yaz olduğu gibi. bu sefer yaş 14 olduğu için ailem gece 1'e kadar bodrum'da arkadaşlarımızla dolanmamıza izin vermişti. o zamanlar bodrum başka bir alemdi bir ara anlatırım. tam merkezde, barların olduğu sokakta şimdinin kule bar'ın yanında beyaz ev vardı. işte onun önünden geçerken hayatımda hiç duymadığım kadar güzel bir ses duydum. yanımdaki arkadaşım da neyse ki benim gibi müzik tutkunu bir çocuktu ve beraberce beyaz ev'in kapısından girdik çekingen şekilde. yavuz vokal yapıyor ve gitar çalıyordu, bir arkadaşı da akustik gitar ve back vokallerle ile eşlik ediyordu. o akşam bize içki almamamız şartıyla konseri izlememize izin verdiler.

    bir ay boyunca yavuz'un çaldığı her akşam babamla ya da yalnız beyaz ev'deydim. neler dinliyor, neler çalışıyor, ne ekipman kullanıyor hepsini birinci elden hatmettim. hayatımda içtiğim ilk birayı da yanlış hatırlamıyorsam yavuz ile beraber içmiştik. ben içememiştim gerçi iki yudumdan sonra. *

    istanbul'daki o kış konserlerine yaş sebebiyle giremedim ama ertesi yaz yani 1993'te yine beyaz ev'in gediklisi olmuştuk. hem bu sefer yavuz da ekibi toplamış ve blue blues band ile çalmaya başlamıştı. biz de sadece iki kişi değil 7-8 kişi gidiyor ve resmen ders niteliğinde izliyorduk yavuz'u. keyifler yerindeydi yani.

    1995'te artık kapıda kimlik sorulmadığında istanbul'da da girebilmeye başlamıştım programlarına. piyasa küçük, gitar çalan az olduğu için yavuz ile sohbet etmeye ve görece tenha olan programlarında uygun olduğu zaman barda beraber bira içmeye de başlamıştık. yavuz, çekingen bir genç adamdı ve her çaldığı akşam modunda olmuyordu. bazen grup arkadaşlarıyla kulise geçiyordu programa ara verdiğinde. bazense barda yalnız takılıyordu. kimseyle muhabbet etmek istemediğini iki cümlede anlayabiliyordunuz. benim şansıma ben genelde keyifli zamanlarına denk gelmiştim. hatta bir defasında "yavuz sana bira ısmarlayabilir miyim" dediğimde, "sen niye ısmarlıyorsun ben zaten burada çalıyorum. ben sana ısmarlıyorum" demişti gülerek. 50'lik şişko bardak bir efes istemişti. o akşam, gördüğüm en keyifli yavuz çetin'di. 5-6 yıl sonra aramızdan ayrılacağını bilsem o bardağı saklardım.

    1996 yılında yavuz çok güzel bir amfi almıştı: daha türkiye'ye yeni gelen bir seriden seçmişti amfisini: peavey classic 30. aynı amfinin daha büyük olanı duman'ın gitarcısı batuhan mutlugil'de de var hatta. yanlış hatırlamıyorsam o seriden ülkemize o sene 5 6 adet gelmişti. biri batu'da, birini yavuz almıştı. amfilerden bir tanesini bir caz gitarcısı almıştı adını hatırlayamadığım. bir de aynı serinin farklı bir versiyonu gelmişti delta isimli. onu da bir başka gitarcı almıştı. o delta modeli amfi de piyasada baya bir barda kullanılmıştı. sürekli denk geliyordum. ama batu ve yavuz'un seçtikleri en güzel iki modeldi.

    yavuz bir süre mojo, jazz stop ve jazz bar'da bu sarı peavey classic 30'u kullanmıştı. hatta blue belgeselinin açılışında amfiyi yavuz'un odasında görebilirsiniz. yanlış hatırlamıyorsam 1997'de yavuz fender twin reverb almak için amfiyi satışa çıkartmıştı. ben de o sene bilgi üniversitesi'nde okumaya başlamıştım ve yavuz'un izinden ben de istanbul barlarında çalmaya başlamıştım. bir yandan da pera jazz okulunda gitar bölümüne gidiyordum haftada 2 gün okul çıkışı. ama düzgün bir amfi bulamıyordum zevkime göre.

    tam da o sırada yavuz'un amfisini satacağını duydum. sarı peavey, benim kadıköy'de zamanında stajerlik yaptığım bir gitar dükkanına (şimdinin bira fabrikası olan dükkan) satılığa çıkmıştı. dükkan sahibi benim gitar hocam olduğu ve yavuz'u çok sevdiğimi bildiği için ilk ve sadece beni aramıştı. o dönem ev telefonu vardı bende sadece. şansıma dükkandan aradıklarında evdeydim ve haberi duyar duymaz resmen uçarak dükkana girdim. yavuz ile dükkanda da karşılaştık. selamlaştık. amfiyi almaya geldiğimi söyledim. o da fender twin aldığını o yüzden mecburen sattığını anlattı vs.

    neyse o gün aldığım peavey classic 30 halen daha yanımda ve aktif şekilde kullanıyorum.
    dile kolay 23 sene olmuş amfiyi alalı. uzun yıllar binden fazla işte kullanmışımdır. zamanla yoruldu ve eskidi bu sarı amfi. düğmeleri döküldü. ısparta'da bir konser sırasında voltajdan dolayı tüm devreleri yandı. normalde çöp olması gereken amfiyi iki amfi parası verip restore ettirdim amerika'dan orijinal parçalarını getirterek.

    uzun uzadıya yazdım. ama işim gereği richie kotzen, slash, joe satriani, andy timmons, steve vai vs kim varsa canlı izleyip tanıştım. hem yurt dışı hem yurt içinde vip workshop'lara vs katıldım. dünyadaki en iyilerin arasındaydı yavuz çetin. eğer yaşasaydı ülkemizin tim pierce'ı olacaktı net şekilde.

    benim için yavuz'u en iyi anlatan kayıtlı performansı, deniz arcak'ın bırakın beni şarkısının sonunda doğaçlama çaldığı solosudur. canlı performansı buradaki kayıtta çaldığı gibi inanılmaz akıcı ve muazzam bir dinamik içerirdi yavuz'un.
    şu karantina günlerinde kendisini anmış oldum. son 4 saattir o amfiyle gitar çalıyordum aklıma geldi. huzur içinde uyusun.

  • kirli sakal bırakırdım. boxerla evin içinde dolanırdım. yazın şort-tişört, kışın da kot-sweatshirt giyerdim. alışveriş yapmak zorunda olmamak negzel lan.
    bir de durduk yere adamın birine ''hayırdır birader bi sorun mu var? niye baktın'' der kafa atardım.